23 Aralık 2024, Pazartesi Gazete Oksijen
Haber Giriş: 29.10.2021 04:30 | Son Güncelleme: 23.02.2022 17:30

10 trilyon dolarlık adam: Larry Fink Wall Street’in zirvesine nasıl çıktı

BlackRock tam 9.5 trilyon dolarlık varlığın yönetimini elinde bulunduruyor. Büyüme hızı sürerse, 10 trilyon yıl sonuna kadar eşiğini aşabilir. Peki Wall Street’in tartışmasız kralı Larry Fink şirketi bu noktaya nasıl taşıdı? 
10 trilyon dolarlık adam: Larry Fink Wall Street’in zirvesine nasıl çıktı
Robin Wigglesworth / Financial Times
16 Nisan 2009 günü Rop Kapito yeni Yankee Stadyumu’ndaydı. Beyzbol liginde New York Yankees, Cleveland Indians’ı ağırlıyordu. Ekonomi harap haldeydi; ABD’deki mortgage krizi küresel mali sistemi sarsmıştı; birçok Wall Street figürü oyalanacak bir şey arıyordu. Ama saçları dökülmeye başlayan tahvil trader'ının stadyuma geliş amacı maç izlemek değildi.  Kapito gizli bir görev üstündeydi; yapacaklarıyla sadece çalıştığı BlackRock yatırım grubunun talihini değil, bütün finans sektörünün çehresini değiştirecekti. Barclays Capital CEO’su Bob Diamond maçı stadyumdaki şirket locasından izliyordu ve Kapito’nun eski dostuyla bir an önce özel olarak görüşmesi lazımdı. Bu yüzden bilet bulup soluğu Bronx’ta almıştı.  Yankees o akşam Cleveland’a yenildi; ama BlackRock başkanı Kapito maçın tamamını kaçırdı. Hızla Barclays locasına gitti, kapıyı çaldı ve Diamond’ı konuşmaya çağırdı. Beraber yürüyüşe çıktılar. Diamond’a “Dama mı yoksa satranç mı oynamak istersin?” diye sordu ve teklifini sundu.  Teklif şuydu: Barclays Global Investors (BGI) Şirketi, iShares adlı borsa yatırım fonlarını CVC’ye satmak yerine, şirketin tamamını BlackRock’a satacak; karşılığında bol miktarda para ve BlackRock hissesi alacaktı. Barclays böylece kamu kaynaklı finansmana dayalı kurtarma paketinden kurtulmak için ihtiyaç duyduğu sermayeyi bulmuş olacak, üstelik ciddi miktarda BlackRock hissesine sahip olması sayesinde, para yönetimi faaliyetlerinin içinde yer almayı sürdürecekti. BlackRock da yatırım dünyasının devlerinden birine dönüşecekti.  Diamond, “Cazip bir fikir olabilir” cevabını verdi. Aslında işletmenin tamamen satılması ihtimalini araştırmak üzere yönetim kurulundan halihazırda onay almıştı ve BlackRock’ı doğal alıcılardan biri olarak görüyordu. Ertesi gün için patronu John Varley’i Kapito’ya getirip BlackRock CEO’su Larry Fink’le görüştürmeyi kabul etti. İki ay sonra – o günkü değeriyle 13.5 milyar dolarlık – anlaşmaya varıldı ve dünyaya duyuruldu.  Başlarda bazı anlaşmazlıklar olsa da zaman içinde müthiş başarılı bir hamle olduğu görüldü. BlackRock dünyanın en büyük varlık yöneticisi haline geldi ve emeklilerden zengin oligarklara, hatta devlet fonlarına kadar herkes ve her şey için yatırım sağlar oldu. BlackRock bugün neredeyse önde gelen her Amerikan şirketinin en büyük hissedarlarından biri; hatta birçok uluslararası şirkette de aynı konumda. Ayrıca bütün dünyada, şirketlerin ve devletlerin en büyük kredi sağlayıcılarından biri. Şirkete ait olan Aladdin teknoloji platformu, global yatırım sektörüne altyapı sağlıyor.  Ekim 13 itibariyle BlackRock tam 9.5 trilyon dolarlık varlığın yönetimini elinde bulunduruyor; bu, 2020 yılında şirketin emeklilik birikimlerini yönettiği 35 milyon Amerikalı'nın büyük çoğunluğu için akıl almaz bir rakam. Son zamanlardaki büyüme hızı sürerse, 10 trilyon eşiğini aşabilir. Yıl sonuna kadar bu seviyeyi geçmesi çok muhtemel.  “Larry” (Fink) bugün Wall Street’in tartışmasız kralı. Sadece otuz yıl önce kurduğu küçük tahvil yatırımları firmasını eşi benzeri görülmemiş devasa bir finans imparatorluğuna dönüştürmeyi başardı. Ancak para arttıkça daha titiz inceleniyorsunuz. BlackRock siyasetin hem sağ hem de sol kanadı için bir nevi paratoner haline geldi. Bazı Wall Street devleri bile şirketin devleşmesine dair huzursuzluğunu sessizce ifade ediyor. BlackRock kısa süre önce Çin’de tartışmalara yol açtı; George Soros firmayı, Devlet Başkanı Şi Cinping’in ekonomi üzerindeki baskıyı giderek artırdığı bir dönemde, yatırımcıların parasını Çin’e aktararak “trajik bir hata” yapmakla suçladı.  Aslında Fink’in yolculuğu pek de finans devi olacakmış gibi başlamadı. 2 Kasım 1952’de doğan Larry, Los Angeles’ın San Fernando Vadisi’nde Van Nuys adındaki sıradan mahallede büyüdü. Babasının ayakkabı dükkanı vardı; annesi ise California Eyalet Üniversitesi’nin Northridge kampüsünde İngilizce profesörüydü. Derslerinde ağabeyi kadar başarılı olmadığı için dükkanda babasına yardım etme işi ona kalmıştı. Üniversiteden sonra önde gelen yatırım bankalarından teklifler aldı; ancak Goldman Sachs ile yaptığı son mülakatı yüzüne gözüne bulaştırarak hayal kırıklığına uğradı. “Yıkılmıştım; ama benim için olabilecek en talihli şey oldu” diye anlatıyor. Sachs yerine bir başka köklü firma olan First Boston’a girerek 1976’da orada çalışmaya başladı. Firmada tahvil alım-satım bölümüne girdikten sonra, gayrimenkul bilgisi sebebiyle özel olarak mortgage tahvilleriyle ilgilendi. Nadir bulunur yeteneği sayesinde 1978’de departmanın başına geçti. Birbirine bağlı, çalışkan ve son derece sadık bir ekip kurdu. 

Fink’in masası “Küçük İsrail”

Ekibin çoğu Yahudi olduğu için firmadaki bazı isimler Fink’in masasına “Küçük İsrail” adını taktı. 1970 ve 80’lerde İtalyanlar ve Yahudiler, First Boston gibi Wall Street firmaları tarafından hala kısmen dışlanıyordu. Müdürü, Yahudi bayramlarında herkes tatile çıktığı için Fink’ten o günlerde çalışacak bir “wop”u – İtalyan kökenliler için kullanılan ırkçı bir ifade – işe almasını söyledi. O kişi, Monticello’dan gelen ve işçi sınıfına mensup, Robert Kapito adında bir Wharton mezunuydu. İbrani takviminin yeni yılı Roş Haşanah zamanı, ekibin geri kalanı gibi Kapito’nun da Yahudi olduğu ortaya çıktı. Döneme has tatsız ve düşüncesiz yabancı düşmanlığına karşın, Fink özünde kavgacı ve hakkaniyetli bir yer olan First Boston’dan memnundu. Aslına bakılırsa, para kazandırdığınız sürece kim olduğunuza bakılmıyordu. Fink de çok para kazandırıyordu.  Birçok tahvil tüccarından daha rasyonel biri olmasına rağmen, Fink’in egosu başarısıyla paralel büyüdü ve kibri bazı iş arkadaşlarını kızdırmaya başladı. Bir keresinde Crain’s gazetesine verdiği röportajda, “İğrenç biriydim” itirafında bulundu. Ne var ki Wall Street tevazudan çok başarıyı seviyor. Fink, First Boston tarihinin en genç bölüm müdürü oldu. Daha 31 yaşındayken, yönetim kurulunun en genç üyesiydi. Yapabileceklerinin sınırı yok gibiydi. Ama sonra o sınırlar başına yıkıldı. Sonraları yaptığı bir konuşmada, “Ekibimle birlikte rock yıldızı gibiydik. Yönetim bize bayılıyordu. CEO olma yolunda ilerliyordum” diyecekti. “Ama sonra; açıkçası, her şeyi batırdım. Çok fenaydı.” Ancak başarısızlıktan çok kıymetli dersler çıkardı. Birkaç yıl önce Shearson Lehman Hutton’dan yatırım bankeri Ralph Schosstein’le telefon üzerinden muhabbet kurmuştu. İkisi de genç yaşta parlamıştı ve genellikle sabah curcunası başlamadan önce, saat 6.30 civarında telefonlaşıp, finans piyasaları üzerine sohbet ediyorlardı. 1987 yılında bir Mart akşamı, şans eseri Washington-New York uçuşunda beraberdiler. Bu rastlaşma bir dönüm noktası oldu.  İkisi de Demokrattı – Schlosstein, Wall Street öncesinde Carter yönetiminde Hazine’de çalışıyordu – ama daha ziyade iş memnuniyetsizliği ve yeni bir başlangıç yapma istekleri üzerine konuştular. Finansal menkul kıymet modellemesi yapacak, bunları bir portföyde toplayacak ve içerdikleri riskleri daha iyi analiz edecek bir şirket kurmak için plan yapmaya başladılar. Fink, First Boston’dan istifa ettikten birkaç gün sonra, titizlikle seçilmiş bir grubu yeni girişim hakkında konuşmak için evinde ağırladı. First Boston’dan mortgage masasındaki sağ kolu Kapito, portföy ürünleri bölümünün başarılı şefi Barbara Novick, bankanın birçok risk yönetim aracının tasarımcısı olan matematik deha Ben Golub ve şirketin en iyi tahvil analistlerinden Keith Anderson geldi. Schlosstein ise Shearson Lehman’dan en zeki mortgage tahvili uzmanları Susan Wagner’i ve ardından Hugh Frater’ı getirdi. Birlikte, modern teknolojiye ve daha sağlam bir risk yönetimine dayalı yeni bir tahvil yatırımları firması kurmaya karar verdiler.  Ama başlangıç için para lazımdı ve Fink bağlantılarını yoklamaya başladı. Blackstone adında bir şirket özel sermaye sektöründe hızla yükseliyordu; şirketin sahipleri olan iki eski Lehman bankeri Steve Schwarzman ve Pete Peterson ile temasa geçti. Blackstone yeni girişimin yüzde 50 hissesi karşılığında ofislerini kullanıma açmayı ve 5 milyon dolar kredi vermeyi kabul etti. Blackstone markasının yükselişini fark eden Fink ve Schlosstein, kendi işletmelerini de onun peşine takmaya karar verdiler ve yeni şirkete Blackstone Financial Management (BFM) adını verdiler. BFM çok kıymetli bağlantıları sayesinde hızlı bir başlangıç yaptı. Şirket ilk altı yılında yaklaşık 23 milyar doları çekip çevirdi; sekiz kurucu ortağa 150 civarı çalışan eklendi. Tahvil piyasası hızını almıştı; Fink ve ekibi, emeklilik fonlarını şirkete çekmekte ustalaşıyordu.  Ancak şirket ile Blackstone arasında dramatik bir kopuş yaşanacaktı. Fink sermayeden pay vererek çok sayıda kişiyi firmaya katmış; neticede Blackstone’un hisse oranı azalmış, Schwarzman duruma bozulmuştu. Hayal kırıklığına uğrayan Fink, sonunda BFM ile Blackstone’un ayrılması gerektiğine karar verdi. İlk iş olarak Blackstone Financial Management'in adı BlackRock olarak tescil edildi. Blackstone 1994 yılında BlackRock'taki hissesini 240 milyon dolara Pittsburgh’taki PNC Bankasına sattı; banka tüm para yönetim operasyonlarını aktardığı BlackRock’ı borsaya kote etti. Uzun süre konuşulan halka arz nihayet 1 Ekim 1999’da gerçekleşti; bu arada BlackRock yönetimindeki varlıklar 165 milyar doları bulmuştu.  Ama halka arz işi fiyaskoya döndü. Merrill Lynch’in düzenlediği kotasyon, BlackRock’ı beklenenden çok daha düşük bir rakama, 900 milyon dolara değerledi. Fink tamamen vazgeçmeye niyetlendi, ama Merrill CEO’su David Komansky onu arayıp açık konuştu. Fink’e, “Sen ne halt ediyorsun?” diye bağırdı. “Halka arz işini yap. Önümüzdeki dört-beş yıl işini iyi yaparsan, bu miktarın bir önemi kalmaz, unutulup gider. Halka arz işini yap. İtlik yapma.” Dot-Com olarak bilinen teknoloji borsasının balonu patlayınca, BlackRock’ın tahvil odaklı işleri daha da parıldadı ve gerek istikrar gerekse dolgun, düzenli kazanç kovalayan yatırımcıları kendine çekti. Yani şirket artık rakiplerini satın almak için kendi hisselerini para olarak kullanabilecek, bu sayede müşterilerin kapısını çalmaktan ve sıfırdan yeni ekipler oluşturmaktan ziyade, satın alımlarla büyüyebilecekti. Yatırım sektörünün tarihi yanlış giden alımlarla doluydu; ama BlackRock borsaya girişini iyi kullandı ve dar kapsamlı bir tahvil yatırımı firmasından, dünyanın en büyük para yöneticisine dönüştü.  Fink her zaman Kapito’ya sadık kaldı; bu konuda farklı düşünenler bile onun haklı çıktığını söylüyor. BlackRock’ın yükselişinin kilit sebeplerinden biri olarak, onun verimlilik konusundaki “manyakça” titizliğine vurgu yapılıyor ve Kapito’ya duyulan öfke, nahoş kararların genellikle ona kalmasına ve bu sayede Fink’i tartışmalardan uzak tutmasına bağlanıyor. İşin özüne gelince, ikisi BlackRock için yin-yang gibi: Bir tarafta gevezeliği ve gösterişli stratejileri seven uzun boylu, gözlüklü Fink, diğer yanda ise agresif, tavizsiz organizasyon ustası Kapito. 

Aralarından su sızmaz

Eski bir BlackRock yöneticisi, “BlackRock’ta yapacağınız en büyük hata, ikisinden birini diğerine karşı kışkırtmak olur. Aralarından su sızmaz” diyor. “Larry olmasa Rob çok başarısız olurdu; ama insanların anlamadığı şu; muhtemelen Rob olmasa o zaman da Larry tamamen başarısız olurdu. Tuzluk ve karabiberlik gibiler. Çok farklılar, ama birbirlerine uyuyorlar.” 2008'deki büyük finans krizinde Wall Street’teki rakiplerinden yabancı merkez bankalarına, hatta bizzat Amerikan hükümetine kadar herkes, sistemi çökme aşamasına getiren zararlı menkul kıymetlerin incelenmesi için BlackRock'tan yardım istemişlerdi. BlackRock kıdemli yöneticilerinden Rob Goldstein, Financial Times’a verdiği bir röportajda şunları söylemişti: “Kidder Peabody işini yaparken, röntgen cihazı gibiydik. Son kriz üzerinde çalışırken MR cihazına dönüşmüştük.” BlackRock’ın mali kriz kaynaklı yıkımın büyüklüğünü tespit için ABD Hazinesi'ne ve Merkez Bankası’na yardımcı olması, şirketin iktidara yakınlığına dair şikayetlere yol açtı. Aladdin’in eli kolu uzadıkça bazı düzenleyicilerin de siniri bozulmaya başladı ve farklı yatırımcıların aynı risk analiz platformunu kullanmasından doğan kaygılar arttı; bu durumun görüş çeşitliliğini baltalamasından korkuyorlardı. Ancak 2009 yılında Barclays Global Investors’ı (BGI) alma anlaşması ve ardından gelen muhteşem büyüme, Fink’i Wall Street’in zirvesine taşıdı.  BGI’nin alınması perde arkasında endişeyle karşılandı. BGI merkezinin bulunduğu San Francisco’daki genel kanı, BlackRock’ın Batı Yakası tarzı inovasyon, dayanışma ve parıltıyla değil, şirket alımlarıyla iş büyüten bir dizi Wall Street tahvil tüccarından oluştuğuydu. Varlık yönetimi tarihindeki en büyük anlaşmayı bir kibir anıtına dönüştürmemeyi başarmak, zorlu bir görevdi.  Entegrasyon sürecini yöneten Mark Wiedman, BlackRock’ın geleneksel “aktif” yatırım stratejileri ile BGI’nin indeksli pasif yatırım fonlarının kombinasyonu haline geldiğinden dem vurarak, “Bu hamle bizi gerçekten global bir firma yaptı, ama aynı zamanda sektörde geri dönüşü olmayan bir noktaya getirdi” diyor ve şakayla karışık ekliyor: “16. yüzyıldaki din savaşlarına benzer derin ve yoğun teolojik tartışmaların fitilini ateşledi.”  Ancak Hızlı ve Öfkeli filmlerindeki kaza sahnelerinden daha fazla birleşme ve satın alma fiyaskosu içeren sektörde, BGI hamlesi baş döndürücü bir başarıya dönüştü. Şirketin kurduğu hakimiyet esasen BlackRock’ın – FTSE 100 ve S&P 500 gibi bir piyasa değerlendirmesini takip eden pasif yatırım araçları olan – mevcut BGI endeksli yatırım fonlarını müthiş güçlendirmesinden kaynaklanıyor. Aslında BlackRock’ın yatırım alanında yaptıkları, Henry Ford’un otomotivde yaptığına benziyor: Kurulan finansal montaj hattında yapılan seri üretim, yatırımcılara verim konusunda rakipsiz ürünler sunuyor.  2014 Haziran’ında, iShares borsa yatırım fonu 1 trilyon dolar eşiğini aştı; Wiedman bu olayı Londra’da verilen bir partide, dolar desenli kumaştan yapılma “trilyon dolarlık takım elbise” giyerek kutladı. Ama şimdi bu müthiş eşik bile mazide kaldı. 2021’in yarısı geride kalırken, sadece iShares birimi, 3 trilyon doları aşkın bir parayı yönetiyordu. 

Büyük kâr marjı...

Bugün BlackRock’ın kâr marjları Apple ve Google’dan fazla; şirketin borsa değeri yaklaşık 126 milyar dolar, yani Goldman Sachs’ı geride bırakmış durumda. Hatta bu değer, TRowe Price, Franklin Templeton, Invesco, Janus Henderson, Schroders ve State Street gibi rakiplerinin toplamından daha fazla.  Öte yandan BlackRock’ın artan nüfuzu konusunda finansçılardan bazı homurtular yükseliyor.  Şirkette çalışan eski hükümet yetkilileri var; bazıları da Biden yönetimindeki cazip işler için şirketten ayrılıp devlete giriyor. Goldman Sachs yatırım bankası bir dönem öyle nüfuzluydu ki, “Government Sachs” diye bir tabir ortaya çıkmıştı. Bugün benzer eleştiriler BlackRock için yapılıyor.  Bütün bunlar, Fink’in finans dünyasındaki hükümranlığının tehlikede olduğu anlamına mı geliyor? Siyasi ve mali havada çok büyük bir değişiklik olmazsa, BlackRock’ın büyümesi duracak gibi görünmüyor; Fink’i tanıyanlar da hız kesmesine ihtimal vermiyor. Wall Street devleri Washington’da pek sevilmiyor; yani günün birinde hazine bakanı olma hayalleri suya düşmüş olabilir; hal böyle olunca, Fink önümüzdeki yıllar boyunca BlackRock’ın kontrolünü elinde tutmayı sürdürecek gibi.  Eski bir kıdemli yönetici, “Larry’nin ayrıntılara dair bilgisi insanı hayretler içinde bırakıyor. Sevdiğim biri değil, ama müthiş bir işadamı ve BlackRock için yaşadığı bir gerçek. Şirketten ayrılırsa, Alex Ferguson’ın Manchester United’dan ayrılmasına benzer bir etki olur… BlackRock’ın hikayesinin aslında tek bir adamın yolculuğu olduğunu inkar etmek imkansız.” © The Financial Times  Not: 7 Ekim 2021'de ft.com'da yayınlanan analizin geniş bir özetidir.