18 Kasım 2024, Pazartesi Gazete Oksijen
Haber Giriş: 26.11.2021 04:29 | Son Güncelleme: 16.02.2022 15:18

Fransa Tanrı’dan neden korkuyor?

New York Times’ın eski Paris Büro Şefi Rachel Donadio, Fransa’nın ayrımcılığa vardırdığı kendine has laiklikliğini The Atlantic’te çıkan yazısında tartışmaya açtı. “Laïcité” kavramının bu tür bir yorumu, yeni bir yasada şekil buluyor. İşte o yazının önemli bölümleri
Fransa Tanrı’dan neden korkuyor?

Liberal demokrasileri bir arada tutan güçler nelerdir? Hangi güçler onu parçalayabilir? Bu yılın başlarında Fransa eğitim bakanı Jean-Michel Blanquer’in ulusun önüne konulan bir öneriyi savunmasını dinlerken aklımdan geçen bazı sorular bunlardı. Ortam muhteşemdi: Fransız Senatosu, bir opera binası kadar zarif. Tasarı da en az o kadar büyüktü: Cumhuriyetin İlkeleri ve Ayrılıkçılığa Karşı Mücadele.  Bugün kanunlaşan ayrılıkçılık karşıtı yasa tasarısı, Fransız devleti ile örgütlü din arasındaki asırlardır süren savaşın en son salvosu oldu. Yasa, “sekülerlik” olarak tercüme edilen ancak önemli ölçüde daha karmaşık bir terim olan “laiklik” (laïcité) fikrine daha fazla resmî destek vermek için tasarlandı.

Fransız ısrar

“Özgürlük, eşitlik, kardeşlik” kavramlarını herkes bilir. Ancak çağdaş Fransa’da şiddetle çekişilen tarafları tanımlayan şey laiklik. Terim, dinin kamusal alanda olmaması gerektiği konusunda eşi görülmedik bir Fransız ısrarını ifade eder hale geldi. Avrupa’da başka hiçbir ülke bu yolu izlemedi. Din kaynaklı terörist saldırıların Fransa’yı travmatize etmeye devam ettiği bir zamanda laiklik, ulusal kimlik ve ulusal güvenlik sorunlarıyla ayrılmaz bir şekilde harmanlandı. Yasa tasarısı, öncelikli olarak İslamcı köktencilikle mücadele çabalarının bir parçasıydı. İkincisi, bazı Fransız camilerinde etkili olan, Mısır’daki Müslüman Kardeşler’i destekleyen Türkiye’yi üstü kapalı bir şekilde geri itti. Son olarak, “cumhuriyetçi değerler”in yüce kavramına hitap ettiği için, önümüzdeki baharda yapılacak seçimler öncesinde sağı ve aşırı sağı oksijensiz bırakmanın bir yolu olarak görüldü. Macron, Müslümanların şu anda nüfusun yüzde 8’ini oluşturduğu ülkede göçmen ve İslam korkusunun büyüttüğü Marine Le Pen ve partisiyle muhtemelen bir kez daha yarışacak. Ayrılıkçılığa karşı yasa tasarısı, temmuz ayında Cumhuriyet İlkelerine Saygının Teyidi adı altında yasalaştı. Birçok caminin yurtdışından finanse edildiği Fransa’nın yeni kanunu, dini dernekler üzerinde daha sıkı kontroller getiriyor. Devlete nefreti veya şiddeti teşvik ettiği şüphesi gerekçesiyle herhangi bir ibadethaneyi geçici olarak kapatma yetkisi veriyor. Sığınmacılara yönelik önlemler artıyor. Çok eşli yaşayan erkeklerin oturma izinlerini reddediyor. Doktorların bekaret belgesi vermeleri yasaklanıyor. Müslüman, Katolik, Protestan ve Ortodoks Hristiyan liderler, örgütlenme özgürlüğünü kısıtladığını söyleyerek yeni yasayı kınadılar. Akademisyenler ve tarihçilerin önemli kısmı yasayı devletin din meselelerine el uzatması olarak değerlendirdi. Yeni yasa, evde eğitim için hükümetten özel bir izin gerektiriyor, bu koşullar arasında dini gerekçeler yok. Fransa’nın felsefi özü burada yatıyor. ABD’de en azından teoride, birlik farklılığı barındırabilir. Fransa’da farklılık, parçalanmayla eş değer görülüyor. Paris’te yaşayan ve çalışan bir Amerikalı olarak Fransa’dan Amerika’ya her döndüğümde, televizyon sunucularının “Tanrı korusun” dediğini, başkanların İncil’den alıntı yaptığını duymak beni şaşırtıyor. Fransa’da özel inançları kamusal alana getirmek, laikliğin ihlali. Her ülke geçmişinin yaralarıyla şekillenir. Amerika kölelik yüzünden iç savaş yaşadı. Fransa’nın iç savaşları din yüzündendi.

Asimilasyonun adı

Müslüman kadınların başörtüsü takmasıyla ilgili her yeni tartışmayla uluslararası manşetlere çıkan laiklik konusu, Fransız kamusal yaşamının başka bir ilkesi olan asimilasyon bağlamında görülmelidir. Fransız yazar Marc Weitzmann geçenlerde bana “Gerçekte konu dinle ilgili değil” dedi. “Çok daha derin. Amerikalılar sürekli olarak kim olduklarını mümkün olan her şekilde ortaya koyuyorlar. Fransız usulü ise kim olduğunuzu değil, ne olduğunuzu görgü kurallarıyla göstermek demektir.”  Macron’a gayriresmi olarak danışmanlık yapan Fransız-Tunuslu yazar Hakim El Karoui geçenlerde bana “Fransa herkese açık, ancak tek bir yol var, o da evrenselcilik. Fransız paradoksu bu. Çok açık ve çok kapalı” dedi. Yani özel hayatınızda kültürünüzü, dilinizi, dininizi geliştirebilirsiniz ama toplum içinde asimile olursunuz. Bugün belki de Fransa’nın en güçlü ikinci adamı olan İçişleri Bakanı Gérald Darmanin, geçen yıl bir televizyon röportajında ​​süpermarketlerdeki helal gıda reyonlarının bir tür dini ayrılıkçılığı temsil ettiğini söyledi. Fransız vatandaşlığına başvuranlara sadece Fransa’nın tarihi ve coğrafyası hakkında değil, aynı zamanda ördek konfi ve Nice usulü salata hakkında da bilgi edinmeleri öneriliyor. Okul kafeteryalarında vejetaryen yemekler, helal ve koşer et servis edilip edilmeyeceği veya bunun da ayrılıkçılığa bir taviz olup olmayacağı tartışılıyor. Kafeterya yemeğinin cumhuriyetin temellerini tehdit edebileceği fikri beni şaşırtıyor. Fransız asimilasyonculuğunun en uç noktasında, şu anda cumhurbaşkanlığı adaylığıyla flört eden,  aşırı sağ gazeteci ve radyo ve televizyon yorumcusu Éric Zemmour görülebilir. Cezayirli Yahudi göçmenlerin oğlu olan Zemmour, ebeveynlere çocuklarına Fransız isimleri vermeleri gerektiğini söylüyor. Pratikte Fransızlar teoride olduğundan daha çok kültürlü olabilir ancak teori ağır basıyor. Emmanuel Macron, varoluşsal bir savaşın sürmekte olduğu konusunda haklıydı. Ancak demokrasinin kendisine dair savaş daha büyük ve Fransa’dan daha geniş bir alanda yürütülüyor.