Christina Goldbaum / New York Times
On yılı aşkın bir süredir Suriye'de yaşayan on binlerce insan hiçbir açıklama yapılmadan ortadan kayboluyordu. Sokaklardan toplandılar. Üniversitelerinden koparıldılar. Marketten alışveriş yaparken ya da işten eve dönerken yakalandılar. Akrabalarına ne olduğu asla söylenmedi. Ama onlar gerçeği biliyordu. Kayıpların çoğu Devlet Başkanı Beşar Esad'ın geniş hapishane ağına atılmış, burada işkence görmüş ve topluca öldürülmüşlerdi.
Şimdi, Esad rejiminin devrilmesiyle birlikte, kayıp Suriyelilerin aileleri sevdiklerine kavuşmayı ya da en azından onlara ne olduğunu öğrenmeyi umuyor. Pazar günü haber almak için Suriye'nin en kötü şöhretli hapishanelerinden biri olan Sednaya'ya akın ettiler. Salı günü ise yüzlerce kişi cezaevinde bulunan 38 cesedin götürüldüğü Şam'daki bir hastanenin morguna akın etti. Bazıları kayıp akrabalarının fotoğraflarını göstererek onları tanıyan olup olmadığını sordu.
Çaresizlik içinde bazıları morg dolaplarının çelik kapılarını zorlayarak açtı, büyük çekmeceleri çekip çıkardı ve cesetlerin üzerini örten battaniye ve muşambaları söktü. Diğerleri ise adli tıp uzmanlarının ölülerin fotoğraflarını çekip katalogladıkları odaya girmek için hücum ettiler. Cesetlerin birçoğunun durumu, mahkumların maruz kaldığı vahşetin sessiz tanıklığını sunuyordu.
İsyancıların Esad hükümetini devirip ülkenin dört bir yanında tutulan mahkumları serbest bırakmasından bu yana geçen günlerde binlerce Suriyeli Sednaya Cezaevine akın etti. Şam'ın dış mahallelerinde bir tepenin üzerinde yer alan hapishane, dikenli tellerle çevrili ve kara mayınlarıyla delik deşik edilmiş bir arazide bulunuyor. Cumartesi gecesi cezaevi kompleksine giren isyancılar mayınları patlatmak için tarlaları ateşe verdi.
Gizli bölme iddiaları
Birkaç saat içinde yüzlerce mahkum Sednaya'nın kapılarından şaşkın bir şekilde çıkmaya başladı. Ancak hapishane kompleksine akraba ve arkadaşlarını aramak için gelen binlerce insanın çoğu onları bulamayınca yıkıldı. Yerin üç kat altındaki gizli hücrelere dair söylentiler kısa sürede yayıldı ve hala hapsedilmiş olabilecek herkesi kurtarmak için çılgınca bir koşuşturma başladı. İki gün boyunca isyancılar ve kurtarma görevlileri beton zeminleri çekiçle dövdü ve ekskavatörlerle parçaladı.
Tarık Abbas hapishanenin elektrik odasına benzeyen bir yerden bağırarak "Burada kablolar görüyorum! Nereye gidiyorlar? Burada bir kuyu mu var?" diye sordu. Elinde bir kürekle zemine vurmaya başladı ve herhangi bir yerinin boş olup olmadığını (gizli bir oda olması umuduyla) anlamaya çalıştı. Bir hücrede kazı yapan kurtarma görevlileri, parmaklıkların yakınında toplanan aile üyelerini arama yapabilmeleri için kendilerine yer açmaya çağırdı. Ama sonunda söylentilerin asılsız olduğu anlaşıldı: Hiçbir gizli hücre bulunamadı.
Mahkumların tutulduğu hücretler dehşet ve sefalet hikayesini anlatıyordu. Beton zeminler kir tabakalarıyla kaplanmıştı ve aynı anda düzinelerce kişinin kaldığı odalarda birkaç battaniye seriliydi. Alacakaranlık çökmeye başladığında, düzinelerce adam kompleksin dışındaki çimenlikte toplandı. İsyancı savaşçılar silahlarını kurumuş toprağın üzerine bıraktı. Birçoğu ceketlerinin ceplerinde kaybettikleri yakınlarının fotoğraflarını taşıyan siviller de onlara katıldı. Dua zamanıydı.
Korkulu bekleyiş
Adli tıp görevlileri Al-Moujtahed Hastanesi'nin morgunda çalışırken, dışarıdaki aileler korkarak da olsa haber bekliyordu. Sağlık çalışanlarının ölülerin fotoğraflarını paylaştığı yeni kurulmuş bir Telegram kanalını taradılar. Ancak fotoğraflardaki yüzlerin çoğu çok zayıf, yanakları çok çöküktü. “Onları nasıl tanıyabiliriz ki?” diye sordu bir kadın, yakındaki bir adam fotoğrafları karıştırırken. Ceset fotoğraflarına bakarken, birçoğu aniden uzun zamandır akıllarından uzak tutmaya çalıştıkları bir gerçekle yüzleşti. Kocalarını, kardeşlerini ve oğullarını en son gördükleri, telefonlarında ve sosyal medyada sakladıkları fotoğraflarda göründükleri gibi hayal etmişlerdi. Aradıkları insanlar gülümsüyordu, yanakları hayatla parlıyordu ve kemikleri kaslıydı.
Cesetler yaşadıkları vahşeti anlatıyordu
Şimdi, morgun avlusunda dururken, hafızalarına cesetlerin görüntüleri yazılıyordu. Gün uzadıkça, morgdaki kalabalık daha da büyüdü ve daha da sabırsızlandı. Morga girebilmek için çaresizce itişip kakışan insan kalabalığı. Bir muayene görevlisi "Lütfen. Bir adım geri çekilin" diye yalvardı. Öğleden sonra erken saatlerde kalabalık kazanmıştı. İnsanlar morg soğutucusuna akın etti. Kapı aralığında yatan bir cesedin ayaklarının üzerine bastılar ve odadaki diğer düzinelerce cesedin etrafına sarılmış muşambaları yırttılar. Bir kadın bulduğu şey karşısında çığlık attı. Cesetlerin çoğu bir deri bir kemik kalmış, derileri kemiklerinden ayrılmıştı. Bir adamın omuzları delik deşik izlerle kaplıydı. Bir diğerinin boynunda kalın kırmızı bir yara izi vardı. Bunun ip yanığı olduğuna inanılıyodu. Bir başka adamın ise gözleri yoktu. Bir kadın “Çocuklarımız şehit oldu, çocuklarımız şehit oldu” diye bağırarak odadan dışarı fırladı. Diğerleri sessizce ayrıldı, yüzlerinde boş bakışlar ve yanaklarından süzülen gözyaşları vardı. Bir kadın hıçkırıklar arasında “Çocuklarımız öldü” diye bağırdı.
© 2024 The New York Times Company