Brezilya’nın askeri diktatörlük dönemi başka ülkelerdeki benzer tüm darbe dönemlerinde olduğu gibi radikal milliyetçi, komünizm paranoyalı, sansürcü, ilk bakışta normalmiş gibi görünse de sosyal yaşamın altındaki işkenceli soruşturmalarla, yargısız infazlar ve sakıncalı (!) fikirleri yüzünden ‘kaybedilen’ insanlarla dolu yıllar. Askeri diktatörlük dönemi 1985’de sona ermiş ancak Brezilya ordusu 2014 yılına kadar o dönemde yapılan bütün zulüm vakalarını reddetmişti.
Bu dönemin en şiddetli zamanları olan 1970’lerin başında beş çocuklu Pavia ailesi de bu şiddetten nasibini almış. İnşaat mühendisi ve bir dönem milletvekilliği yapmış olan Rubens Paiva, çok sevdiği karısı Eunice ve beş çocuğuyla plaja yakın kiralık bir evde yaşıyorlar. Evleri her zaman dostlarıyla dolu, sosyal bir aile. Zengin değiller ama maddi kaygıları pek yok. Entelektüel çevreleriyle ve çocukların masum dünyaları içinde ülkenin baskıcı atmosferinden olabildiğince izole bir hayat sürmekteler. Ancak bir gün bazı adamlar gelir ve Rubens’i sorgulamak için kısa bir süre götürmek zorunda olduklarını söylerler. Adamların bir kısmı Rubens ile giderken, bir kısmı Eunice ve çocuklarla kalır. Sonra Eunice ve ergen kızı Eliana’yı da sorgulamaya alacaklardır.
1956 doğumlu yönetmen Walter Salles (Merkez İstasyonu, Motosiklet Günlüğü, Yolda) ülkesinde yaşanan bu vakaların birebir tanığı. Hatta gerçek Paiva ailesiyle 13 yaşından beri yakınmış. Gerçeklere çok bağlı bir film yapmak onun için kişisel bir görevmiş ve filmin duygusunu oyunculardan tam olarak alabilmek adına bütün filmi ‘sıralı’ çekmiş. Yani filmin çekimleri ilk sahneden son sahneye göre sırayla yapılmış. Paiva ailesi kişisel arşivlerini tutmaya önem veren bir aileymiş. Fotoğraflar, belgeler, ailenin büyük kızı Vera’nın çektiği 8mm filmler; başlarına gelen trajediye rağmen, rejim tarafından sürekli tehdit altında yaşasalar da ailenin neşesini hep koruduğunu belgeliyorlar. Belli ki Rubens idealist fikirleri olan bir adam, çocuklarıyla olan iletişimi mükemmel. Yeni ve modernist bir ev inşa etmek için çalışıyor ve karısının da sonradan öğrendiğine göre gizli gizli aktivistlere yardım ediyor. Aslında daha iyi bir Brezilya inşa etmek istiyor. Askeri rejimin siyah deri ceketli bir piyonu eve girdiği an bu hayaller çöküyor. Elbette Eunice ve ailesi için büyük bir bozgun ama aile yine de hayata küsmüyor. Çünkü Eunice güçlü durmayı her zaman bir şekilde başarıyor. Çocuklarını dirayetle yetiştiriyor, asla karşılarında ağlamıyor.
Filmde fotoğraf çekilen üç an var. Bu anlar ailenin yaşanan her şeye rağmen gülümsemeyi asla elden bırakmadığının altını çizmekte. Özellikle sosyal medyada en çok Che Guevara’ya atfedilen ‘gülmek devrimci bir eylemdir’ sözünü doğruluyor gibi. Film sistemin asık ve sert yüzüyle sadece bir bölümde karşılaştırıyor bizi. Salles oralarda bile fazla detaya girmeden, işkence ve baskının sömürüsünü yapmadan daha duygulardan ve çocukların değişen dünyasının içinden gitmeyi tercih ediyor. (Bazen yoğun bir şekilde Alfonso Cuaron’un Roma filmini de hatırlıyoruz.) Bu anlamda ona en büyük güveni ve rahatlığı hiç şüphe yok ki, Eunice rolünde harika bir performans gösteren Fernanda Torres veriyor. Her şeye rağmen sonsuza dek hayata küsmenin kimseye bir faydası olmayacağını, gülmenin baskıya boyun eğmemenin ve özgürlüğü sahiplenmenin en güçlü ifadesi olduğunu zarif, ölçülü ve katmanlı performansıyla veriyor.
Walter Salles’in 1998’de çektiği muhteşem filmi Merkez İstasyonu (Central Station) o yıl hem En İyi Uluslararası Film dalında hem de başrolü Fernanda Montenegro’yu En İyi Kadın Oyuncu dalında Oscar’a aday gösterilmişti. Fernanda Montenegro, o yıl ödülü Aşık Shakespeare filmindeki rolüyle Gwyneth Paltrow’a kaptırdığında bütün dünya şaşkınlık içinde kalmıştı. Bu sene yeni bir Walter Salles filminde bu sefer Fernanda Montenegro’nun gerçek kızı Fernanda Torres’i izliyoruz, Altın Küre’yi kazanan Torres, annesi gibi yine En İyi Kadın Oyuncu dalında Oscar adayı! Üstelik bu kez aynı filmde anne-kız Fernanda’lar Eunice’in farklı yaşlarındaki hallerini canlandırmaktalar…