16 Nisan 2024, Salı
Haber Giriş: 24.09.2021 04:30 | Son Güncelleme: 16.02.2022 15:17

Yeşil kapitalizm şehir efsanesi

Kapitalizmin yeşil politikalarla dünyayı iklim krizinden kurtarabileceği tartışmaları alevlenirken, Columbia Üniversitesi’nden hukuk profesörü Pistor, aksini söyleyen Daron Acemoğlu, Michael E. Mann ve Noam Chomsky gibi isimlere katılarak şirketlerin sadece kendi geleceklerini tasarladıklarını anlatıyor
Yeşil kapitalizm şehir efsanesi
Dünya, karbon ticareti ve “yeşil” finansal etiket modelleri ile uğraşarak on yıllarını boşa harcadı. Şu günlerde ise tüm insanlığın aynı gemide olduğu gerçeğini hiçe sayarak karbon dengeleme (carbon offsetting) gibi havalı stratejiler geliştirmek. Açığa çıkan sera gazı salımlarının eş değer bir sera gazı tasarrufuyla dengelemek diye özetleyebileceğimiz bu stratejinin varlık sahiplerine faydası olabilir ancak hepimizi bekleyen iklim felaketini önlemeye çok az katkısı olacaktır. Özel sektörün “yeşil kapitalizmi” benimsemesi, gerçek bir hesaplaşmadan kaçınmak için geliştirilmiş yeni bir hile gibi görünüyor. İş ve finans liderleri bu konuda ciddi olsalardı, gezegenin bugün ve gelecekte tüm insanlığı ağırlamaya devam edebilmesi için rotayı büyük ölçüde değiştirme ihtiyacının farkına varırlardı. Mesele, kahverengi varlıkları yeşil varlıklarla takas etmek değil, kahverengi kapitalizmin milyonlara dayattığı kayıpları paylaşmak ve en savunmasız olan kesimler için dahi geleceği garanti altına almakla ilgili.

Hukuk sayesinde kirletiyorlar

Yeşil kapitalizm ifadesi, iklim değişikliğiyle başa çıkmanın maliyetinin hükümetlerin tek başlarına omuzlayamayacakları kadar yüksek olduğunu ve özel sektörün soruna her zaman daha iyi yanıtları olduğunu ima ediyor. Yeşil kapitalizmin savunucularına göre kamu-özel ortaklığı, kahverengi kapitalizmden yeşil kapitalizme geçişin maliyet açısından nötr olmasını sağlayacaktır. Maliyetleri etkili bir biçimde hesaplanan yeni teknoloji yatırımları sözüm ona insanlığın uçurumdan aşağıya adım atmasını önleyecektir. Tüm bunlar kulağa gerçek olamayacak kadar iyi geliyor. Zaten gerçek de değil. Kapitalizmin DNA’sı, büyük oranda kendisinin sorumlu olduğu iklim değişikliğinden kaynaklanan sonuçlarla baş etmeyi uygunsuz kılıyor. Bütün bir kapitalist sistem, kazançların özelleştirilmesine ve kayıpların toplumsallaştırılmasına dayalıdır ve bu da gizlice değil hukukun lütfuyla yapılır. Kanun, bir tröst veya şirket kurup kirlilik üretecek kadar aklı olan olan herkese gezegeni yağmalamanın maliyetlerinden sıyrılma lisansı sunuyor. Kendilerinde tahakkuk edilen çevresel yükümlülüklerden borçlarının yeniden yapılandırılması yoluyla kurtulmalarını teşvik ediyor. Tüm ülkeleri, kendi halklarının refahı yerine yabancı yatırımcıların getirilerinin korunmasını ayrıcalıklı kılan uluslararası kurallarla rehin tutuyor. Bazı ülkeler, karbondioksit emisyonlarını azaltmaya çalıştıkları için Enerji Şartı Anlaşması kapsamında yabancı şirketler tarafından dava edildi. Sanayi Devrimi’nden 2010 yılına kadar gerçekleşen toplam emisyonların üçte ikisi yalnızca 90 şirketten geldi. Dünyanın en kötü kirleticilerinin yöneticileri hızlı karbonsuzlaştırmayı sürdürmeye istekli olsalar bile, hissedarları buna direnecektir. On yıllardır, hissedar değerinin maksimizasyonu teranesi hüküm sürdü. Yöneticiler, Ortodoks tutumlarından saparlarsa, görevlerini ihlal ettikleri gerekçesiyle dava edileceklerini hep bildiler. Büyük ticaret ve finans şirketlerinin bugün yaptıkları iklim açıklamalarına şaşmamak gerek. Yöneticilerin değil, hissedarların gerekli davranış değişikliğini teşvik etmesi gerektiği mesajını veriyorlar. Çözümün, bilime dayalı politikalarla değil, fiyat mekanizmasıyla bulunması gerektiğini söylüyorlar.

Kirleticilere 5.5 trilyon dolar 

Karbon vergileri, doğal kaynakların çıkarılmasına ilişkin kalıcı moratoryumlar ve benzeri gibi daha köklü değişikliklere ihtiyaç duyulduğu açık. Genellikle piyasaları bozacak mekanizmalar olarak değerlendirilen bu politikalar göz ardı edilir fakat yine de gerçek dünyada var olmayan piyasaları idealize etmeye yarar. Sonuçta  onlarca yıldır fosil yakıt endüstrilerini cömertçe destekleyen hükümetler sadece 2017’de 5,5 trilyon doları, yani küresel GSYİH’nın yüzde 6,8’ini bu sübvansiyonlara ayırdı. Fosil yakıt şirketleri bu vergi indirimlerini karşılayacak kârlara ulaşmasalar dahi her an başka bir şirkete satabilir, böylelikle hissedarlarının sadakatlerini  ödüllendirebilirler. Bu stratejilerin senaryosu, uzun zaman önce birleşme ve devralma yasalarıyla yazıldı. Ancak tüm sübvansiyonların anası, sermayeyi asırlardır mülkiyet, şirketler, tröst ve iflas hukuku yoluyla yasal olarak korumanın asırlık sürecidir. Sermaye varlıklarının sahiplerini, geri kalan insanları çok büyük yükümlülüklerle karşı karşıya bıraktıklarında bile koruyan piyasalar veya şirketler değil, yasalardır. Yeşil kapitalizmin savunucuları bu oyuna devam etmeyi umuyor. Bu nedenle, şimdi hükümetlerin varlık ikamesini sübvanse etmesi için lobi yapıyorlar. Böylece kahverengi varlıkların fiyatı düşerken yeşil varlıkların fiyatı artarak kayıplarını karşılayacak. İşte aslında kapitalizm tam da budur. Gezegenin yaşanabilir kalması için en iyi strateji olup olmadığı ise tamamen farklı bir meseledir.