23 Kasım 2024, Cumartesi Gazete Oksijen
Haber Giriş: 27.10.2023 04:30 | Son Güncelleme: 27.10.2023 15:24

Atatürk: İstanbulumuz güzeldir ama Ankara noksanlarına rağmen daha az güzel değildir

Yunus Nadi, 7 Mayıs 1924’te, Cumhuriyet’in ilk sayısını çıkardığı gün Mustafa Kemal Paşa ile yaptığı röportajı yayımlamıştı. Cumhuriyetin 100’üncü yılında, o röportajın Atatürk’ün neden Ankara’yı başkent olarak seçtiğini anlattığı bölümünü yayınlıyoruz
Ankara Dikmen’de Atatürk’ü karşılayan Seymenler.
Ankara Dikmen’de Atatürk’ü karşılayan Seymenler.

Ben Ankara’dan İstanbul’a gitmekte olduğum için ilk sözler dört sene evvel geldiğimiz Ankara ile dört sene evvel bıraktığımız İstanbul üzerinde ve bu iki şehrin şimdilik vaziyetleri üzerinde cereyan etmiştir. Bu bahiste Gazi’nin sözlerini aslına çok mutabık olabilmesine bilhassa itina ederek işte kaydediyorum:

Şüphe yok. İstanbul’umuz güzeldir, fakat Ankara’mız bütün noksanlarına rağmen, daha az güzel değildir. Onu bilhassa bizler biliriz, değil mi? Hususuyla fazla olarak şimdi Ankara devletimizin merkezidir de. Filhakika Ankara, vaziyeti itibarıyla memleketimizde merkez-i idare olmak nokta-i nazarından çok cazip ve emniyetbahş (güvenli) bir noktadır. Bu sebeple benim kararlarım, harekât ve teşebbüsatım üzerinde tabii olarak tesirlerini göstermiştir. Hakikaten işe memleketin şarkında, şark hududundan, başladım. Sonra daha garba gelmek zaruretini hissettim. Nihayet Ankara’da durdum ve memleket işlerini, milletin arzusu veçhile sevk ve idare etmek için başka yere gitmeye lüzum hissetmedim. Türkiye’nin ve Türk milletinin ve Türk milleti menafiinin (yararına) en emin müdafaası da ancak Ankara’dan olabileceği hadiselerle sabit olmuştur. En müşkül şerait içinde, en az hazırlıklı olduğumuz halde en büyük darbelerin berakis yapılabilmesinin en kuvvetli amilleri meyanında Ankara’nın mevki-i coğrafisi dahildir.

Ankara’nın mevki-i tabii ve coğrafisine kıymet ilave eden bir cihet daha vardır: En acı ve felaketli günlerde millet her taraftan muhtelif vasıtalarla tesmim (teslim) olunurken Ankaralılar, memleket ve milletin halas-ı hakikisine (kurtuluşuna) teşebbüs hakkındaki iman ve itimatlarını bir an dahi sarsmamışlardır.

Ankara’ya ilk kabul olunduğum gün sadece bir vatandaş, bir ferd-i millet idim. Hiçbir sıfatım, salahiyetim ve unvanım yoktu. Böyle olmakla beraber Ankara ve havalisi kâmilen çocuklarıyla, kadınlarıyla, ihtiyarlarıyla beraber Ankara şehrinden Dikmen tepesine kadar bütün sahrayı doldurmuş ve beni istikbal etmiştir. İstasyondan hükümet dairesine kadar uzayan caddenin iki tarafı eski Türk kıyafetine girmiş, bıçakları ve tabancaları ellerinde Ankara gençleriyle dolmuştu. Bu gençler ve onlarla beraber bütün halk “Vatanı ve milleti düşmandan kurtarmak için hepimiz ölmeye hazırız, emrinizi bekliyoruz” diye bağırıyorlardı.
O zaman Ankara istasyonu ecnebi zabit ve askerlerinin taht-ı işgalinde bulunuyordu. O güne kadar Ankaralıları ölü ve Ankara’yı da bir harabe zanneden bu ecnebiler, bu ulvi tezahür karşısında ilk endişelerini izhardan men-i nefs edememişlerdir.