Seçim kampanyasının başını çeken konular ekonomi ve göç oldu. Aşırı sağcı AfD Partisi'nin ciddi oy oranlarına ulaşması, geleneksel merkez sağ ve merkez sol partilerin gerilemesi siyasi dengeleri alt üst ederken, sandıktan nasıl bir koalisyon çıkacağı noktasında belirsizlik sürüyor.
69 yaşındaki muhafazakar lider Friedrich Merz'in Almanya'nın yeni başbakanı olması bekleniyor. Merz, AfD ile yakınlaştığı düşüncesi ile bir kısım seçmenin tepkisini çekiyor.
Merz'in lideri olduğu Hıristiyan Demokrat Birlik Partisi (CDU) kazanırsa, en azından bir başka partiyle, büyük olasılıkla hükümeti geçen yılın sonlarında çöken Olaf Scholz'un Sosyal Demokratları (SPD) ile ittifak kurması gerekecek.
Merz, en fazla oyu alan ikinci parti olması beklenen aşırı sağcı Almanya İçin Alternatif (AfD) ile bir koalisyon kurmayacağını açıkladı, ancak parti ile yakınlaşma hamleleri tepki topladı.
Seçimlerde 59 milyon 200 bin seçmen oy kullanacak. Anketler seçim gününden önce seçmenlerin yüzde 20'sinin kararsız olduğunu gösteriyordu.
Sandıklar TSİ 20:00'de kapandı
Anketler 18:00'de (TSİ 20:00) kapandı ve akşam saatlerinde sonuca dair ilk emarelerin gelmesi bekleniyor.
Almanya'nın yeni başbakanını dünya siyasetini etkileyebilecek önemli kararlar bekleyecek. Ayrıca yeni hükümet orduya daha fazla bütçe ayrılması için baskı altında olacak.
Almanya Ukrayna'ya en fazla askeri yardım sağlayan ikinci ülke. Bir sonraki hükümet, Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodimir Zelenski'yi "diktatör" olarak nitelendiren ve Rusya'ya karşı oluşturulan Batı bloğunu delen bir ABD başkanıyla karşı karşıya gelecek.
Alman siyasi liderleri ek olarak, AfD'nin başbakan adayı Alice Weidel ile görüşen ve aşırı sağla ittifak yapmama anlayışına son verilmesi çağrısında bulunan ABD Başkan Yardımcısı JD Vance'ın tutumu karşısında şaşkınlığa uğradı.
Almanya'da aşırı sağ ile ittifak, ülkenin Nazi geçmişinden ötürü bir tabu olarak görülüyor ve "güvenlik duvarı" olarak adlandırılıyor.
Merz, geçen ay parlamentoda AfD tarafından desteklendiğinde, bu tabuyu yıkmak ve aşırı sağa göz kırpmakla suçlanmıştı.
Sığınmacılar için aile birleşimini sonlandırmayı ve polisin sınır dışı kararlarında yetkilerini artırmayı öngören yasa tasarısıyla puan toplamak isteyen Merz, bu konuda aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) partisinden de destek almıştı.
Ancak Alman Federal Meclisi'ndeki hararetli tartışmaların ardından yapılan oylamada Hristiyan Birlik partilerinin (CDU/CSU) sunduğu tasarı, 338 evet oyuna karşı, 350 hayır oyuyla reddedildi.
Aşırı sağın alacağı oylar merak konusu
AfD özellikle ülkenin doğusundaki eyaletlerde ilgi görüyor, ancak batıda da hızla büyüyor ve özellikle TikTok aracılığıyla genç Almanlar arasında yayılıyor.
AfD lideri Weidel'in kampanya videosu dört milyon izlendi. Mesajı basit: "AfD'ye oy verin, güvenlik duvarını kırın ve Alman siyasetini değiştirin"
Cumartesi günü pek çok şehirdeyse aşırı sağa karşı protestolar düzenlendi.
AfD, AB'yi yeniden yapılandırmayı, olmuyorsa Birlik'ten ayrılmayı, Rusya ile ilişkileri onarmayı, iklim değişikliği önlemlerini iptal etmeyi ve nükleer santraller inşa etmeyi vaadediyor.
Mayıs 2024'ten bu yana gerçekleşen beş saldırının ardından sesi göç ve güvenlik konularında daha gür çıkıyor. Saldırılardan üçü Magdeburg, Aschaffenburg ve Münih'te, seçim kampanyaları sırasında gerçekleşti ve hepsinin göçmenler tarafından gerçekleştirildiği iddia ediliyor.
Cuma gecesi Berlin'deki Holokost anıtında gerçekleşen bıçaklı saldırı konuyu yeniden manşetlere taşıdı. Saldırıya uğrayan İspanyol turist ağır yaralandı, polis saldırganın Yahudileri öldürmek isteyen Suriyeli bir mülteci olduğunu açıkladı.
AfD, suç işlemiş göçmenleri sınır dışı etmek olarak tanımladığı "remigrasyon" (tersine göç) adı verilen tartışmalı bir politikayı hayata geçirmek istiyor. Ancak terim aynı zamanda göçmenlerin toplu sınır dışı edilmesi anlamında da kullanılıyor.
Başbakan nasıl seçiliyor?
Seçimlerde Federal Meclis'teki 630 sandalye için 4 bin 506 aday ve 29 siyasi parti yarışıyor.
Seçimden önce siyasi partiler başbakan adaylarını ilan ediyor. Ancak seçmenler, genel seçimlerde aslında doğrudan başbakana oy vemiyor. Seçmenler oylarıyla Federal Meclis'e gidecek milletvekillerini seçiyor.
Sandık başına giden her seçmen iki tercih yapacak. Seçim pusulasındaki "birinci oy" ile seçmen doğrudan kendi seçim bölgesindeki bir adaya oyunu verecek. "İkinci oy" ise seçmene istediği bir siyasi partiye oy verme imkanı tanıyor.
Başbakanı ise Federal Meclis seçiyor.
Seçimlerden birinci parti çıkan partinin başbakan adayı, koalisyon ortağı ya da ortaklarıyla yürütülen müzakerelerde uzlaşı sağlaması halinde, daha çok törensel bir rolü olan cumhurbaşkanı bu adayı meclise öneriyor.
Meclisteki oylamada mutlak çoğunluğun oylarını alması halinde başbakan yemin ederek görevine başlıyor.
Ancak bu süreç zaman alabiliyor. Özellikle koalisyon görüşmeleri haftalar hatta aylar sürebiliyor.
Türk adaylar için son durum ne?
Seçimlerde çoğu Sosyal Demokratlar ve Yeşiller'de olmak üzere, Türkiye kökenli adaylar da yarışacak. Seçim bölgelerinde doğrudan seçilebilecekler ve listelerde ilk sıralarda olanların sayısı yaklaşık 50 civarında.
Ancak yeni yasayla birlikte milletvekili sayısının azalacak olması, ayrıca SPD, Yeşiller'in oy oranının gerilemesinin de etkisiyle, yalnızca 15 kadar milletvekilinin seçilmesine kesin gözüyle bakılıyor.
Sol Parti ve BSW'nin barajı geçmesi durumunda, Türkiye kökenli vekillerinin sayısında artış bekleniyor.
Sağcı popülist AfD'nin listelerinde yer alan az sayıdaki göçmen kökenli arasında, Türkiye kökenli iki isim de dikkat çekiyor. Bunlardan biri kendisini "Hristiyan, bir anne ve gururlu bir Alman" olarak tanımlayan 1981 doğumlu Bilge Leyla, diğeri de 1990 doğumlu Kerim Denis Erdem.
Son yıllarda Alman vatandaşlığına geçen yarım milyon kişi bu seçimlerde ilk kez oy kullanacak. Bunların büyük bir bölümünü de Suriyeliler oluşturuyor.
Almanya'daki seçmenlerin yaklaşık yüzde 12'sini göçmen kökenliler oluşturuyor. Göçmen anne ve babanın çoğu olan ya da bizzat kendisi göçmen olan seçmen sayısı 7 milyon 100 bin, bunların yaklaşık 1 milyonu da Türkiye kökenli.
Almanya seçimleri ekonominin geleceği için dönüm noktası olacak
Avrupa'nın en büyük ekonomisi olan ve Avrupa Birliğinin (AB) gayrisafi yurt içi hasılasının (GSYH) yaklaşık dörtte birini oluşturan Almanya, siyasi yapısının kıta genelinde ekonomik büyüme, ticaret ve yatırım fırsatları üzerinde önemli etkiye sahip olmasıyla biliniyor.
Almanya'nın 25 yıl aradan sonra bir kez daha "Avrupa'nın hasta adamı" olup olmadığı tartışması geri dönerken, seçimler, Alman ekonomisinin yapısal sorunlarının ağırlığı altında büyümekte ve rekabette zorlandığı bir ortamda yapılacak.
Ülkenin göç ve iltica politikalarıyla ilgili uzun süredir devam eden sorunları seçim kampanyalarında öne çıksa da Alman seçmenler için en ciddi endişenin "ekonomik refah" olması dikkati çekiyor.
Rusya-Ukrayna savaşı 4. yılına girerken, savunma da ABD'nin güvenilmezliğiyle diğer bir ciddi endişe kaynağı olarak görülüyor.
Almanya ekonomisi, geçen yıl Çin ile artan rekabetin ve yapısal sorunların ekonomiyi frenlemesiyle art arda ikinci yıl küçülme kaydederken, ülke 2025'e düşük büyüme beklentileriyle, yapısal sorunlarla ve uluslararası ticaret gerilimleriyle başladı.
Ekonomistler, ülkenin bu yıl da sanayileşmiş ülkeler arasında en zayıf performans gösterenlerden biri olacağını öngörüyor.
Ülkenin bel kemiğini oluşturan sanayi şirketleri, artan enerji fiyatları ve ihracata bağımlı Alman ekonomisinde özel sorun olan dış talepteki düşüşe bağlı sert makroekonomik rüzgarlarla mücadele etmekte zorlanıyor.
Yapısal sorunların da ekonomiyi frenlediği Almanya'da, bir zamanlar oldukça başarılı olan "Ucuz enerji ve ara malı ithal et, bunları işle ve yüksek kaliteye sahip mal olarak 'Made in Germany' algısıyla pahalı biçimde ihraç et" başlıklı iş modeli artık işe yaramıyor.
Kovid-19 salgını, tedarik zinciri kesintileri, Asya'daki rekabet, Rusya-Ukrayna savaşı gibi son dönemde yaşanan çok sayıda kriz, Alman ekonomisinin zayıf yönlerini su yüzüne çıkarırken, ülke, jeopolitik sorunlar, iklim değişikliği, durgun ekonomi ve demografik zorlukların üstesinden gelme konusundaki birtakım sorunlarla karşı karşıya.
Alman ekonomisi, "Çok az yatırım, çok fazla bürokrasi ve aşırı yüksek lokasyon maliyetleriyle" sıkışırken, iç ve dış siyasi çalkantıların ortasında Avrupa'da ve uluslararası alanda geride kalarak zemin kaybediyor.
Tarihsel olarak küreselleşme ve ucuz enerji girdilerine dayanarak ücretlerin ve yaşam standartlarının yükselmesini sağlayan Alman büyüme modeli, yapısal zorluklarla ve jeopolitik risklerle karşı karşıya.
Bu kasvetli durum, ekonomisi diğer büyük ekonomilere göre daha fazla sanayi ve ihracata dayanan ülkenin ekonomik modeli hakkında varoluşsal soruları gündeme getirirken, seçimden sonra kurulacak koalisyon hükümetinin inovasyonu ve rekabet gücünü artırmak için piyasa odaklı reformlar yapmasını ve yatırımları baskılayan "borç frenini" terk etmesini zorunlu kılıyor.
Yapısal sorunlar ve reformlar
Almanya'nın hala "kendi ürettiği bürokrasi, kurallar ve prosedürler altında da ezildiği" belirtiliyor.
"Aşırı bürokrasi, vasıflı iş gücü eksikliği, artan enerji maliyetleri ve demografik değişim" Alman ekonomisinin uzun süredir mücadele ettiği yapısal sorunlar olarak öne çıkarken, piyasa odaklı reformların acilen hayata geçirilmesi önem taşıyor.
Bürokrasinin azaltılması, tüm partiler için önemli konu olmaya devam ediyor.
Sanayisizleşme
Sanayi üretimindeki düşüş ve ihracatın zayıflaması da yeni hükümeti bekleyen kritik riskler arasında. Bir zamanlar küresel büyümenin güç merkezlerinden biri olan Almanya'nın sanayi sektörü artık can çekişiyor.
İhracata bağımlı olan ve ülkenin GSYH'nin neredeyse yüzde 30'unu oluşturan Alman sanayisi, küresel ekonomideki yavaşlamadan, artan Çin rekabetinden ve Rusya-Ukrayna savaşından sonra yüksek enerji fiyatlarından olumsuz etkileniyor.
Özellikle otomotiv sektörü, elektrikli araç pazarındaki durgunluk ve Çin rekabeti nedeniyle krizle karşı karşıya bulunuyor. Tüm bunlar Alman ekonomisinin temel taşı olan sektörü içten yanmalı motorlu araçlardan elektrikli araçlara geçirmeye başlamasını daha da zorlaştırdı. Almanya'nın en önemli ürünü olan otomobilleri üreten otomotiv sektörü, ABD'li ve Çinli rakiplerine karşı zemin kaybediyor.
Enerji maliyetleri
Elektrik ve gaz fiyatları, geleneksel olarak enerji yoğun olan Alman ekonomisi için çok yüksek kalırken, enerji maliyetlerinin düşürülmesi konusu da tüm partilerin sözleri arasında yer alıyor.
Angela Merkel döneminde ekonomi Rusya'dan ucuz enerji ithalatına aşırı bağımlı hale gelirken, 2022'de Rusya-Ukrayna savaşıyla enerji fiyatları yükseldi. Ülkede son nükleer santralin 2023'te kapanması, enerjide mevcut seçenekleri sınırlandırdı.
Artan enerji maliyetleri, özellikle enerji yoğun sektörlerde Alman sanayisinin rekabetçi kalmasını zorlaştırırken, 2017 sonunda sanayi üretiminde başlayan net düşüşü daha da ivmelendirdi.
Seçimden sonra kurulacak hükümetin, yenilenebilir enerji altyapısına yatırım yapmak, enerji maliyetlerini azaltmak gibi seçenekleri değerlendirerek Alman sanayisinin rekabet avantajını yeniden kazandırması gerekiyor. Bu zorlukların, ABD Başkanı Donald Trump'ın potansiyel gümrük vergisi tehditleriyle ortaya çıkan ticari gerilimlerin hedefinde de ele alınması gerekecek.
Donald Trump'ın etkisi
Trump'ın gümrük tarifeleri küresel ticaret savaşı riskini artırırken, Donald Trump'ın eleştirdiği Almanya'nın ABD ile ticaret fazlası geçen yıl 70 milyar avroyla rekor seviyeye ulaştı.
Bu fazlanın yaklaşık dörtte biri otomotiv sektöründen gelirken, dijital ürünler söz konusu olduğunda Almanya, ABD'ye karşı ticaret açığı veriyor.
Trump, Amerikan ekonomisine zarar verdiği gerekçesiyle Almanya'nın ticaret fazlası elde etmesini eleştirerek, ülkeyi Alman otomobillerine ek gümrük vergisi uygulamakla tehdit etmişti.
Söz konusu ticaret fazlasının Başkan Trump'ın gümrük vergisi tehdidini uygulamaya koyması halinde riske girebileceği hesaplanıyor.
Analistler, Trump'ın AB ithalatına gümrük vergileri yoluyla daha fazla korumacı politika uygulamasının ihracata dayalı Alman ekonomisi için iyiye işaret olmadığını belirtiyor.
ABD ve Avrupa arasında kısasa kısas ticaret savaşında ise Almanya'nın sanayisinin daha zor durumda kalacağı öngörülüyor.
Trump'ın, ülkesinin Alman sanayisi için önemli satış pazarı olarak işlev görmeye devam etmesine izin vermeyeceğini vurgulayan analistler, ABD Başkanı'nın, Almanya'dan, sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) ve askeri ekipman gibi Amerikan mallarını daha fazla ithal etmesini talep edeceğini öngörüyor.
Borç freni
Küresel finansal krizin ardından 2009'da yürürlüğe giren ve bütçe açığını ülkenin GSYH'nin yüzde 0,35'i ile kontrol ederek hükümetin borçlanmasını sınırlayan bir mali kural olan Almanya'nın "borç freni" de tartışmaya sebep oluyor.
Borç freninin muhafaza edilmesi ya da gevşetilmesi konusundaki görüşler potansiyel koalisyon partileri arasında farklılık gösterirken, analistler, Alman ekonomisini canlandırmak ve daha yüksek savunma harcamalarının finansmanı için anayasal el freninin gevşetilmesinin uzun sürmeyebileceğini tahmin ediyor.
Çin etkisi
Almanya'nın diğer büyük Avrupa ekonomilerine kıyasla Çin'e daha fazla bağımlı olması dikkati çekiyor.
Çin'in 2001'de Dünya Ticaret Örgütüne (WTO) katılmasıyla hızlanan ekonomik büyümesi, "Made in Germany" sanayi mallarına büyük talep getirirken, Almanya emeğin yoğun olduğu Çin ekonomisinde dış kaynak kullanımından büyük fayda sağladı.
Almanya'nın Çin'e bağımlılığı; dış ticaret, tedarik zincirleri veya "büyük pazar" konusunda dikkati çekerken, Çin'in Almanya'dan satın aldığı malları giderek daha fazla üretebilmesi Alman ekonomisinin büyümesini zorlaştırıyor. Çin'in kalite basamaklarını ve teknoloji basamaklarını hızlıca tırmanması, bu ülkeyi Almanya için zorlu rakip haline getiriyor.
Alman sanayisinde kullanılan ara ürünlerin çoğunluğu Çin'den gelirken, bu ülkenin Alman ekonomisi için önemini vurgulayan Alman iş dünyası da "Çin olmadan yapamayacakları" uyarısında bulunuyor.
"Avrupa'nın hasta adamı" olup olmadığı tartışması sona erecek mi?
1990'da iki Almanya'nın yeniden birleşmesi ekonomi için yüksek maliyetler getirirken, 10 yıl boyunca ihracat talebinin yavaşlaması çift haneli işsizlik oranlarına katkıda bulundu ve 1990'ların sonunda Almanya "Avrupa'nın hasta adamı" olarak nitelendirilmeye başlandı.
Almanya'nın 25 yıl sonra bir kez daha "Avrupa'nın hasta adamı" olup olmadığı tartışması geri dönerken, "Almanya toparlanamaz ve Avrupa'nın hasta adamı haline gelirse bunun Avrupa için sonuçları ne olur?" sorusu tartışılmaya başlandı.
Rekor düzeyde yüksek istihdamı, istikrarlı ticaret fazlasını ve sağlam kamu maliyesini Almanya'nın hala birçok güçlü yanları olarak gösteren ekonomistler, pazar günkü seçimlerin ardından "Avrupa'nın hasta adamı" olup olmadığı tartışmasını sona erdirmek için gereken reformları hayata geçirmenin yeni hükümetin görevi olacağını belirtiyor.