İzzeddin Çalışlar / [email protected]
İktisat Kongresi 17 Şubat sabahı saat 10’da, Kazım Karabekir, Asım (Gündüz) ve Fevzi (Çakmak) paşalarla SSCB Büyükelçisi Aralov ve Azerbaycan Büyükelçisi Abilov’un salona girmesiyle başladı. Salonun bir yanı tüccarlara, diğer yanı işçilere, orta kısmı ise çiftçilere ayrılmış, sanayiciler de araya yerleştirilmişti. 1135 delege el kaldırarak Kazım Karabekir’in kongre başkanlığını onayladıktan az sonra, Mustafa Kemal Paşa da geldi. Ekonomi politikalarını belirleme amaçlı olarak ilk kez bir kongre düzenlendiğinin altını çizen açılış konuşması, etkinliğin gerekçesini şöyle çiziyordu:
“Ülkenin ihtiyacını, ulusun yeteneğini ve güçlü dünya iktisadi organizasyonunu göz önünde tutarak gereken önlemler saptanmalıdır. Aziz Türkiye’mizin iktisaden yükseliş yollarını aramak ve bulmak gibi vatani, yaşamsal ve ulusal bir kutsal amaç için burada toplanan saygın halk temsilcilerinin huzurunda bulunmaktan çok mutluyum. Sizler ulusu doğrudan temsil eden halk sınıflarının içinden ve onlar tarafından seçilerek geliyorsunuz.
Bu nedenle ülkenin durumu ve ihtiyaçlarını, ulusun da arzularını en yakından ve herkesten daha iyi bilenlersiniz. Söyleyecekleriniz halkın dilinden söylenmiş sayılır ve halkın sesi, hakkın sesidir.” Mustafa Kemal Paşa konuşmasının bir kısmını önceden ayrıcalıklar tanınmış yabancı şirketlere ayırdı. Serbest rekabeti engelleyen kapitülasyonlara son vermenin ulusal iktisat politikasının temeli olacağını söyledi. Kongrenin önemini, Misakı Milli ve ulusal egemenliğe dayalı rejimin ilk adımı olan Erzurum Kongresi’yle eşdeğer gördüğünü ve kongrenin gerçek kurtuluş olan iktisadi gelişme ve kalkınma ilkelerini saptayan toplantı olarak tarihe geçeceğini söyledi. Konuşmasında öne çıkan önermeler ise şöyleydi: “Siyasi ve askeri zaferler ne kadar büyük olursa olsun, ekonomik zaferlerle taçlandırılmazsa kazanılan zaferin devamlılığı olamaz, kısa zamanda söner. ... Ekonomi her şeydir; yaşamak, mutlu olmak, insan varlığı için ne gerekiyorsa, hepsi demektir. Tarım demektir, ticaret demektir, çalışma demektir.”
Çankaya ‘first lady’sini bekliyor
13 Şubat’ta İzmir’deki Sanat Okulu’nu ziyaret eden Mustafa Kemal Paşa, şeref defterine “Erişmek zorunda olduğumuz düzeye, bugün bu kadar uzak kalışımızın öncelikli nedenlerinden biri, sanata ve sanatçıya lâyık olduğu önemin verilmemesidir” diye yazdı.
Mustafa Kemal Paşa 17 Şubat’ta kongreyi açtıktan sonra İzmir’den ayrıldı. Ayın 19’unda yine özel trenindeydi. Uşak istasyonuna yaklaşırken kentin belediye başkanı bir heyetle Gazi ve eşini karşılayıp Uşaklıların kendilerini dört gözle beklediğini söyledi. Bunun üzerine program değiştirildi ve tren Uşak’ta durdu. Büyük bir kalabalık toplanmış, tezahürat yapıyordu. Yerlere serili Uşak halılarının üzerinden geçerek arabalara binildi ve iki yanını halkın kapladığı ana yoldan Hükümet Konağı’na gidildi. Gazi’nin avluyu dolduranlara yaptığı konuşma sık sık alkışlarla kesildi. Arap Yarımadası’nda dökülen kanların tek sorumlusu olarak saltanatı gösterdikten sonra Türk Ocağı’na gidildi. Orada çay ve kahve içilirken genç bir konuşmacı söz alarak Uşaklılar adına ziyarete teşekkür etti. O sırada Mustafa Kemal’i överken Bismarck ve Napolyon’la eşdeğer tutması üzerine Gazi ayağa kalkıp sözünü kesti ve dinleyicilere döndü: “Arkadaşlar! Bu bey biraderimiz beni Bismarck ve Napolyon’la kıyaslamaya başladı. Napolyon taç ve şeref peşinde koşan bir maceraperesttir. Bismarck ise hükümdarına hizmet eden biridir. Bunlarla karşılaştırılmayı kabul etmem” dedi. Konuşmacı durumu kurtarmaya yeltenip “Maksadım şan şeref dolu kişiliğinizi ifade etmekti” deyince de yine itiraz etti: “Dur bey biraderimiz. İkinci kez hataya düştünüz. Ben ancak ait olduğum ulus şan ve şeref sahibiyse bu sıfatları taşıyabilirim. Aksi takdirde her kim ki şan ve şeref peşinde koşup benzersiz olmak istiyorsa, bilin ki o bir baş belasıdır!”
Eskişehir’de Lozan’dan dönen heyetle yolu çakışan Mustafa Kemal Paşa, İsmet Paşa’yla buluşup görüştükten sonra Ankara’ya doğru devam etti. Ne de olsa Çankaya Köşkü first lady’sini bekliyordu.
Lozan dönüşü şifreli telgraf
İsmet Paşa, Lozan’dan ayrılmasının ardından Lord Curzon’un yolladığı telgrafı, 17 Şubat sabahı İstanbul’da Yüksek Komiser Vekili Henderson’dan öğrendi. Curzon öncelikle paşanın Lozan’dan ayrılmasının asıl sebebini öğrenmek istiyordu. Sunulan şekliyle anlaşmayı imzalama yetkisi olmadığı için mi, yoksa Ankara’ya danışmak istediği için mi dönmüştü? Bu sorunun ardından İngiltere’nin görüşlerini şöyle özetliyordu: “1. Verilen tavizlerden sonra Lozan’da imza atılmaması Türkler adına büyük bir hata olmuştur. 2. İsmet Paşa, Lozan’ı terk etmeden önce hatasını düzeltebilirdi. 3. Anlaşmayı bu haliyle herhangi bir zaman imzalamaya istekliyiz. 4. Son dakikada Fransız ve İtalyan temsilcilerin yeni bir teklifte bulunduğu zannındayız ama vaat edilen ek ödünlere dair bir fikrimiz yok; çünkü bize söylenmedi. Yine de daha fazla taviz vermekten yana değiliz.”
Curzon telgraftaki özeti sözde Harrington’ı bilgilendirmek için yazmıştı; ama asıl derdi İsmet Paşa’nın görmesiydi. Nitekim metnin devamı da diplomatik blöf kokuyordu: “Majestelerinin hükümeti İtilaf Devletleri’yle Türk Hükümeti arasındaki sorunların büyük bölümünün Lozan’da tatmin edici şekilde çözümlendiğini görerek rahatladı ve on bir haftalık süreçten sonra oluşan dostane düşüncelerden hoşnut kaldı. İsmet Paşa’ya her fırsatta verdiğim nasihatı sizin de şahsen hatırlatmanızı istiyorum. Lozan’daki görüşmelerin kesilmesi dünya kamuoyunu Türkiye karşıtlığına itiyor. Belirsizliğin uzamasından asıl zarar görecek olan taraf Türkiye olacak. Müttefikler arasındaki fikir ayrılıklarından çıkar ummayı beklemesin. Sözüme gereken önemi verip düşüneceği ve yakın gelecekte el sıkışmanın mümkün olacağı konusunda kendisinden dostane bir mesaj almak isterim. Anlaşma imzalandıktan sonra İngiltere’nin ülkesine yardım eli uzatacağını da bilmeli.”
Henderson isteneni yaptı ve 17 Şubat’ta Curzon’a şu telgrafı çekti: “İsmet Paşa’yı bu sabah gördüm. Telgraftaki mesajı ilettim ve İngiliz görüş açısını anlattım. O da cevaben dostluk mesajını size aktarmamı rica etti. Pek çok konuda uzlaşamamanıza rağmen size yüksek takdir hisleri ve güven beslediğini belirtti. Sizin tercihinizin önem verdiği tek düşünce olduğunu söyledi.”
Masada birbirini yiyen iki kurt, şimdi diplomatik ve alabildiğine kibar bir dil kullanıyordu. İsmet Paşa o günü sonradan, istediğini almış olmanın rahatlığıyla Hatıralarım’da şöyle anlattı: “Kimsenin bilmediği, sır gibi gizli tutulmuş, dostane bir mesajdı. Lord Curzon barış olacağından bahsediyor, konferanstaki gibi Ankara’da da barış için uğraşacağımdan söz ediyordu.”
Oysa çok değil, bir gün önce Mustafa Kemal orduya savaşa hazırlık emri vermişti. İsmet Paşa da Ankara’ya varır varmaz komutanlarla birliklerin konuşlanması hakkında toplantılar yapmaya koyuldu. Çok geçmeden SSCB savaş durumunda Türkiye’nin yanında savaşa gireceğini ilan edecek, Hayim Nahum öncülüğündeki azınlık temsilcileri de yeni devlete bağlılıklarını açıklayacaktı. Bu arada şubat ortasında Manchester Guardian’ın Türkiye aleyhtarı yayınlarında belirgin bir tavır değişikliği gözlendi. Türk heyetini savaş çığırtkanlığıyla suçlayanlar, aniden barış arayışındaki bir hükümetin temsilcisi olarak anmaya başlamıştı. 19 Şubat tarihli The Daily Telegraph da İktisat Kongresi’nde sosyalizmin değil, Batı modeli ekonominin konuşulduğunu vatandaşlarına müjdeledi. Diğer yandan Rumbold’un kızıyla yaptığı bir yazışma ise nefret beslemeye devam ettiğini gösteriyordu. 13 Şubat tarihli özel yazışma şöyleydi: “Konstantinopolis’e dönmek zorunda olmak çok sıkıcı. Uzun süre ayrı kalmayacağımızı umuyorum. Çünkü bu sefil Türkler bir an önce bir karar vermek zorunda. Önümüzdeki birkaç hafta içinde barış mı yoksa savaş mı istediklerini göreceğiz.”
Aslında yeni bir savaşı ve kamuoyu tepkisini kimin göze almasının gerektiği oldukça tartışmalıydı. İtilaf Devletleri ya barış görüşmelerini yeniden başlatmak için İsmet Paşa’yı tekrar Lozan’a davet edecek ya da Curzon’un telgrafındaki dört ilkenin arkasında duracaktı. Özetle, ortada orta yol kalmamış gibiydi.
İzmir sokakta
İktisat Kongresi, İzmir’de kurtuluş coşkusunun yaşandığı eylül ayından beri görülmeyen bir hava yaratmış, 4 Mart’a kadar sürecek bir hareketlilik getirmişti. Kalabalık kongrenin düzenlendiği binadan taşıyor, meraklılar çevre sokakları ve Numune Sergisi’ni dolduruyordu. Yer yer şenlik, zaman zaman tartışmalar içeren bu atmosfer, Tevhidi Efkar’ın sütunlarına şöyle yansıdı: “İzmir sokakları sanki kongre katılımcılarının toplanma yeri gibi. Herkesin derdini anlatma ve bir söz söyleme ihtiyacı olduğu görülüyor. Birçok üye kongrede konuşmaktan ve nutuk atmaktan kendini alamıyor. Görüldüğü kadarıyla kongre salondan sokaklara da dökülüyor. Bunun sebebi de sürenin kısıtlı olması. Herkes dinlenecek olursa bu iş yıllarca sürebilir. Bu yüzden kimse durumdan şikayetçi değil.”
Kongrenin ilk günlerinde grup temsilcileri söz almaya başladı ve ilkelerle talepler dile getirildi. Çiftçilerin gündeminde reji yönetimi, tarım eğitimi, güvenlik, aşar vergisi, Ziraat Bankası, yol durumu, ormancılık, hayvancılık ve makineleşme sorunları vardı. Öncelikli beklenti, tütün üretiminde verimliliği engelleyen reji sisteminden vazgeçilerek ticaret serbesti getirilmesiydi. İşgal süreci, yangınlar ve Rumların kaçmasından sonra geride yıpranmış tarım arazileri kalmış, vergi yükü de köylüyü atalete itmişti.
Kongrede konuşma yapmak isteyenlerin artması üzerine başkanlık makamına getirilen sınırlama önerisi, Kazım Karabekir Paşa tarafından reddedildi. Ne kadar çok ve farklı fikir dinlenirse hakikate o kadar hızlı erişileceğini düşünen başkan, herkese kürsü dokunulmazlığı getirerek kongre süresinin ucunu açık bıraktı. Kongre ancak söylenecek sözler bittiğinde kapanacaktı. Başlangıçta askerlikle ilgili olmayan kongreye bir ordu kumandanının başkanlık yapmasını garipseyenler olmuş, Mustafa Kemal’in önerisiyle, başkan görevini sivil kıyafetle yerine getirmişti. Sonuçta iki haftaya yayılan oturumlar sırasında Kazım Karabekir Paşa’nın tarafsız tutumu beğeni kazandı. Kongrenin çıktıları da bizzat başkan tarafından aynı yıl İktisat Esaslarımız adıyla yayımlandı. Aynı içerik sonradan Afet İnan tarafından da yeni harflerle yayına hazırlandı. Orhan Hülagü ve Ömer Hakan Özalp, Karabekir’in döneme dair anıları ve ekonomiyle ilgili diğer yazdıklarını da derleyerek İktisat Esaslarımız’ı yeniden yayımladı (Emre Yayınları, 2001). Yine de İzmir’de yüz yıl önce yaşanan o iki haftaya dair en kapsamlı çalışma, ilk baskısı 1968’de yapılan, A. Gündüz Ökçün’ün Türkiye İktisat Kongresi 1923-İzmir adlı araştırması oldu. Kitap son olarak Sermaye Piyasası Kurulu tarafından 1997’de yayımlandı.
Haftanın kronolojisi
13 Şubat 1923
Mustafa Kemal Paşa İzmir’deki Bölge Sanat Okulu’nu ziyaret etti.
16 Şubat 1923
Lozan Heyeti Köstence Limanı’ndan gelen Gülcemâl vapuruyla İstanbul’a döndü.
17 Şubat 1923
İzmir’deki İktisat Kongresi Mustafa Kemal Paşa tarafından açıldı.
18 Şubat 1923
Mustafa Kemal Paşa Latife Hanım’la beraber, gece treniyle İzmir’den Uşak’a hareket etti.
19 Şubat 1923
Uşak’tan Ankara’ya dönerken Eskişehir’de duran Mustafa Kemal Paşa, Lozan’dan dönen İsmet Paşa ile buluştu.