Nüfus artışına paralel şekilde kentleşme konusunda ortaya çıkan ihtiyaçlar yapılaşma hızını da artırırken bu durum, geri döndürülemez çevre sorunlarını beraberinde getirebiliyor. Bir yandan iklim değişikliğine karşı savunmasız inşa edilen kentlerde yaşanan sel ve heyelan gibi afetler ciddi can kayıplarına neden olurken diğer yandan kuraklık; su kıtlığına, tarımsal üretimde düşüşe, açlığa, insanların hayatını kaybetmelerine ve milyonlarca canlının ölümüne yol açıyor.
Çinli peyzaj mimarı Kongjian Yu tarafından 2013 yılında ortaya atılan sünger şehir modeli, yağmur sularının şehirdeki yeşil alanlar sayesinde yeniden toprağa kavuşması, ayrıca gölet, rezerv ya da uygun depolama alanlarında muhafaza edilerek olası bir kuraklık senaryosunda kullanılması prensibine dayanıyor.
Zirve Yeni Zelanda'daki Auckland şehrinde
Dünyanın birçok noktasında da sünger şehir modelinin hayata geçirildiğini görmek mümkün. İngiltere merkezli mühendislik danışma şirketi Arup, şehirdeki mavi ve yeşil alan varlığını, toprak tipini ve suyun akış potansiyelini göz önüne alarak 10 şehrin süngerlik derecesini ölçtü. Elde edilen verilere göre, Yeni Zelanda'nın Auckland kenti yüzde 35'lik süngerlik oranı ile ilk sırada yer aldı. Bu kenti, yüzde 34 ile Kenya'nın başkenti Nairobi, yüzde 30 ile Singapur'un başkenti Singapur, Hindistan'ın Mumbai kenti, ABD'nin New York City kenti ve Kanada'nın Toronto kenti, yüzde 29 ile Kanada'nın Montreal kenti, yüzde 28 ile Çin'in Şanghay kenti, yüzde 22 ile İngiltere'nin başkenti Londra ve yüzde 18 ile Avustralya'nın Sidney kenti takip etti.
Sünger şehir modeli ile ilgili sorularını yanıtlayan Tunçay, bir şehrin sünger şehre dönüştürülmesi için çeşitli doğal unsurlara sahip olması gerektiğini, hızlı kentleşme nedeniyle şehirlerdeki en büyük drenajı oluşturan derelerin önüne yapılan ev, yol, duvar gibi bariyerlerin yağmur sularının derelere ulaşmasını engellediğini belirtti.
"Parkların ekosistem açısından daha önemli işlevleri var"
Sünger şehir modelinin yaygınlaşması için geleneksel gri altyapıya olan bağımlığının azaltılması gerektiğini kaydeden Tunçay, "Eski dönemlerde sarnıç gibi geleneksel yöntemlerle muhafaza edilen yağmur suları, günümüzde biyolojik hendek, yağmur bahçesi, su deposu ya da varillerde depolanıp kullanılabilir. Bunlar entegre bir sistem, bu yüzden bir tanesiyle şehirlerin durumunu çözmek mümkün değil" dedi.
Parklarda toplanan suların bir kısmının döngüsel olarak doğaya ve akifere ulaştığı, kalanının ise ihtiyaçlara uygun şekilde kullanıldığı bir sisteme ihtiyaç duyulduğuna değinen Tunçay, şöyle devam etti:
"Yeşil alanın az olduğu mahallelerde parklar da tek başına yeterli olmuyor. O zaman sarnıç benzeri ya da gölet gibi alanlarda su birikimi yapılabilir. Şehirlerin bazı bölgelerinde ise yeterli yeşil alan bulunuyor. Ama burada da o alanlar refüjlerle ya da kaldırım yükseklikleri ile sudan koparılıyor. Suyun, yeşillik ile buluşması için bu bariyerlerin şehirlerden kaldırılması gerekiyor. Parkları tasarlarken suyun bu fonksiyonları yerine getirip getiremeyeceğini düşünmemiz gerekiyor. Fakat tasarım aşamasında estetik kaygılara çok önem veriliyor. Parkların doğa, çevre ve ekosistem açısından daha önemli işlevleri var."
"Suya doymuş bir topraktan serinlemek için faydalanabiliyoruz"
Sünger şehir modeliyle toplanan suların gölet, göletçik ya da rezerv alanlarda açık, sarnıç veya depolarda da kapalı alan modeliyle saklanabileceğini anlatan Tunçay, her iki sistemin de avantajları ve dezavantajları olduğunu ifade etti. Gölet gibi açık sistemlerin insanların vakit geçirebileceği alanlar oluşturduğunu, kuş ve böcek gibi hayvan türlerine de ev sahipliği yaptığını hatırlatan Tunçay, şunları söyledi:
"Açık sistemlerde bitkiler, kök ve gövdeleriyle suyun içinden geçen kirli partikülleri absorbe eder ve böylelikle çevre için önemli bir filtre görevi üstlenerek su kalitesini de iyileştirir. Açık sistemlerin en büyük dezavantajı ise yaz aylarında buharlaşmanın yaşanması. Buna çözüm olarak su yüzeyinin kaplanmasını sağlayan sistemler var. Sarnıçların ve depoların da kapasite ile ilgili sorunları oluyor. Dolayısıyla projelerde avantajlar ve dezavantajlar çok iyi değerlendirilmeli."
Yeterli suya ve bitkiye sahip toprağın aşırı ısınmayarak etrafına ferahlatıcı bir etki yaydığını işaret eden Tunçay, "Suya doymuş bir topraktan 3-4 derece serinlemek için faydalanabiliyoruz. Sünger alanlar, kuraklık ve ısınmanın etkilerini daha dayanabilir hale getirmek yani iklim konforunu sağlayabilmek için oldukça önemli" değerlendirmesinde bulundu.
Sünger şehir modeliyle şehirlere kazandırılan geçirimli alanlardaki bitkilerin, suyun daha yavaş ve kademeli şekilde yer altına sızmasını sağladığına ve doğal afet riskini azalttığına dikkati çeken Tunçay, sözlerini şöyle tamamladı:
"Sünger şehir doğa tabanlı bir çözümdür ve iklim değişikliği ile mücadele edeceksek şehirlerin doğa tabanlı çözümlerle entegre edilmesi gerekiyor. Bitkiler, gökyüzü ve yeryüzü arasında önemli bir katman oluşturuyor ve böylelikle yağmur ihtimalini de artırıyor. Buna uygun kentsel tasarımlar yaparsak rezervlerimizi ve barajlarımızı da doldurabiliriz."
Kaynak: AA