02 Mayıs 2024, Perşembe Gazete Oksijen
Haber Giriş: 11.06.2023 11:42 | Son Güncelleme: 11.06.2023 14:25

Bazen anneye çıkar bütün yollar

Oidipus kompleksin iz bıraktığı ya da aşılamadığı yetişkin erkeklerde sosyal fobi, panik bozukluklar ve hatta testis travmaları bile gözüküyor. Korkuyorum’da (Beau is Afraid) Joaquin Phoenix tam böyle bir adamı canlandırıyor
Bazen anneye çıkar bütün yollar

New York doğumlu yahudi bir ailenin oğlu olan Ari Aster, ünlü film şirketi A24 için çektiği iki korku filmi Ayin (Hereditary) ve Rituel (Midsommar) ile kısa sürede kendisine geniş bir hayran kitlesi oluşturan 1986’lı bir yönetmen. İki filminde de kendine has ilginç buluşlarla sıradan hikayelerini renklendirebilmişti. Görsel dünyası güçlü, farklı kültürel dokulardan faydalanarak hikayelerini zenginleştirebiliyor. Sonuçta sevmeseniz bile ‘ilginç bir film izledim’ cümlesini kurdurtabiliyor ve salondan sizi mutsuz göndermiyor. 

Üçüncü filmi Korkuyorum’un da tedirgin edici, kara mizah dokunuşlu ve farklı bir korku filmi olması bekleniyordu. Ama Aster korku ve kara komedi öğelerini yine kullansa da daha çok görsel bir psikanalizi andıran üç saatlik halüsinatif bir film yapmayı tercih etmiş bu sefer.

Korkuyorum orta yaşlı bir şehirli adamın, uzakta yaşayan annesine ziyarete gitmeye hazırlandığı normal bir yolculuk filmi gibi başlıyor aslında. Tek fark Beau’nun yaşadığı mahalledeki ortamın distopik bir gelecekte olduğu izlenimi. Acaba Beau’nun etrafında gerçekten de iyice zıvanadan çıkmış bir toplum, korku ve paranoyanın hakim olduğu bir atmosfer mi vardır ya da sokaklarda delice hareketler yapan, şiddetin her an ortaya çıkabildiği bu ortam aslında sadece Beau’nun zihninden mi çıkmaktadır? 

Beau, yıllardır terapi gören paranoyak bir adamdır ama toplumsal şiddetin üst boyutlarda yaşandığı bir sosyal manzaranın içinde yapayalnız yaşıyor gibidir. Her şeyin tehdit oluşturduğu bu ortamda Beau da her şeyden ziyadesiyle ürkmektedir. Telefonda konuştuğu annesine onu ertesi gün ziyarete geleceğini söyler. Ancak yaşanan ani bir gelişme yüzünden yola çıkamaz. Gözünü açtığında tanımadığı bir ailenin daha güvenlikli görünen evindedir. Ancak Beau orada da giderek gerçeküstü bazı durumlar yaşamaya başlar. Oradan kaçıp kendisini bir ormana attığında olaylar daha da karmaşıklaşır. Hatta tanıştığı oyuncu grubu ormanda kurdukları sahnede tam da onun yaşam hikayesine benzeyen bir oyun sahneye koyuyordur.

Elbette bu giderek tuhaflaşan yolculuk boyunca Beau’nun annesiyle olan anıları zaman zaman bize gösterilir. Zaten final tamamen Beau’nun annesiyle yüzleşmesi üzerinedir. 

Gerçeküstü bir yolculuk

Açıkçası biraz Charlie Kaufman senaryoları gibi giderek gerçeklikten daha çok kopan; biraz da David Lynch filmleri gibi, izlemekten ziyade bir deneyim yaşamanızı hedefleyen; seyircisini içine çekip onu içinde kaybetmeyi hedefleyen bir film Korkuyorum. 

Sağlıklı bir ailenin içinde büyümeyen birinin ailesiz büyümekten daha travmatik sonuçlara yol açabileceğini savunan bir yöne doğru gittikçe gidiyor film. Aster bunu yaparken sinemanın görsel imkanlarını alabildiğine kullanıyor. David Lynch’in yanı sıra David Cronenberg ya da Darren Aronofsky, Roman Polanski gibi sinemacıların halüsinatif anlatımlarını, sahne geçişlerini ya da zaman atlamalarını hatırlatıyor birçok manevrası.

Filmin ilk yarısı aslında bir çağdaş Amerikan toplumu eleştirisi gibi okunmaya müsait; giderek daha da çılgınlaşacak ve kara komedinin dozu daha da artacak diye beklerken hikaye daha da kişisel bir yöne kayıyor. Beau’nun en büyük korkuları anneden kaynaklı. Anneye ulaşana kadar geçtiği bütün olaylar ve karşılaştığı kişiler onun hayatının bazı evrelerinin ya da karşılaştığı başka insanların simgelerini oluşturuyor. Peki baba bu hikayenin neresinde derseniz o da çatı katında gizlenen ayrı bir travmaya kapı açıyor. Finalde de nihayet anne ve annenin kendisine hediye ettikleriyle karşı karşıya kalıyor Beau. 

Sevilen oyuncu Joaquin Phoenix, seyirciyi üç saat boyunca bir parça zorlayan bu filmde her anında acı çeken Beau’yu kendisini hiç umursamadan canlandırıyor. Uyuşuk, sürekli kendine acıyan, geveleyerek konuşan orta yaşlı bir adamın içine kendini kapatıp etrafında olan bitenlere bırakıyor kendisini adeta. Çok zor bir işin altından kalkmayı başarıyor tercübeli oyuncu. Sonuçta bu kadar uzun bir filmde haftalarca aynı derecede bu kadar zor bir karakter çizgisini sürdürebilmek de kolay değil.

Kompleks hikayelerden ve metaforik anlatımdan hoşlanan sinemaseverlerin daha çok keyif alacağı bir film Korkuyorum. Biraz daha kısa olabilirdi diye düşündüğümüz filmi bitirdikten sonra insan ister istemez yönetmenin kendi ailesiyle olan ilişkisini de merak ediyor doğrusu...