22 Haziran 2025, Pazar
Abone Ol Giriş yap
Haber Giriş: 16.05.2025 15:16 | Son Güncelleme: 16.05.2025 15:26
Makaleyi sesli dinle • 0:00

Bir Narsiste Âşık Olmak kitabının yazarı, Klinik Psikolog Ezgi Taboğlu: Günümüz kültürü narsisizmi destekliyor, hatta teşvik ve takdir ediyor

Ebru Dedeoğlu
Ebru Dedeoğlu
Bir Narsiste Âşık Olmak kitabının yazarı, Klinik Psikolog Ezgi Taboğlu: Günümüz kültürü narsisizmi destekliyor, hatta teşvik ve takdir ediyor
A+ Yazı Boyutunu Büyüt A- Yazı Boyutunu Küçült

Ezgi Taboğlu’nun “Bir Narsiste Âşık Olmak” adlı kitabı, psikolojin şiddetin yapısını, dinamiğini ve sonuçlarını anlatıyor. “Gerçek olamayacak kadar iyi diyorsanız, muhtemelen gerçek değildir,” diyen Taboğlu, narsist bireylerle kurduğumuz ilişkilere neden çekildiğimizi ve bu ilişkilerde neden kaldığımızı da sorguluyor


Advertisement

Bir gün sizi göklere çıkaran kişi, ertesi gün aynı hızla yerle bir edebiliyor. Psikolojik şiddet çoğu zaman sessiz ve görkemli oluyor; iz bırakıyor ama izini kolay vermiyor. Klinik Psikolog Ezgi Taboğlu’nun Doğan Kitap’tan yayımlanan “Bir Narsiste Âşık Olmak” adlı kitabı, bu görünmeyen şiddetin yapısını, dinamiğini ve sonuçlarını anlatıyor. Narsistik kişilik bozukluğu klinik düzeyde nadir görülüyor; buna karşın narsistik tutumlar artık gündelik ilişkilerin sıradan dili. Hak talep eden, empati kuramayan, kendini merkeze alan partner figürü; kültürel olarak teşvik edilen, hatta ödüllendirilen bir ilişki biçimi. Ama mesele sadece narsisti tanımak değil. Taboğlu, bu ilişkilere neden çekildiğimizi, bu ilişkilerde neden kaldığımızı ve neden çoğu zaman susmayı seçtiğimizi de sorguluyor.

Kitapta en çarpıcı bölümlerden birinde narsistin “sahte benliği” bir reklam panosuna benzetiliyor. O panonun arkasında ne gerçek bir yüz var, ne de temasa izin veren bir zemin. O panoya bakarak bir hayat kurulamaz. Ve en kritik cümleyi tam burada kuruyor: “Gerçek olamayacak kadar iyi diyorsanız, muhtemelen gerçek değildir.” Klinik Psikolog Ezgi Taboğlu ile “Bir Narsiste Âşık Olmak” adlı kitabını konuştuk.

Toplamda yüzde bir civarında görüldüğü söylenen narsistik kişilik bozukluğu, bugün gündelik dilde neredeyse herkes için kullanılan bir etiket haline geldi. “Herkes narsist oldu” söylemi bir abartı mı, yoksa gerçekten yeni bir narsizm dalgasıyla mı karşı karşıyayız?

Narsistik kişilik bozukluğu teşhisi konulabilecek insan sayısı dediğiniz kadar az. Fakat günlük hayatta bencillik ve kibir gibi sağlıksız narsistik özellikler ile kendini övme, ötekileri değersizleştirme gibi sağlıksız narsistik tutumlar daha sık görülüyor. Yani herkes narsist olmadı ama günümüz kültürü narsisizmi destekliyor, hatta teşvik ve takdir ediyor. Aslında geçmişinde alçak gönüllülüğü önemseyen ve kibri kötüleyen bir kültürden geliyoruz. Buna işaret eden “Ağacın meyvesi olunca başını aşağı salar” veya “Abdal ata binince bey oldum sanır” gibi pek çok atasözü de var. Günümüzde ise “başarılı” veya “makbul” insan tanımı değişime uğradı ve bu tanım artık narsistik özellikleri daha kabul edilebilir kılıyor. Sosyal medya da bu narsistik eğilimi besliyor.

Daha net anlamak için soruyorum. “Narsistik kişilik bozukluğuyla” “narsistik tutum” arasındaki fark nedir?

Has narsist, yani narsistik kişilik bozukluğu olan biri zaten içgörüden yoksun ve değişmekle ilgilenmiyor. Ona göre kendisinde sorun yok, değişmesi gereken diğerleri. Ayrıca kendini çok önemsiyor gibi görünse de aslında gerçek kendiliğini merak etmiyor. Kırılganlığını hissedebileceği bir alanda da kalmak istemiyor. Dolayısıyla terapinin has narsiste katabilecekleri sınırlı.

Peki narsistik eğilimleri olan biri, gerçekten tedavi edilebilir mi?

Sürekli haklı veya mağdur olduğuna inanmak, devamlı dışarıdan onay ve takdir beklemek, eleştiriye aşırı hassasiyet, her durumda kendini öncelemek gibi çeşitli sağlıksız narsistik özellikler ve tutumlar evet, terapiyle değişebilir. Terapi aslında farkında olduğumuz ve olmadığımız yönlerimize merakla bakmayı sağlayan kapsayıcı, güvenli bir alan. Kişi içgörü kazanmaya açıksa ve meraka sahipse bu beraberce merakla bakma hali zaten zamanla içsel dönüşümü getiriyor. Böylece kişinin hayatını güçleştiren, ilişkilerine zarar veren narsistik özellikleri de esneyebiliyor.

“Yakınlık, güç mücadelesi değil aynı takımda olma hissiyle gelişir”

 İlişkilerde “hak görme” nedir? Aşk adı altında sürdürülen bu sahiplenici ve denetleyici tutum, ilişkileri bir tür işgal biçimi mi?

Evet işgal, kontrol, manipülasyon, hatta derecesine göre duygusal şiddet biçimi. Mesela “Beni seviyorsan hemen cevap verirsin”, “Önceliğin (ailen, arkadaşların, işin, hobin, hatta kendin yerine) ben olmalıyım”, “Benim istemediğim insanlarla görüşmeyeceksin” cümleleri… Ne giydiğine karışmak, sosyal medya hesaplarının şifrelerini istemek… Yani partnerin duyguları, sınırları, tercihleri veya prensiplerine ters düşse bile mutlaka hak görenin arzusuna göre hareket etmesini beklemek. Alt metni şu: “Benim paşa gönlüm nasıl istiyorsa öyle davranmalısın”. Öyle davranmazsanız size ceza kesmeyi de kendine hak görür, sizi çifte standarda tabi tutmayı da. Örneğin başka biriyle ilişki yaşar ve hiç suçluluk hissetmez. Çünkü siz bunu hak etmişsinizdir, bu da onun hakkıdır. Bunlar aslında tehlike çanları ama bazılarımız bu talepleri ilgi, aşk, tutku zannedebiliyoruz. Yakınlık, güç mücadelesi değil karşılıklılık içinde ve “aynı takımda olma” hissiyle gelişir. Hak gören biriyle bu denge yok olur.

Anlattığınız durumu pek çok kadın kabulleniyor ve partnerinin ‘narsist’ olduğunu bile bile ilişkide kalıyor. Karizmatik, tutkulu ama duygusal olarak soğuk olduğu halde neden bu kadar cezbedici?

İlişkiye devam etmenin en temel nedeni “yanlış bahar, kış güneşi”ne duyulan bir umut. Narsist adamla aşk hikayesi yüksek ve coşkulu başlıyor. Başlangıçta adam dışarıdan sert görünse de kadına “kıyamıyor”. İlişki ilerledikçe o adam o kadına kıyabilir hale geliyor. Kadın, narsist erkeğin kötü muamelesini önleyebileceği ve yine güzel günlere dönüleceği umuduyla zorluklara katlanabiliyor.

Peki ilişkiye devam etmek de patolojik bir problem olduğunun işareti değil mi?

Böylesi ilişkilerde kalan kadınlar, kendi geçmişlerinden getirdikleri yaraları, örneğin reddedici, soğuk veya dengesiz bir ebeveyni hatırlatan bu adamla kalıp çabalayarak belki farkında olmadan geçmişini tamir etmeye çalışıyorlar. Belki özdeğerlerinin farkında değiller, daha iyisini hak ettiklerine inanmıyorlar. Belki de bunca iniş çıkışı tutkuyla, aşkla karıştırıyorlar.

“Sağlıklı narsisizm ‘Ben değerliyim, sen de değerlisin’ der”

Günümüzün kapitalist düzeninde hepimizde narsistik eğilimler olduğu aşikar. Sağlıklı narsisizm kavramını da bu nedenle çok sevdim. Sağlıklı narsizm nedir ve farkları nelerdir?

Psikolojide özellikle son yıllarda güçlenen bir görüş, narsisizmi spektrum olarak tanımlıyor. Bu spektrumun bir ucuna sağlıklı benlik değerlerini içeren sağlıklı narsisizmi, diğer ucuna ise narsistik kişilik bozukluğunu da dahil ederek patolojik, yani sağlıksız narsisizmi koyuyor. Bu görüşe göre hepimiz bu spektrum üzerinde bir noktada bulunuyoruz. Sağlıklı narsisizm kendi değerimizi bilmek, başarılarımızla gurur duymak ama kibirlenmemek, eleştiri karşısında hemen yıkılmamak, gelişime açık olmak, hata yapabilen bir insan olduğumuzun farkında olmak, kapsayıcı ve yapıcı bir liderlik yapabilmek gibi olumlu özelliklerdir. Sağlıksız narsisizm “En önemli ve özel benim. Birinci benim” dedirtir, sağlıklı narsisizm ise “Ben değerliyim, sen de değerlisin” der. Ötekini yok saymaz, empati kurabilir. Dolayısıyla sağlıklı narsisizm, hepimizde olmasını isteyebileceğimiz sağlıklı benlik özellikleri anlamına gelen, sağlıksız narsisizmden tamamen farklı ve olumlu bir kavram.

Narsistin reklam panosu diye tarif ettiğiniz “Sahte Benlik” kavramına bayıldım. Sahte benliğe sahip olan biriyle bir arada olmak, baştan bir duygusal manipülasyona açık kapı bırakmak değil mi? Böyle bir kişilikle kurulan bağ aşk değilse, nedir?

Hepimiz bir miktar sahte benliğe sahibiz. Çünkü çocuklukta çevreye uyum sağlamak, kabul görmek, ihtiyaçlarımızı karşılamak için hepimiz çeşitli maskeler geliştirdik. Bu sayede toplumsal gerekliliklere de uyum sağlarız, örneğin yorgun da olsanız bir davette neşeli görünürüz veya bir iş görüşmesinde en yakın arkadaşımızla konuştuğumuzdan daha resmi bir tavır içinde oluruz. Sonuçta yine mizacımızdan gelen gerçek benliğimizin özelliklerini sergilemeye devam ederiz, olmadığımız biri gibi davranmayız. Dolayısıyla karşınızdakinin sahte benlik sahibi olması mutlaka sizi manipüle edebileceği anlamına gelmez. Sorun sahte benlik, gerçek benlikten tamamen koptuğunda başlar. Narsist için de durum budur. Bu kopukluğun farkında değildir. Ancak gerçekte kim olduğunu bilemez; gerçek hisleri, kırılganlığı ve canlılığıyla bağını kaybeder. Bu kaybın yarattığı boşlukla baş etmek ve dışarıdan takdir görebilmek için tüm yatırımını sahte benliğe yapar. Çünkü kendisini o sahte benlikten ibaret zanneder. Bir insanın sadece sahte benliğiyle ilişki kurmak yorucu ve yalnızlaştırıcıdır çünkü karşınızdakine asla gerçek anlamda dokunamazsınız, o da size dokunamaz. Onun ancak izleyicisi olabilirsiniz. Yakınlaşmayı sürdüremezsiniz çünkü o reklam panosunun arkasını görme ihtimaliniz tehlikelidir ve uzaklaştırılırsınız. Siz aşık olduysanız o ilişkide aşk vardır ama bağ derin değildir, sürdürülebilir de değildir.

Kitapta 90’lar Türkçe pop şarkılarından örneklerle ilerliyorsunuz. O dönemin ‘aşk’ şarkılarında aslında neye maruz kaldık? Neden masumiyet (!) çağı denilen bu dönemde şarkıların bu kadar çok narsistik öğe taşıdığını fark etmeden ezberledik? Hepsi bir tesadüf olamaz gibi geliyor? Ne dersiniz?

Bu şarkılarla tutkunun tahmin edilemezlikle, yüksekliğin yakınlıkla bir olduğunu, aşkın acı çekmek olduğunu, dramanın ve kaosun gerçek sevginin işaretleri olduğunu öğrendik. Bir başkasının bizi tamamlaması gerektiğini, bu kişi bize kötü muamele de etse hayatta yalnızca onun bizi tamamlayabileceğine inanmamızı, ancak onunla olursak hayatın anlamlı olacağını dinledik. Yani bu şarkılar adeta narsistle aşka güzellemeler gibi. 90’ları pek çoğumuz nostalji ve özlemle hatırlasak da Türkiye’de 90’ların toplumsal ikliminin şahane olmadığını biliyoruz. Politik, ekonomik, sosyal pek çok ciddi sorun var. Aynı zamanda Amerikan tipi yaşam biçimine geçişin hızlandığı, kapitalizmin tüketim alışkanlıklarını değiştirdiği, bireyselleşmenin ve narsistik özelliklerin öne çıkmaya başladığı yıllar. Bu geniş ölçekli toplumsal değişim, dönemin popüler müzik kültürünü de dönüştürmüş gibi görünüyor. Öte yandan tesadüf müdür, bilerek mi yazılmıştır bilinmez ama bu şarkılar bu kadar ilgi gördüğüne göre toplumsal aşk tanımımıza dair bir ipucu verdikleri kesin.

Merak ettiğim şu: Narsistik figürlerin çoğunun erkek olması tesadüf mü? Yoksa patriyarkal düzenin erkeklere tanıdığı “ben merkezlilik” hakkı mı bunu besliyor?

Evet, patriyarkal kültür erkeklerin kibirli, üstenci ya da büyüklenmeci davranmasını geleneksel toplumsal cinsiyet rolleri gereği daha kolay tolere ediyor. Kadınlar bu şekilde davrandıklarında daha sert yargılanıyorlar. Yine de kadınlarda da sağlıksız narsisizm ve narsistik kişilik bozukluğu elbette görülebiliyor. Narsistik ihtiyaçlar, özellikler ve beklentiler temelde tüm narsistlerde benzer olsa da görünümleri toplumsal cinsiyet rollerine göre farklılaşabiliyor. Bu da bazı narsist kadınların onay ve hayranlık ihtiyacını daha örtük ve dolaylı biçimde talep etmesine neden olabiliyor; örneğin “verici” ya da “fedakar” görünmek, fark edilmediğinde kırılmak, gücünü daha pasif biçimlerde kullanmak gibi.

“Narsist erkeklerle ilişki sürdüren kadınları yalnızca mağdur kimliğine indirgemek yanlış olur”

Kadınlar bu ilişkilerde sadece mağdur mu?

Narsist erkeklerle ilişki sürdüren kadınları yalnızca mağdur kimliğine indirgemek yanlış olur. Evet, ortada bir mağduriyet olduğu aşikar, bunun altını çizelim. Fakat bu mağduriyet üzerinden kadınları edilgen ve zayıf olarak algılamak veya onlara bu varsayımla yaklaşmak, kadınları çocuklaştırmak demektir ki bu son derece hatalı. Böyle bir ilişkideki kadının en çok ihtiyaç duyduğu şey zaten kendi gücünü hatırlamak. Dolayısıyla narsistik istismara uğrayan kadınların da karar verme yetisine sahip yetişkinler oldukları, bu ilişki dinamiğinin aktif bir parçası oldukları görmezden gelinmemeli. Çünkü bir çözüm ve değişim sağlanacaksa buradan sağlanacak. Son olarak narsistik istismar cinsiyetten ve cinsel yönelimden bağımsız bir yapıya sahip. Dolayısıyla sabit bir “narsist erkek-mağdur kadın” ikilisinden değil, karmaşık bir ilişki örüntüsünden söz ediyoruz.

Küsen, alınan, sessizce cezalandıran karakterler. Bugün çoğu kişi bu tür davranışları ‘duyarlılık’ gibi kodluyor. Hatta zaman zaman bu tuzağa düşebiliyoruz. Bu pasif-agresif kırılganlık yeni bir narsisizm biçimi olabilir mi?

Bu söylediğinizi “kırılgan narsisizm” veya “narsistik kırılganlık” kavramları çerçevesinde düşünebiliriz. Kırılgan narsisizme sahip kişiler kendilerini ilk bakışta “narsist” olduğunu anladığımız büyüklenmeci narsistler gibi dayatmıyorlar. Ancak yine de tıpkı onlar gibi özel ilgi ve hayranlık bekliyorlar. Sonra bir cümlenizden bir anda mağdur olabiliyorlar. Narsistik kişilik bozukluğu teşhisini koymayı sağlayan psikiyatrik tanı kriterleri bu kırılgan narsisizm özelliklerini içermiyor. İçerseydi narsistik kişilik bozukluğu teşhisi konulabilecek kişi sayısının ciddi oranda artacağını rahatlıkla öngörebiliriz.

Sağlıklı duyarlılığa sahip insan kırıldığında ne yapar?

Tepkisel biçimde küsüp geri çekilmek yerine öncelikle kendi duygusunu anlamaya çalışır. Sonra ister duygusunu paylaşır ister sınır koyar, isterse de talepte bulunur. Fakat ne dramatik bir sahne yaratır ne de karşısındakini cezalandırmaya çalışır. Pasif agresif tavra sahip kişi ise fark etse de etmese de aslında bir güç mücadelesi içindedir. Konuşmaya çalıştığınızda bir duvarla karşılaşabilirsiniz. Hatta bağı tamir etmenize de izin vermez. “Ben söyledikten sonra yapmanın ne anlamı kaldı ki?” böyle bir cümledir mesela. Dolayısıyla narsisizmin kırılgan görünümleri de ilişkilerde ciddi sorunlara yol açar, hatta ilişkileri sabote eder. Üstelik yarattığı öngörülemezlik ve gerginlikle de klasik bir manipülasyon yoludur. Böyle biriyle uzlaşmak, her yanı yaralı bereli ve can acısından huysuzlaşmış biriyle konuşmaya benzer ve zordur.

 

Bir Narsiste Aşık Olmak / Ezgi Taboğlu / Doğan Kitap Psikoloji / 336 Sayfa