19 Aralık 2024, Perşembe Gazete Oksijen
Haber Giriş: 09.04.2021 06:00 | Son Güncelleme: 16.02.2022 15:15

Merkez Bankası kaynaklarıyla büyüme ateşle oynamak olur

Merkez Bankası yönetimine Avrupa Merkez Bankası’nın yaptığı gibi Uzun Vadeli Refinansman yöntemi öneriliyor. Merkez Bankası’nın “para basması” anlamına gelen bu mekanizma enflasyonu patlatabilir
Merkez Bankası kaynaklarıyla büyüme ateşle oynamak olur
Güldem Atabay
Merkez Bankası başkanı değişiminin ardından para politikasının “yaratıcı yeniliklerle” nasıl kullanılabileceğine yönelik tartışmalar ortaya çıkmaya başladı. Bunlardan en dikkat çekici olanı da hükümete yakın gazetelerde konu olduğu şekliyle Merkez Bankası kaynaklarının reel ekonomiyi desteklemek üzere “hedefli alanlarda” kullanılması. Merkez bankası üzerinden yatırıma-üretime ayrı fonlama faizi ile kaynak aktarılması.  Merkez Bankası kaynakları deyince akla hemen gelenler rezervler ve tabi ki bankanın kendi yarattığı Türk Lirası.  Rezervler 2020 yaz aylarında Dolar/TL’yi 6.85 civarında tutabilmek üzere şeffaf olmayan yöntemlerle harcandı. Bundaki amaç, Merkez Bankası’nın enflasyonun altına indirdiği politika faiziyle ekonomiyi canlandırmaktı. Bugün hala swaplar hariç Merkez Bankası net rezervleri eksi 47 milyar dolarda. Kısaca, Merkez Bankası’nın rezervlerini kullanması imkânsız halde.  O zaman geriye kalan seçenek sadece Merkez Bankası’nın TL kaynaklarıyla, yani para basarak reel sektörü desteklemeye yönlendirilmesi.    Merkez Bankası’na esinlenmesi için verilen örneklerin başında Avrupa Merkez Bankası’nın (AMB) “Uzun Vadeli Refinansman Operasyonları”  yani “TLTRO”lar var.  Tanım olarak TLTRO’lar hedefli uzun vadeli refinansman demek. Daha net ifadeyle Merkez Bankası’nın bankalara piyasa faizine göre cazip koşullarda uzun vadeli finansman sunması; bu sayede oluşan kaynakların bankaları reel ekonomiye daha fazla kredi vermeyi teşvik etmesi.  TLTRO yapısı gereği koşullu bir mekanizma. Bankalar AMB’den parayı sadece hane halkına ve işletmelere kredi şeklinde aktarırlarsa ucuz kredi alma hakkı kazanıyor. Sağlanan kaynak, bankaların şirketlere ve hane halkına olan kredilerine (ev satın alma kredileri hariç) oranlanıyor.  TLTROlar sisteminde, Euro Bölgesi bankaları AMB’den yüzde eksi 1 ile politika faizinin 50 baz puan altında fon sağlayabiliyor. Euro Bölgesi’nde yıllık enflasyon yüzde 1.3; politika faizi ise yüzde eksi 0.5. Kaynak tabii ki AMB’nin bastığı Euro’lar.

3 haneli enflasyon tehlikesi 

Bretton Woods para sisteminin 1971’de terki ve 1970’lerin ortalarında ağırlaşan petrol krizleriyle beraber devam eden küresel ekonomik krizlerin çoğunun temelinde ya kamu borcunun parasallaştırılması ya da dolara endeksli çeşitli sabit kur rejimlerinin sürdürülememesi yatıyor.  2008’de başlayan küresel krizin etkilerinin Covid krizi ile birleşmesi sonucu FED ve AMB başta olmak üzere büyük merkez bankalarının “yaratıcı” araçları devreye soktuğu bir gerçek. Yüklü miktarlarda dolar ve euro yaratmak suretiyle reel ekonomilere verdikleri teşvikler, TLTRO’lar gibi yeni mekanizmalar aracılığıyla şirketlere ulaştırılıyor.  Fakat bu ülkelerin hiç birinde Türkiye ekonomisinin temel ve yapısal sorunu olan yüksek enflasyon yok. Türkiye’de Mart itibarıyla yüzde 16.2 olan TÜFE enflasyonu önümüzdeki birkaç ay içinde yüzde 20’ye, belki de daha üzerine yönelmek üzere. Kredi artış hızı da çoktan yüzde 10’un üzerine çıkmış durumda ve hızlanıyor.   Merkez Bankası’nın para basarak, bankalara ucuz kredi vermek için yönlendirilmesi ve bunun sonucunda bankaların yeni bir kredi dalgası yaratması tam anlamıyla bir “genişlemeci para politikası” anlamına geliyor. Bu da sıkı para politikası uygulamak üzere politika faizinin çekildiği yüzde 19 seviyesini tamamen etkisiz hale düşürecek bir uygulama.  Kredilerde Mart başından bu yana artış hızının ivmelendiği, iç talebin güçlü seyrettiği, TL’nin değer kaybettiği, TÜFE enflasyonunun yüzde 20’ye yöneldiği bir ortamda Merkez Bankası’na TL bastırarak, bankacılık sistemi üzerinden daha fazla krediyi hem de piyasa faizinin altındaki bir seviyeden teşvik etmek ateşle oynamak demek. Türkiye’de enflasyon seviyesini 1990’lardaki yüzde 100-120 oranlarına hızla taşıyacak bir uygulama olmaya aday görünüyor.