Türkiye’nin siyasi, ekonomik ve finansal bakımdan uluslararası ilişkilerinin yakın geleceğine ilişkin sorular arasında en çok merak edilen nokta, coğrafi ve siyasi doğusu ile yürüttüğü diyaloğun geleceği, potansiyeli ve sürdürülebilirliği… Bir vakitler popüler olan ‘eksen kayması’ tartışması, ekonomide ‘Çin Modeli’ kalkınmaya kadar evrildi. 21’inci yüzyılın ilk çeyreğinin sonuna doğru girerken Türkiye’nin Doğu dünyasıyla ilişkilerine dair bir yazıya altıncı yüzyıl sonu- yedinci yüzyıl başında yaşamış bir adamı zikrederek başlamak garip görünebilir. Ancak pek de öyle değil…
Tarih ve önyargılar…
Kahramanımızın adı Ch’ang Sun-Sheng. İsmi, 1967’de Sezgin Burak tarafından yaratılmış, 1970’lerde sinemada Kartal Tibet’in hayat verdiği Tarkan karakterinin, meşhur ‘Atıl kurt’ nidasıyla evcil (!) dostunu üzerine saldırtacağı türden kötü Çinli bir karakteri andıran şahsiyet. Kimine göre casus, kimine göre diplomat. Bilinen ise; Göktürk Devleti’nin iç siyasi bölünmüşlüğünü teşhis ederek, tetiklediği komplolarla Göktürkleri, Çin esaretine sokmakta önemli rol oynadığı... Bu tecrübe 7’nci yüzyıl Orhun Yazıtları’nın Doğu yüzüne, Bilge Kağan’ın ağzından “Çin milleti” için yazılmış, “hilekâr, sahtekâr, aldatıcı” gibi ağır sözlerle geçmiştir. Ben yaşlarda veya daha büyük olanlar, muhtemelen bu hikâyeden ilham almış olan bir 12 Eylül propaganda filmini hatırlayacaklardır. Esarete düşmüş, zincirlenmiş Türk beyi ile Çinli olduğu anlaşılan muhatabı arasında geçen mizansende, Türklerin kurdukları devletlerin dıştan yıkılmasının mümkün olmadığı ve bu nedenle birbirlerine düşmeleri sağlandığı anlatılıyordu. Amaç askeri darbenin Türkiye’nin ‘içerden yıkılışı’ ile sonuçlanacak ‘kökü dışarıda’ bir komployu önlemek için ‘zaruretten’ yapıldığı mesajıyla, darbeyi ‘meşrulaştırmak.’ Bu böyle olsa da belli ki filmi tezgahlayan otorite, mesajı kitleye benimsetmek için toplumda Çin’le ilgili mevcut klişelerden faydalanmayı kolay bir yol olarak görmüştü. Dış politikanın yürütücüleri pek de uzak olmayan bir geçmişte, ‘ilkeleri’ adına dostları azaltıp çatışmaları arttırma yaklaşımını ‘değerli yalnızlık’ olarak formüle etti. Devletlerin dış politikada ebedi dost veya daimi düşmanlarının değil, sadece çıkarlarının bulunduğunu bugünlerde hatırlıyor gibi görünüyorlar. BAE, Mısır, Suudi Arabistan, hatta İsrail örnekleri gibi. Hatırlamaya Çin’in yanı sıra benzer klişelerin öznesi diğer devlet olan Rusya’dan başlamaları ise günümüzün ironisi. Zamanında ‘içerideki düşman’ı ‘Komünistler Moskova’ya’ sloganları ile 15 Temmuz 1968’de ‘sopalayan’ siyasi geleneğin mirasçıları Rusya ile ilişkileri -sürdürülebilirliği kuşkulu olsa da- bölümlere ayırarak yürütmek istiyorlar. 16’ncı ile 20’nci yüzyıl arasında 12 defa ecdat ile savaşan Rusya… Haziran 1945’te Artvin, Kars ve Ardahan’ı, ilave olarak da Boğazlar’ın ortak savunması için üs talep eden Rusya… Bu durum, değerli yalnızlığın ne o kadar değerli ne de sürdürülebilir olduğunun açık bir örneği sayılabilir. Tüm bu geçmişten devşirilecek bir başka ders ise, bugünün hakim söylemini belirleyen kanaat önderlerinin ait oldukları fikri mahfillerde Yeni-Doğuculuğun merkez ülkeleri olarak nitelenebilecek olan Rusya ve Çin’e karşı var olan önyargıların sorumlusunun Batıcı/ Kemalist elitler olmadığı. Söz konusu kitlelerde bu iki ülkeye dair algıların oluşmasında kendi ontolojilerinin, kimlik tanımlamalarının ve kanaat önderlerinin pragmatik seçimlerinin izleri her tür etkiden daha derin. Ülkelerin dış politikalarında mevcut her meseleyi güç kullanarak çözmesi ne mümkün ne de verimli bir yöntem. Dünyanın en güçlü ülkeleri dahi ortaklarla maliyet paylaşımını, düşmanlarını azaltarak dostlarını artırmayı, ilişkilerini çeşitlendirmeyi ve katmanlaştırmayı velhasıl bir denge tutturmayı hedefliyor. Türkiye de orta büyüklükte bir devlet ve ekonomik çarklarını döndürmek için uluslararası ticarette etkin biçimde var olmak zorunda. Türkiye’nin istisna olduğu tezi, ülkenin gerek güvenliği gerekse ekonomisi bağlamında anlamlı değil. Siyasi ve coğrafi Doğusu ile ilişkilerinin bağlamını siyasi, ekonomik ve finansal enstantaneler üzerinden tartışmak bu bakımdan önemli.