23 Aralık 2024, Pazartesi Gazete Oksijen
Haber Giriş: 10.09.2021 04:30 | Son Güncelleme: 16.02.2022 15:17

11 Eylül ne getirdi, neler getirecek?

Harvard Üniversitesi’nden Prof. Stephen M. Walt, 11 Eylül’ün gelecek nesillere ne ifade edeceğini tartışıyor. Her şey demokrasilerin benimseyeceği tutuma bağlı
11 Eylül ne getirdi, neler getirecek?

ABD, 11 Eylül 2001’deki El Kaide saldırılarının artık genç kuşaklar için bir politika değil tarih konusu olduğunu tartışıyorken, Harvard Üniversitesi’nden Uluslararası İlişkiler Profesörü Stephen M. Walt, 80 yıl sonrasına baktı. Foreign Policy dergisine modern tarihin bu en büyük terör saldırısının yüzüncü yılında nasıl hatırlanabileceğine dair bir makale yazan Walt, iki senaryoyu değerlendirdi. İşte o yazının çarpıcı bölümleri: Yüzüncü yıl dönümünde 11 Eylül nasıl hatırlanacak? Dramatik ama nihayetinde küçük bir trajedi olarak mı yoksa ABD’yi ve dünya siyasetinin yörüngesini temelden değiştiren bir dönüm noktası olarak mı görülecek? Soruların cevabını önümüzdeki birkaç on yılda olacaklar belirleyecek.

Senaryo 1: Şi Cinping istediğini alır

Bir an için Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in en büyük umutlarının tamamen gerçekleştiğini ve önümüzdeki 80 yılın “Çin Yüzyılı” olarak bilineceğini hayal edin. Bu senaryoda Çin her ulus üzerinde otoriter bir şekilde hüküm süren veya tüm dünyada ne olacağını dikte eden küresel bir hegemonya kuramayacak ancak kilit teknolojilerin komuta mertebelerini kontrol edebilir, yakın çevresinde fiili hegemonya uygulayabilir ve diğer devletlerin yaptıkları üzerinde herhangi bir başka güçten daha fazla etkiye sahip olabilir. Çoğu uluslararası kurumda en çok onun sesi çıkabilir, uluslararası uluslar arası etkileşimi şekillendiren kuralları tanımlama konusunda en büyük etkin ülkeye dönüşebilir. Bu senaryo gerçekleşirse, 11 Eylül Amerika’nın düşüşünü hızlandıran kritik bir olay olarak görülecektir. Bunun sebebi ABD liderlerinin saldırıya verdikleri vahim yanıt olacaktır. Brown Üniversitesi’nin Savaş Maliyetleri Projesi’ne göre, ABD’nin terörizme karşı küresel savaşı, tüm harcamalar dahil edildiğinde ABD’ye yaklaşık 8 trilyon dolara mal oldu. Uzun yıllara yayılan bu meblağ, araştırma ve geliştirmeye, altyapıya, eğitime, sağlık hizmetlerine veya ulusal gücün diğer bileşenlerine harcanabilirdi. Ya da vergi mükelleflerinin cebinde bırakılarak insanlara daha müreffeh bir hayat imkanı tanınabilirdi. Ama paranın büyük kısmı Irak ve Afganistan’da girilen savaşlara, nispeten daha küçük çatışmalara ve zaten kırılgan bölgeleri daha da istikrarsızlaştıran, yüz binlerce insanın ölümüne neden olan diğer savaşlara harcandı. Teröre karşı küresel savaş, aynı zamanda, dikkatlerin bir dizi daha geniş stratejik kaygıdan uzaklaşmasına sebep oldu. 11 Eylül’ün, özellikle de ABD’nin buna verdiği tepkinin Pekin’e çok büyük bir hediye olduğunu söylemek abartı olmaz. Dahası, Spencer Ackerman’ın yeni çıkan “Reign of Terror” (Terör Saltanatı) kitabında ileri sürdüğü üzere, 11 Eylül’e verilen yanıtın ABD içinde de son derece olumsuz etkileri oldu. Savaş ülke içi kutuplaşmayı, yabancı düşmanlığını ve “beyaz olmayandan” duyulan korkuyu körükleyerek Trumpizm’in merkezindeki “üstün beyaz” bakışını güçlendirdi. ABD’li yetkililer, işkenceyi bir siyaset aracı olarak benimsediler, ülkeye Irak’ın kitle imha silahları ve Afganistan’da kaydettikleri ilerleme hakkında yalan söylediler ve hiç kimse bunlardan sorumlu tutulmadı.  Bu senaryo, ABD’nin son 20 yıldan doğru dersleri almamasına kurulu. Ancak Birinci Seçenek’ten kaçınmak mümkün. Bir senaryo daha var.

Senaryo 2: Amerikan rönesansı

Bir de ABD Başkanı Joe Biden’ın en büyük umutlarının gerçekleştiğini varsayalım. O senaryoda 11 Eylül nasıl görülecek?  Bu senaryoya göre  diğer varlıklı demokrasilerin çoğundan farklı olarak, Amerika’nın nüfusu bu yüzyılın geri kalanında artmaya devam edecek. Ar-Ge bütçeleri daralsa dahi Amerikan ekonomisi birçok kilit sektörde inovasyonun motoru olmaya devam ediyor. Gerçekten de, bazı ekonomik modeller, ABD’nin GSYİH’sinin  büyük oranda demografik avantajları nedeniyle 2100 yılına kadar tekrar bir numaraya yükseleceğini öngörüyor.  Elbette bu senaryo, ABD iç siyasetinin şu anki hararetli durumunun yatıştırmasını gerektiriyor. Göç konusunda akılcıl bir politikaya geri dönmek, ülkenin bir kez daha yetenekli, enerjik ve girişimci göçmenleri çekmesini ve gelenlerin yine  kademeli olarak Amerikalılara dönüştürmesini sağlayacaktır. Bu senaryoda inovasyon büyümeyi yönlendirmeye devam edecek. Gereksiz savaşlara daha az para harcanacak. Siyasette daha fazla hesap verebilirlik sağlanacak.  Bu arada, Çin’in tökezlediğini de hayal edin. Olumsuz demografik yapı, çevresel hasar, kaynak kıtlığı ve diplomaside küresel muhalefet nedeniyle Çin’in hiçbir zaman öncelikli bir konuma ulaşamadığını... Belki de Çin’i yönetenler, 11 Eylül’den sonra ABD’nin yaptığına benzer yanlış hesap yapıyorlar. Bu senaryoda, 2101’e kadar 11 Eylül, hayatta kalan Amerikalılar için trajik ama uzak bir anı olacak.  Bu iki senaryo ile birlikte bir ihtimal daha var. İklim değişikliğiyle ilgili en kötü  senaryo doğru çıkarsa önümüzdeki 80 yılda 11 Eylül de terörizmle savaş da gölgede kalacak.  11 Eylül’ün gelecek nesiller için ne anlama geldiği, o gün gerçekte ne olduğundan veya ABD ile diğer ülkelerin buna nasıl tepki verdiğinden çok bundan sonra ne yapacaklarına bağlı. Keşke doğru seçimleri yapacağımıza daha fazla inansaydım.