Bu şahane başlık tam bir The Economist klasiği. Merak uyandıran, yazıyı okumaya tahrik eden bir stil. Hemen üzerinde daha büyük puntolarla şu cümle yer alıyor: Televizyonun altın çağı parlaklığını kaybediyor.
The Economist’in makalesi, kültür eleştirmeni Peter Biskind’in Pandora’s Box (Pandora’nın Kutusu) ve veri gazetecisi Walk Hickey’nin You Are What You Watch (Ne Seyrediyorsan Osun) adlı yeni çıkan kitapları üzerine yazılmış. Klasik TV kanallarının (Broadcast TV-bizdeki çok seyredilen kanallar), kablo TV’ler karşısındaki yenilgisini, daha sonra da dijital platformların üstünlüğü ele geçirmesini anlatıyor. Başlıktaki Ted Lasso yeni dönemin simgesi. Dizi, klasik futbolu hiç bilmeyen bir Amerikan futbolu koçunun İngiltere Premier League’deki teknik direktörlük öyküsünü anlatıyor. Apple TV’nin yayınladığı Ted Lasso yeni dönemin, dijital platform sektörünün bir prodüksiyonu.
Tony Soprano ise kablo TV hakimiyetinin hüküm sürdüğü yılların efsane dizisi The Sopranos’un baş karakteri. ABD’de klasik TV kanallarının ölüm fermanını imzalayan HBO’nun simge yapımlarından...
Peki hakikaten Ted Lasso, Tony Soprano’yu öldürdü mü ya da dijital platformlar TV sektörünü... The Wall Street Journal’ın 15 Ağustos 2023 tarihli haberine göz atalım. Haber dünyanın en büyük veri analizi şirketi Nielsen’in ölçümlerine dayanıyor. Flaşı şöyle: “Ekran başında geçirilen toplam süre içinde TV’lerin izlenme payı tarihte ilk kez yüzde 50’nin altına düştü.”
Dünyanın en büyük medya pazarı olan ABD’de Nielsen’in temmuz ayı ölçümleri şu sonucu veriyor: 2023 Temmuz’unda ABD’de ekran başında geçirilen sürenin yüzde 29.6’sı kablo TV’lere, yüzde 20’si ise klasik TV kanallarına harcandı. İkisinin toplamı olan yüzde 49.6, görsel medya tarihinin dip noktası. YouTube, Netflix, Amazon Prime gibi dijital platformlar yüzde 38.7 ile lider konumda. Kalan yüzde 11.6’lık zaman ise DVD ve oyun gibi segmentlere ayrılıyor.
Nielsen’in aylık ölçüm raporlarına göz atıldığında kablo TV ve klasik TV kanallarının pazar kaybının kronikleştiği görülüyor. Ocak 2022’de yüzde 35.6 pazar payına sahip olan Kablo TV sektörü Temmuz 2023’te yüzde 29.6’ya gerilerken, klasik TV kanalları yüzde 26.4’ten yüzde 20’ye düştü. İki segmentin toplamı Ocak 2022’deki yüzde 63.4’lük seviyeden yüzde 50’nin altına indi.
Dijital platformlar ise pazar paylarını 19 ayda yüzde 28.7’den yüzde 38.7’ye yükseltti. TV’ler tarihi dibi görürken, dijital platformların geldiği seviye tarihi zirve. Temmuz 2023, görsel medya sektöründe tarihe not düşülecek kadar önemli bir dönemeç. Toplam ekran süresinin yüzde 38.7’sini alan dijital platformlarda Temmuz 2023’ün lideri yüzde 9.2 ile YouTube. Netflix yüzde 8.5, Hulu yüzde 3.6, Prime Video yüzde 3.4 paya sahip.
Temmuz 2023’te dibe vuran kablo TV ve klasik kanallar Amerikan Futbol Ligi’nde (NFL) sezon öncesi müsabakaların başlaması ve America’s Got Talent ile Big Brother gibi programların yeni sezonlarıyla kıpırdayıp ağustosta yeniden yüzde 50’nin üzerine (yüzde 50.6) çıktı. Eylülde ise spor canlı yayınlarının iyiden iyiye devreye girmesiyle toplam pay yüzde 52.8’e ulaştı. Ancak bu rakamlar Ağustos 2022’ye göre 5 puan, Eylül 2022’ye göre 5.2 puan daha düşük. Yani mevsimsel sıçrama var ama genel trend hep aşağı doğru.
Bu hafif sıçramada, megastar Taylor Swift’in de payı var. NFL takımlarından Kansas City Chiefs’in oyuncusu Travis Kelce ile ilişkisi olduğu iddia edilen Swift’in tribünde yerini aldığı Kansas City-New York Jets maçı 27 milyon seyirciyle, Super Bowl’un ardından en çok izlenen pazar gecesi spor canlı yayını oldu. (Evet, NFL’de maç başına ortalama seyirci sayısı 17 milyonken, sadece Taylor Swift tribünde diye tam 27 milyon kişi ekran başına geçti.)
Sadece oranlardan, rakamlardan ibaretmiş gibi görünen, ancak 2024’te 1 trilyon doları bulması beklenen (World Advertising Research Center-WARC tahminidir) küresel reklam piyasasında paranın yöneleceği adresleri belirleyen bu analizi bitirip, dönelim The Economist’in makalesine... Kevin Spacey’nin başrolünü oynadığı Underwood’dan bir sahneyle başlıyor yazı: Arabasıyla çarptığı bir köpeğin başını okşarken “Şşşşt, sakin...” diye fısıldıyor Frank Underwood. Sonra seyircinin gözünün içine bakarak yaralı köpeğin boynunu kırıveriyor...
Makaleye göre 1970’ler sonrasında TV sektörünün kaderini RTÜK gibi kurullar ve reklamverenlerin istekleri belirliyordu. O yıllarda bırakın bu boyun kırma sahnesini, mutlu sonla bitmeyen yapımlara bile rastlanmıyordu. Yapımda mutlaka bir kahramanın yer alması şarttı. Kaba ve müstehcen içerik istenmiyordu.
1972’de kurulan HBO bu kalıpları yıktı. İlk büyük pay-TV olan HBO, abonelik gelirleri sayesinde reklamverenlerin dayattığı dadılık rolünü kabullenmek zorunda değildi. Paralı bir hizmet olduğu için, Amerikan RTÜK’ünün boyunduruğu da daha hafifti. HBO, “G-String Divas” ve “Taxicab Confessions” gibi kavgalı dövüşlü, hafif erotik yapımlarla klasik TV kanallarından pazar payı kapmaya başladı. Hapishane dizisi Oz’da bir mahkumun poposuna sigarayla swastika yapılmıştı. Dizinin senaristi “Önceki yıllarda böyle bir sahne için tutuklanabilirdim” diyor. The Sopranos’un yaratıcısı David Chase “Klasik kanallarda her karakter her zaman aklından ne geçtiğini söyleyecek kadar dürüsttü. Ben, karakterlerimin yalan söylemesini istiyordum” diyor.
Bu serbesti, Steven Spielberg ve Tom Hanks gibi isimleri piyasaya çekti. İkili, tüm zamanların en iyi dizileri arasında gösterilen “Band of Brothers”ı 2001’de HBO için çekti. NBC’nin Küçük Ev ve Bonanza gibi yapımlarından, önce Friends’e, sonra Game of Thrones’a kadar evrilen sektör Succession gibi bol küfürlü ama muhteşem dizileri ekrana taşıdı. Özellikle suç dizileri ilgi görüyordu.
Sonra Reed Hastings Netflix’i yarattı. Kore gerilimlerinden İsveç dramalarına kadar şimdiye dek hiç girilmemiş alanlara el atan dijital platformlar, bir açık daha yakaladı. Dizilerin 13 bölüme varan tam sezonlarını tek seferde izleyiciye sunarak binge watching (seri izleme) diye bir kavram yarattılar. Artık çoğu evde TV kanalları hemen hemen hiç açılmıyordu. Yeni yapımlara yılda 17 milyar dolara varan harcamalar yapan Netflix pandemi döneminde 200 milyon aboneyi geçmiş, Disney+ hemen arkasından benzer rakamlara ulaşmıştı. Netflix’in kurucusu Reed Hastings bu hamleyi, kablo TV’lerin klasik TV’leri alt etmek için yaptığı cüretkar hamleye benzetiyor.
Sektörün bugün geldiği yeri anlatan data da The Economist’ten. 2002 yılında ABD’de yeni TV yapımlarının sayısı 250’nin altında. 2022’de bu sayı 2 binin biraz üzerinde. Bunun yarısını dijital platformlar üretirken, 750 kadarı kablo TV’lerin imzasını taşıyor. Kalan bölüm ise klasik kanallara ait.
ABD’de 10 yıl önce 100 milyon abonesi bulunan kablo TV abone sayısı 75 milyona indi, düşüş sürüyor.
Kablo TV ve klasik kanalların en önemli kozu canlı spor yayınları olsa da, büyük sermaye güçleri ve eşi görülmemiş iştahlarıyla dijital platformlar bu alanı da ele geçirmeye hevesli. ABD spor yayın hakları piyasasının 2025’te yıllık 30 milyar doları bulması bekleniyor. Bu rakam 2015’e göre yüzde 100’lük artışa denk. Konvansiyonel TV sektörünün zorlandığı bu rakamlar Apple ve Amazon gibi devler için bir tür “çekirdek parası”.
Nitekim Amazon’un sahibi olduğu Prime Video, Amerikan Futbol Ligi’nin (NFL) perşembe gecesi maçlarının yayın hakkını 2032’ye kadar satın aldı. Amazon NFL’e sezon başına 1.1 milyar dolar ödeyecek.
NFL’in pazar günü maçları ise Google’ın sahibi olduğu YouTube’a geçti. NFL, maç başına 17 milyon seyirciyle ABD’nin en çok ilgi çeken organizasyonu. Apple TV ise, Amerikan Futbol Ligi’nin (bizim bildiğimiz futbol) yayın haklarına 2.5 milyar dolar karşılığı 10 yıllığına sahip oldu.
NBA’de de dengeler değişecek gibi duruyor. Disney’e ait ESPN ve Warner Bros’a ait TNT, yeni sezonda daha küçük paketleri satın alabileceklerini beyan etti. The Wall Street Journal’ın yorumuna göre Apple ve Amazon ise NBA’den çok daha büyük dilimler kapma peşinde, önleri de açık. Halen SKY, TNT ve Amazon’un paylaşarak yayınladığı İngiltere Premier League’de Apple’ın da yayıncılar arasına katılması bekleniyor.
Türkiye, ABD’ye göre oldukça minyon bir pazar. Ama aynı eğilimler Türk pazarında da hissediliyor. Exxen’in UEFA Şampiyonlar Ligi, Avrupa Ligi, Konferans Ligi’ni canlı yayınlaması gibi. Veya S Sport+’ın Euroleague’in yanı sıra La Liga, Serie A, Formula 1, Moto GP, NBA ve NFL maçlarını ekrana taşıması gibi… Görünen o ki, 1950’lerden beri dünyanın bir numaralı eğlencesi olan konvansiyonel TV sektörü, çoğunun arkasında teknoloji devlerinin bulunduğu dijital platformlar karşısında direnmekte oldukça zorlanıyor. Belki de gazetelerin ardından televizyon sektörünün de “kendini yeniden icat etmesi” gerekecek...