İsrail’in Gazze’ye 2 yıl boyunca yaptığı aralıksız saldırılar ve İran’la 12 gün boyunca sürdürdüğü savaş bölge hakkında bildiğimiz birçok şeyi değiştirdi. Dr. Rashid Khalidi’ye göre artık çok daha öngörülemez bir bölgede yaşıyoruz. 1915’te Britanya ve Fransa arasında imzalanan ve Orta Doğu’yu cetvelle şekillendiren anlaşmaya göndermede bulunan Khalidi, Orta Doğu’da birçok ülkenin fiilen parçalanmış halde olduğuna dikkat çekerek artık bir “süper Sykes-Picot” döneminde bulunduğumuzu söylüyor
Gazze’de şu anda oldukça kırılgan bir ateşkes var. Bölgenin geleceğinde ne görüyorsunuz?
En kolay cevap istikrarsızlık. Ateşkes stabil değil. İsrail’in içinde savaşı devam ettirmek için ciddi bir baskı var. ABD ve bölge hükümetleri ise savaşın durması ve sürecin nereye gideceğini görmek için baskı yapıyor. İsrail, yaşanacak herhangi bir olayı savaşı tekrar başlatmak için bahane olarak kullanabilir. Öte yandan Trump’ın bir krizi çözmüş gibi görünmek istemesi İsrail’de savaşı devam ettirmek isteyenlerin önünde büyük engel.
Filistin’de ise durum çok kötü. Herkesin dikkati Gazze üzerindeydi ve Batı Şeria dikkatlerden kaçtı. Topraklara el konulması, insanların köylerinden sürülmesi ve nüfusun üzerindeki baskı savaşın başından beri katlanarak arttı. İsrail hükümetinde etnik temizliğe yatkınlık var.
Filistin siyasetinde de durum iyi değil. Bölünmüşlük seviyesi yüksek. Stratejik düşünme çok sınırlı, yeni fikirler yok. Filistin ulusal hareketi dünyayı etkilemekte zorlanıyor.
“Bölge ülkelerinin İsrail’e bakışı değişti”
Bölgeye gelecek olursak. Savaş bölge hakkında bildiğimizi sandığımız birçok şeyi değiştirdi. İran’ın çok büyük bir güç olduğuna inanılıyordu. Hizbullah’ın başsız bırakılması, Hamas’ın liderlerinin öldürülmesi, Gazze’de olanlar ve İran’ın hem ABD hem de İsrail tarafından vurulması İran’ın gücünün düşünülenden sınırlı olduğunu gösterdi.
İsrail’in Gazze’deki insanlık dışı eylemleri; Lübnan, Suriye ve İran’a yönelik saldırıları İsrail’e bakışı değiştirdi. Bir zamanlar İsrail’i büyük bir tehlike olarak görmeyen ülkeler artık onu öngörülemez ve potansiyel olarak tehlikeli bir aktör olarak görüyor. Mesela Körfez ülkeleri sadece İran konusunda endişeliydi. Artık İran konusunda daha az, İsrail konusunda daha çok endişelilerdir. Yani gidip ABD’nin bölgedeki en büyük üssünün bulunduğu, onun korumasında Katar’a saldırabiliyorlarsa İsrail’i ne durdurabilir? Bunu yapabiliyorlarsa her şeyi yapabilirler. Bu durum Suudi Arabistan, Mısır ve Türkiye’nin Filistin ve İsrail konusunda işbirliğini olmasa bile en azından irtibatını değiştirdi. Hesapları değiştirdi.
Son 2 yıl uluslararası ilişkiler konusunda bildiklerimizi de değiştirdi. İran’ın askeri gücü ve Katar’ın ABD ile yakınlığı İsrail için caydırıcı olmadı. Bu Orta Doğu’yu çok daha öngörülemez hale getirmedi mi?
Getirdi. Bölge ülkeleri Filistin ve İsrail arasında olanlar bizi çok etkilemez diye düşünüyordu. Fakat son yıllarda yaşananlar bunu değiştirdi.
Ayrıca tüm bunlar zaten istikrarsız bir bölgede yaşanıyor. Suriye’de her şey çözülmüş değil. Hatta çoğu şey çözülmemiş halde. Irak’ta da öyle. Birçok devlet İran’la sürtüşme halinde. Bu ortamda İsrail’in yaptıkları bölgedeki tüm ülkeleri etkiliyor.
Bence sonunda bu durum ABD’yi de etkilemeye başladı. Bu istikrarsızlığın kendi çıkarlarını da etkilediğini fark ettiler. O yüzden evet, bu savaş bölgeyi daha öngörülemez hale getirdi.
Sizce bu savaş bir 100 yıl daha sürecek mi?
Filistin sorusuna baktığınızda Filistin halkına normal insanların yaşadığı gibi yaşama hakkı verilmesi talebi görüyorsunuz. Bunun çözülmemesi hep istikrarsızlık yaratacak. Trump yönetimi ve Mısır’da buluşan diğer liderlerin de geçmişte yapılanlardan farklı bir şey yapacağını düşünmüyorum. Sorun aynı. Filistinliler müzakerelerde kendi temsilcilerini seçebilmeliler. Bunlar hoş veya en iyi insanlar olmayabilir. Ama sadece kabul edilebilir gördüğünüz insanlarla müzakere ederseniz hiçbir şey çözemezsiniz. İrlanda’da 1990’larda masaya IRA ile oturulmasa sorunlar çözülemezdi. O yüzden kendi seçtiğiniz kuklalarla masaya oturuyorsanız yaptığınız şeyin adı müzakere değil, dikte etmektir. İsrail bunu yaptığı ve ABD buna izin verdiği sürece çözüm olmayacak ve sonuç olarak çatışma devam edecek. Umarım yüz yıl sürmez.
Tüm bunlar Hamas’ın geleceği için ne anlama geliyor?
Hamas şu anda hâlâ Gazze’nin yaklaşık yüzde 47’sini kontrol ediyor. Kamuoyu anketlerine göre Filistin halkının yarısından biraz daha azı Hamas’ı desteklemeye devam ediyor. O yüzden hala güçlüler. Bu savaşın başlarında İsrail Hamas’ı askeri olarak yense bile siyasi bir güç olmaya devam edecek demiştim. Sevin ya da sevmeyin, onlar ideolojik bir güç. Yani Hamas’ın bir geleceği var. Pozitif mi olacak negatif mi bilmiyorum.
“Said bugünleri görse şaşırırdı”
Şu anda Filistin siyasetinde bir güç boşluğu var. Ortada meşruiyeti olmayan bir Filistin Yönetimi var, başındaki Mahmud Abbas çok yaşlı ve güçsüz, Filistinlilerin çoğu ondan nefret ediyor. Genel hatlarıyla ulusal hareket çok zayıf. Organize halde değiller. Hiçbirinin bir stratejisi yok. Mesela Hamas’ın stratejisi ne? Filistin’i nasıl özgürleştirmeyi planlıyorlar? Böyle yapacağız, sonraki hamlemiz de bu; tüm bunları da böyle yapacağız dediklerini hiç duymadım. 2017 tüzüklerinde nehirden denize dediler, sonra İsrail’in yanında bir Filistin devletinden söz ettiler. Bu ikisi birbiriyle uyuşmayan şeyler. Biri doğru diğeri yanlış demiyorum. Bir karar verin diyorum. Hareketin içinde fikir ayrılıkları olduğu açık. Bence bu Filistinlilerin önündeki daha büyük siyasi problemin bir yansıması. Ulusal hedefleri ne?
Bence dış müdahaleler problemi büyütüyor. Hamas tek başına müdahale etmiyor. Katar, İran, Türkiye tarafından destekleniyor. Abbas da tek başına hareket etmiyor. Parasını İsrail üzerinden alıyor. Ne yapıp ne yapamayacağını onlar söylüyor. ABD, Avrupa ve Körfez ülkeleri buna destek veriyor. Filistin’e bölgesel ve süper güçlerin müdahalesi uzun süredir bir problem. Bu müdahale iç siyasete de yapılıyor. Filistinliler bu sorunu çözmeli.
Peki ideal bir dünyada Filistin Yönetimi nasıl olmalı? Reform mu gerekli yoksa tamamıyla bir değişime mi ihtiyaç var?
Oslo Anlaşmaları’nın imzalanması korkunç bir hataydı. Filistin’in kendi kaderini tayin etmesinin ve devlet olmasının önüne geçti. Filistin Yönetimi’nin kuruluşunda birçok hata yapıldı. Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) İsrail işgali altındaki Filistin’e dönme kararı onların kendini bir hücreye sokması anlamına geldi. İsrail kontrolüne girdiler. Hangi kurtuluş örgütü kendini işgalciye teslim eder? İnanılmaz bir stratejik hataydı.
Yeni bir ulusal birlik olması çok önemli. Bu Filistin Yönetimi çatısı altında olup olmayacağı başka bir soru. Unutmayın, bu yönetim sadece 1967’de işgal edilen bölgeleri yönetiyor. Filistinlilerin yarısı bu bölgelerin dışında yaşıyor. Filistin Yönetimi onları temsil etmiyor. İsmen FKÖ tarafından temsil ediliyorlar, ama yönetim FKÖ’nün içini boşalttı. Filistin Yönetimi Filistin siyasetini tekeline aldı. Ama aynı zamanda tamamen İsrail’in kontrolündeler. O yüzden bir reforma ihtiyaçları var, ama bu ABD’nin söz ettiği türde bir reform değil.
Filistin Yönetimi veya FKÖ’nün reformu, ya da tamamen yeni bir yapının oluşturulması olsun; Filistinlilerin ulusal hareketleri için yeni bir formata ihtiyaçları var.
7 Ekim’den sonra dünyada İsrail’e bakış ve söylem ciddi anlamda sertleşti ve değişti. Bu değişim kalıcı mı yoksa dünya yine geçici bir ahlaki uyanış mı yaşıyor?
Bence bu kalıcı olabilir. İsrail imajına ve söylemleri domine etme kabiliyetine geri dönülemez şekilde hasar verdi. İnsanlar gördükleri şeyi unutmazlar. Bir daha İsraillilere asla inanmayacaklar, çünkü son 2 senedir Gazze’de yaptıkları her şey hakkında açıkça yalan söylediklerini gördüler. Sivil nüfus ve altyapı bilinçli olarak yok edildi. Yapılanların Hamas ve tünellerle hiçbir alakası yoktu.
İsrail, Hamas’a desteği sivillere acı çektirerek azaltmaya çalıştı. İnsanlar su arıtma ve elektrik tesislerinin yok edilişini, bölgenin yaşanılmaz hale getirilişini gördü. Saldırılan Hamas değildi. Yalanları ortaya çıktı. İsrail’in korkunç şeyler yaptığını ve ABD’nin onu desteklediğini gördüler. Bu, insanların bakış açısını değiştirdi.
İnsanlar, bir soykırımın mağdurları tarafından anlık yayınlanmasını gördüler. Bu insanların paylaştıklarını CNN’nin, The New York Times’ın veya herhangi bir Batılı ana akım medya kuruluşunun yazdıklarından daha inandırıcı buldular. Yaşananlar, Batı dünyasına hiç ulaşmadığı seviyede ulaştı.
İsrail bunu tersine çevirmek için influencer’lara, sosyal medyaya, propagandaya yüz milyonlarca dolar harcıyor. Parayla insanların görüşlerini satın alıyorlar. Bu konuda çok iyiler, bir noktaya kadar başarı da elde edeceklerdi. Ancak temelde bence bu değişim tersine dönemez. İnsanlar gördüklerini unutmayacaklar.
1997 yılında yılında “Filistin Kimliği” kitabınızı yayımladınız. Genç Filistinlilerle önceki jenerasyonun savaşa ve milliyetçiliğe bakışı arasında bir değişim görüyor musunuz?
İnsanları birleştiren şeylerden biri kolektif travma. Mesela Kurtuluş Savaşı Türk halkını birleştirdi. Onlara çekilen ortak acılar üzerinden ortak bir kimlik verdi. Bence 1948’deki Nakba da Filistin halkı için aynı şeyi yaptı. Gazze’de olanlar da bence neredeyse bunun kadar travmatik. Bu da kolektif travma. Filistin kimliğini güçlendirdi. Bu geleceği nasıl etkileyecek bilmiyorum. İnsanlar hâlâ şokta. Görüşlerinin değişip değişmediğini söylemek zor ama insanları kesinlikle birleştirdi.
Siz Edward Said’i en yakından tanıyan insanlardandınız. Sizce ABD’nin bugünkü Orta Doğu söylemini görse ne derdi?
Bence ne kadar çok şeyin değiştiğine şaşırırdı. Ne kadar çok Demokrat siyasetçinin Amerikan İsrail Halkla İlişkiler Komitesi’nden para almayacağını söylediğine şaşırırdı. MAGA hareketinden insanlardan, sağ Cumhuriyetçilerden, gençlerden ne kadar çok insanın İsrail’i sert bir şekilde eleştirdiğine şaşırırdı. Özellikle gençlerin görüşünün ne kadar değiştiğine şaşırırdı. Ancak genel olarak da kamuoyu gelişmelerinde değişim yaşandı. Bir ankette ABD’deki Yahudilerin yaklaşık yüzde 60’ının Gazze’de savaş suçu işlendiğini söylediğini gördüm. Yüde 40’ı ise soykırım yapıldığını düşünüyordu. Bence tüm bunlar onu çok şaşırtırdı.
ABD’nin Ankara Büyükelçisi’nin “Bir Sykes-Picot daha olmayacak” sözleri çok tartışıldı. 100 yıl önce yapılan ve asla tam anlamıyla hayata geçirilemeyen bu gizli anlaşma, bugün Orta Doğu’yu nasıl şekillendiriyor?
Sykes-Picot, I. Dünya Savaşı’nda İtilaf Devletleri’nin bölgeyi bütün bölme planlarının toplamı için kullanılıyor. Bu sadece Suriye, Lübnan, Filistin, Ürdün ve Irak’ı etkilemeyecekti. Türkiye de etkilenecekti, Anadolu parçalanacaktı. Bence bölgede herkes Türkiye özelinde yapılmaya çalışılan ve Kurtuluş Savaşı sayesinde önlenenin farkında. Ve Arap dünyasında, bölünmüş Levant bölgelerinde herkes bunun farkında. Bu 110 sene önce başladı, Sykes-Picot 1915 yılında imzalandı. Bazı anlaşmalar 1916’da imzalandı.
“Sykes-Picot sınırları hâlâ geçerli”
Son 10-15 yıl içinde birçok Arap ülkesi, büyük güçlerin veya müttefiklerinin eylemleri nedeniyle kısmen bölünmüş durumda. Libya ve Yemen’de iki hükümet var. Irak’ta otonom bir Kürt bölgesi var ve ülkenin geriye kalanı da bölünmüş durumda. Suriye ve Filistin paramparça. Bu nedenle, bir yandan Sykes Picot sınırları Suriye’ye kadar hala geçerli.
Öte yandan daha fazla bölünme de yaşanıyor gibi gözüküyor. Bazı insanlar açısından bu bölünmeler olumlu. Erbil’de yaşayan bir Kürtseniz durumdan çok memnun olabilirsiniz. Ama artık Sykes-Picot ile Körfez Savaşı arasında olduğu gibi birleşik bir Irak ulus devleti yok. Esad rejimi devrildiği için çok mutlu olabilirsiniz. Çoğu insan öyle. Ama ülkenin kuzeydoğusu hükümetin kontrolünde değil, başka bir bölümü Türkiye’nin kontrolünde. Devrimden önce birleşik olan ülke şu anda dört parça. Yemen, Libya, Sudan… Örnekler uzar gider. Bu ülkelerin tümünde Sykes-Picot’yu aştık. Buna süper Sykes-Picot desek yeridir. Parçalar bile parçalanıyor. Fazla kontrolcü merkezi hükümetler her zaman iyi değildir, ama bölünme de iyi değil. Bu örneklerde inanılmaz bir sürtüşme yarattı.
Şimdi bu yapılanın bilinçli olup olmadığı konusunda korku var. Sykes-Picot örneğinde ne yaptıklarını biliyorlardı, niyet açıktı. Britanya, Fransa ve müttefiklerinin politikasıydı, İtalyanlar ve Yunanlar da işin içindeydi. Ruslar da ilk başta Osmanlı’ya karşı bunun bir parçasıydı. Şimdi durum aynı açıklıkta değil ve aynı bilinçlilikte de değil. Bazı örneklere bakarsak, ABD’nin niyeti Irak’ı zayıflatmaktı. Başka ulus devletleri zayıflatmak için de hamleler yapıldı. Bu iyi bir şey değil. İnsanlar endişelenmekte haklı. Bence bunlar gelecekte çok fazla istikrarsızlık ve öngörülemezliğin kaynağı olacak.
Kimdir?
1970 yılında Yale Üniversitesi’nde lisansını tamamlayan Filistin asıllı Amerikalı tarihçi Rashid Khalidi 1974’te Oxford Üniversitesi’nde doktorasını tamamladı. 1976-1983 arasında Lübnan’daki Beyrut Amerikan Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Departmanı’nda ders verdi. Aynı süreçte Bağımsız Filistin Çalışmaları Enstitüsü’nde araştırmalar yaparken Lübnan Üniversitesi’nde de ders verdi. 1982 Lübnan Savaşı’nda yaptığı değerlendirmeler dünya basınında geniş yer buldu. 1985’te ABD’ye dönen Khalidi 2 sene Columbia Üniversitesi’nde ders verdikten sonra Chicago Üniversitesi’nin yolunu tuttu ve hem Orta Doğu Çalışmaları Merkezi’nin hem de Uluslararası Çalışmalar Merkezi’nin direktörlüğünü yaptı. Verdiği söyleşilerle ABD’nin Orta Doğu konusunda en öne çıkan profesörlerinden biri haline geldi. 1991’de yapılan ve barışa en yaklaşılan an olarak görülen Madrid Konferansı’nda Filistin Kurtuluş Örgütü’nün danışmanıydı.
2003’te Columbia Üniversitesi’nde Edward Said Modern Arap Çalışmaları Kürsüsü’nün profesörü oldu. Bir dönem dekan yardımcılığı da yaptı ve Georgetown Üniversitesi’nde ders verdi. 2024’te emekli olsa da yönetimin isteği üzerinde ders vermeye devam etti.
ABD Başkanı Donald Trump’ın Columbia Üniversitesi üzerindeki baskısını artırmasının ardından yönetimin Beyaz Saray’la işbirliğine gitmesi üzerine The Guardian gazetesinde yayımlanan bir açık mektupla istifa etti. 2020’de yayımlanan “Filistin’e Karşı Yüz Yıllık Savaş: Yerleşimci Sömürgeciliği ve Direnişinin Tarihi” kitabı Filistin-İsrail çatışması üzerine yapılmış en kapsamlı çalışmalardan biri olarak kabul ediliyor. Kendisi uzun akademik kariyeri boyunca sayısız ödüle layık görüldü ve Orta Doğu Çalışmaları Birliği’nin başkanlığını yaptı. Ayrıca 2002-2020 arasında akademik yayın Journal of Palestine Studies’in editörüydü.