Kuzey İrlanda barış sürecini uzun yıllar takip ettim. Süreçte rol oynayan çok sayıda siyasetçi, bürokrat, sivil toplum çalışanıyla bir arada bulunup deneyimlerini ilk elden dinledim. Kuzey İrlanda, Türkiye için derslerle dolu. O nedenle tam da şu sıralar bu ülkenin deneyimine yakından bakmak gerekiyor
Nurcan Baysal
İnsan hakları savunucusu, gazeteci ve yazar. Çeşitli gazete ve dergilerde insan hakları, savaş, Kürt sorunu, mültecilik, yoksulluk gibi konularda yazıyor. Bu konularda İletişim, Dipnot ve SRC yayınevlerinden basılmış kitapları var. Kadın hareketi ve barış hareketinin aktif üyesi olarak Türkiye’de ve dünyada çeşitli sivil toplum örgütlerinin ve inisiyatifle-rin kuruluşunda rol aldı. 2010’da İsviçre merkezli Dünya Kadın Zirvesi’nin ödülünü, 2017’de İtalya Kadın Gazeteciler Birliği tarafından verilen “Akdeniz’in Cesur Kadın Gazeteciler Ödülü”nü, 2018’de Front Line Defenders tarafından verilen Dünya İnsan Hakları Savunucuları Ödülü’nü, 2020’de Deutsche Welle Uluslararası İfade Özgürlüğü Ödülü’nü aldı.
Türkiye ismine “barış” denmese de sonu barışa varabilecek bir süreçten daha geçiyor. Çözüme ulaşan süreçler birçok ülkede uzun bir geçmişe sahip. Ağır acılar yaşatan sorunları konuşmak kolay değil, ilk seferde çözmek de kolay değil. Çözüm çoğunlukla birçok başarısız girişimden sonra geliyor. Önemli olan müzakereyi koparmadan devam etmek. Ve her ne kadar her ülkedeki sorun kendine özgü nitelikler taşısa da bu süreçte kafayı kaldırıp geçmişten ve başka yerlerdeki çatışmalardan çıkan dersleri anlamak önemli.
Uzun yıllar boyunca başta Demokratik Gelişim Enstitüsü olmak üzere farklı kurumların toplantıları ve çalışma gezileri çerçevesinde gidip geldiğim ve barış sürecinde bizzat yer almış siyasetçi, bürokrat, sivil toplum çalışanı, din adamı gibi toplumun çeşitli katmanlarındaki insanlarla bir arada bulunup deneyimlerini ilk elden dinlediğim Kuzey İrlanda barış süreci Türkiye için derslerle dolu. O nedenle tam da şu sıralar Kuzey İrlanda deneyimine yakından bakmak gerekiyor.
İrlanda eski Başbakanı Bertie Ahern, sadece ülkesinde değil Ukrayna’dan Kore’ye dünyada barışa katkı sağlamaya çalışan bir isim. ‘Sabır en önemli şey, hiçbir şey bir gecede bitmeyecek. Diyaloğu sürdürmek, masadan kalkmamak gerek. Kararlılık varsa, çözülemeyecek sorun yok’ diyor...
Kuzey İrlanda sorunu
Yüzyıllar süren Birleşik Krallık hâkimiyetinin ardından 1922 yılında İrlanda Adası ikiye bölünüyor. Adanın güneyinde bağımsız bir İrlanda Cumhuriyeti kuruluyor. Adanın kuzeyi ise İngiltere’ye bağlı kalıyor. Katolik ve Protestan toplumlarından oluşan Kuzey İrlanda’da Katolik toplumu kimliğinden dolayı çeşitli ayrımcılıklara uğruyor. Kuzey’de oldukça adaletsiz bir toplum kuruluyor. Protestanlara işyerlerinde öncelik veriliyor, Protestanlar daha iyi eğitim hizmeti alıyor, Protestanlardan oluşturulan polis teşkilatı (RUC) ve yine adalet teşkilatı Katoliklere karşı ayrımcı davranışlarda bulunuyor. Bir “çoğunluk diktası” kuruluyor. Toplumdaki bu ayrımcı uygulamalara karşı eşitlik ve özgürlük talep eden binlerce insan cezaevlerine tıkılıyor. 1960 yılında IRA İngiliz yönetimine karşı silahlı mücadele başlatıyor. Böylece İrlandalıların The Troubles diye adlandırdıkları çatışmalarla geçen ‘Sıkıntı Yılları’ başlıyor. Sıkıntı Yılları 1998’da ‘Hayırlı Cuma’ Barış Anlaşması’nın imzalanmasına kadar devam ediyor. Bu çatışmalı yıllar boyunca yaklaşık 3 bin 700 kişi ölüyor. 2 binden fazlası sivil, 1000’den fazlası güvenlik görevlisi ve 500’den fazlası ise IRA ya da Protestan birlikçi grupların üyeleri olan paramiliterler. Bu sürede 50 bin kişi de yaralanıyor. Yaklaşık 500 bin kişinin çatışmalardan etkilendiği tahmin ediliyor. Bu sayılar 1.5 milyonluk küçücük bir toplum olan Kuzey İrlanda için oldukça ciddi sayılar.
Tik Tak dönemi
İngiliz hükümeti 80’lerin sonunda savaşı güvenlik tedbirleriyle yenemeyeceğini fark edince şiddeti durdurmak için politik süreçleri başlatmaya karar veriyor. IRA ve İngiltere hükümeti arasında ara ara görüşmeler yapılsa da, barış sürecine giden yol daha çok 1994’te başlıyor. O yıl IRA ateşkes ilan ediyor. Herkes aslolanın “kazanmak” değil, “barış” olduğunu ve çatışmanın kimseye fayda getirmeyeceğini görüyor.
1994’te başlayan süreç 1997’de yavaş yavaş şekil almaya başlıyor. Birçok kez bir araya geldiğim İrlanda eski Başbakanı Bertie Ahern o dönemi şöyle anlatıyordu:
“Süreç oldukça yavaş ilerliyordu, o nedenle sürece Tik Tak adını vermiştik. 1994’te bir girişimde bulunarak, kafadaki düşünceleri tek bir belgede birleştirelim ve her tarafa adil gelen bir belge çıkarmaya çalışalım dedik. Bazı kilit görevliler, akademisyenler, sendikacılar da destekledi. Önemli bir eşik atlatan bir belgeydi. O sırada IRA ateşkes ilan etti, ekim ayında da Kralcılar ateşkes ilan etti. Ve bir yıl sonra daha ileri bir belge yazıldı.”
Müzakere süreci: Eylül 1997-Nisan 1998
Ara ara patlayan bombalar müzakereleri sekteye uğratsa da her iki taraf arasında diyalog devam ediyor. Bu arada tek başlarına süreci yürütemeyeceklerini ve üçüncü bir tarafın katılımının süreci kolaylaştıracağını düşünüyorlar. Nitekim öyle de oluyor. ABD’nin atadığı Senatör Mitchell, müzakere sürecinin başına geçiyor. En son 5-6 yıl önce görüştüğüm eski İrlanda Dışişleri Bakanı Liz O’Donnell çok saygın bir yargıç olan Mitchell’ın masanın başına geçmesinin “tüm sürece bir saygınlık kazandırdığını ve müzakere süreci boyunca masadan kimsenin kalkmamasını sağladığını” belirtiyordu.
Müzakereler için hem İngiliz hem İrlanda hükümeti en iyi siyasetçileri ve en iyi bürokratlarını seçiyor. Buna paralel her iki ülkenin başbakanları da sürece odaklanıyorlar. Sürecin hemen başında İrlanda hükümeti güven inşasının bir parçası olarak tutukluların bir kısmını serbest bırakıyor. Müzakerelere başlamadan önce seçim kanununda sadece müzakere sürecine yönelik bir kerelik değişiklik yapılarak seçim barajları indiriliyor. Böylece 1996 seçimlerinde farklı seslerin hükümete ve dolayısıyla müzakere masasına gelmesine olanak tanınıyor. O’Donnell bunun nedenini şöyle anlatmıştı:
“Bir anlamda müzakere yapacak kişilerin seçilmesi için seçim yaptık. Eğer sadece ana partiler müzakere masasına gelecek deseydik epey kutuplaşmış olacaktı ama biz tüm sesler, toplumun farklı kesimleri barış sürecinde bulunsunlar istedik. İşçilerden kadınlara kadar tüm toplumu kesen bir masa oluşturuldu. Büyük partiler o kadar çok ses çıkarıyordu ki, daha çok ve farklı sesler olsun istiyorduk. Kadın örgütleri de böyle dahil oldu. Hemşireler, doktorlar dahil oldu. Bir tür düşünce açıklığıydı aradığımız. Erkek egemen partiler ve sabit ideolojik pozisyondan gelen insanlardan ziyade masada bu tarz farklı sesler olsun istedik. Bu süreci çok kolaylaştırdı.”
Tüm taraflar müzakereye davet edilmesine rağmen masaya gelmeyi bir parti reddetmişti: Kuzey’deki en büyük Protestan birlikçi parti DUP. O masaya gelmese de müzakereler devam etti. Onun masadaki yeri gelip oturacağı güne dek boş olarak bırakıldı.
8 ay süren müzakere sürecinde masada yaşanan tartışmalar gizli yürütülüyor. Müzakereler devam ederken hala silahlar patlayabiliyordu. 1998 Paskalya’sında patlayan bomba da müzakereleri kesmedi. Nitekim bombalamayı IRA’nın müzakere sürecine katılmasından rahatsız olan IRA içindeki küçük bir muhalif grubun yaptığı anlaşıldı.
Müzakerelerin iki önemli özelliği; bağımsız bir oturum başkanı olması ve yapılandırılmış bir müzakere süreci olmasıydı. Bağımsız oturum başkanı Senatör Mitchell herkesin herkesi dinlemesini sağlıyor ve herkesin konuşması için fırsat yaratıyordu. Süreç oldukça esnek bırakılmıştı. Başbakan Ahern görüşmemizde süreci şöyle tanımlıyordu:
“Ana ilkemiz şuydu: Her şeyin üzerinde anlaşana kadar hiçbir şeyin üzerinde anlaşmamış varsayıyorduk. Zordu, tüm müzakereler gibi inişleri çıkışları vardı. Blair ve ben şuna karar vermiştik. Çatışma çok uzun ve şiddetli olduğu için mümkün olduğunca kapsamlı bir anlaşma yaptık. Anlaşmada değinebileceğimiz tüm konulara değindik, tüm alanlara ilişkin bir yol haritası çıkardık. Ceza yasası, tutuklular, kolluk kuvvetleri, Kuzey’deki meclisin nasıl düzenleneceği, insanların bu meclise nasıl seçileceği, iktidarın bu insanlar arasında nasıl paylaşılacağı gibi temel reform alanlarını belirledik.”
Ve 1998 yılı nisan ayının bir cuma günü barış anlaşması namıdiğer Hayırlı Cuma Anlaşması muhalefete yer vermeyecek şekilde tüm tarafların katılımı ile imzalanıyor.
Barış Anlaşması: Güç paylaşımı
Hayırlı Cuma Anlaşması aslında Kuzey İrlanda’nın yeniden tasarımıydı. Anlaşma ile İngiltere ve İrlanda Adası arasındaki ilişkiler baştan düzenlendi. Anlaşma bir “güç paylaşımı” anlaşmasıydı. Hiçbir tarafın muhalefette olmayacağı, herkesin hükümette olacağı şekilde bir güç paylaşımı yapıldı. Kuzey İrlanda hükümetindeki bakanlıklar aldıkları oy oranlarına göre tüm partiler arasında paylaştırıldı. Böylece barış anlaşmasının uygulaması tüm tarafların içinde yer aldığı bir hükümet tarafından yapılacaktı.
Oldukça kapsayıcı bir belge hazırlanması sonraki süreci kolaylaştırdı. Hayırlı Cuma Anlaşması’nda birçok konu için ayrı komiteler kuruldu. En önemli sorunlar silahsızlanma, tutsaklar ve polis kuvvetleri idi. Barış anlaşmasından önce IRA silahları bırakmayı reddetti, anlaşmanın uygulanıp uygulanmayacağını görmek istiyordu. Bunun üzerine silahsızlanma ile ilgili bağımsız bir uluslararası komisyon kurulmasına karar verildi. Silahsızlanma uluslararası bir organ tarafından gizlice gerçekleştirildi. Barış anlaşmasından sonra silahların tam olarak gömülmesi 10 yılı aldı.
Bir diğer önemli konu tutsaklar meselesi idi. 2 yıl içerisinde tüm tutsakların serbest bırakılmasına karar verildi. Buna paralel cinayetlerle ilgili soruşturmalar devam etti. IRA’nın tüm liderleri ve üyeleri serbest bırakıldı ve kendi ülkelerinde yaşamaya devam ettiler.
Kuzey İrlanda’da birçok suça karışmış polis gücünün yeniden yapılandırılması bir diğer zor konuydu. Birçok insanı emekli etmek ya da işten ayırmak gerekiyordu. Yeni polis gücünün en az %30’unun azınlık topluluğundan yani Katoliklerden olmasına karar verildi. Bir kombinasyon, karma sistem kuruldu.
İrili ufaklı tüm sorunların ele alındığı Hayırlı Cuma Anlaşması tüm taraflarca imzalandıktan 2 ay sonra belirlenen bir günde, hem Kuzey İrlanda hem de İrlanda Cumhuriyeti’nde halk oyuna sunuldu. Güney halkının % 90’ı, Kuzey halkının % 73’ü anlaşmayı onayladı. Referandum politikacıları rahatlattı, süreç politikacıların elinden alınmış, halka verilmiş oldu.
Elbette Hayırlı Cuma’nın uygulanmasında birçok zorlukla karşılaşıldı. Barış anlaşmasının uygulanmasında en dikkat edilen şey ayrımcılığın olmadığı bir toplum kurabilmekti. Anlaşmanın uygulanması özellikle Protestan toplumunda çeşitli huzursuzluklar çıkardı. Eşitlenmişlerdi ama aşağıya doğru eşitlenmişlerdi. Tekrar çatışmalar olabilirdi. Bu nedenle barışın sürdürülebilirliğine özel bir önem verildi ve buna ilişkin kurumlar kuruldu. Barışı toplumsallaştıracak, her iki toplumdan mağdurları bir araya getirecek çalışmalar başlatıldı. İnsanların kafalarındaki ve kalplerindeki anıların tamiri için kalkınma politikaları dahil birçok araç devreye sokuldu.
Barış meselesine kendisini adayan ve sadece İrlanda değil Ukrayna’dan İran’a, Kore’ye kadar dünyada barışa katkı sunmak için çalışan İrlanda’nın eski Başbakanı Bertie Ahern’in görüşmemizde söylediği bir söz ile bitirelim:
“Sabır önemli, her şey bir gecede bitmeyecek. Diyaloğun ucunu açık bırakmak, gemiyi yüzdürmek gerekiyor. İnsanlar bazen kısa vadede iyi şeyler görmek istiyorlar. Ancak sabırsızlık sizi hiçbir yere götürmüyor, sürekli olarak katkıda bulunmaya devam etmelisiniz. Çözümü olmayan bir sorun yok diye düşünüyorum, eğer halkın, insanların kararlılığı varsa.”
Haftaya: Kuzey İrlanda süreci adım adım nasıl ilerledi, Türkiye’nin dikkat etmesi gereken noktalar neler?