Prof. Dr. Talat Kırış’ın 2021 yılında mesleki anılarından ve anlarından yola çıkarak yazdığı Beyne Giden Yol’u okuduğumda o yolun edebiyattan da geçtiğini görmüş ve bir okur olarak memnun ayrılmıştım kitabının sayfalarından. Kırış aynı zamanda T24 sitesindeki güncel siyaset ve iklim konularında da ufuk açıcı bir yazar. Evet, sadece dünyaca ünlü bir beyin cerrahı değil, bunun yanında iklim aktivisti, denizci, sanata meraklı, insana odaklı, dünyanın her haline duyarlı bir yazar. Doğan Kitap’tan çıkan yeni kitabı Uzak Deniz Küçük Yağmur ise bunun kanıtı. 33 öyküden oluşan kitapta aşk, edebiyat, sanat, mitoloji ve dünyanın olduğu kadar insanın her haline odaklanarak okurun zihninde hevesle merak uyandıran hikâyeler anlatıyor Kırış. Peki tüm bunları nasıl yapıyor, zamana ve heybesine doldurduğu ilgi alanlarına nasıl yetişip hepsini hem mesleğine hem de zamana sığdırıyor, hepsi birbirinden nasıl besleniyor. Cerrah ve yazar Talat Kırış’la tüm bunları konuştuk.
İlkokul dördüncü sınıfta yazdığınız “Dizkapağı” adlı öyküden bahsediyorsunuz. O zaman doktorluğa ilginiz, hayaliniz var mıydı?
İlkokul birinci sınıftayken ya beyin cerrahı ya da astronot olacağım diye karar vermiştim. İnsanlığın uzaya adım attığı yıllar. Önce Yuri Gagarin, ardından Apollo görevleri. O yıllarda televizyonumuz yoktu ama radyodan dinliyordum haberleri, gazetelerden de takip ediyordum. Ancak kısa süre içinde bir Türk olarak astronot olma şansımın olmadığını anladım. Sonrasında hayalim hep beyin cerrahı olmaktı. “Dizkapağı” öyküsünde bedenin yapılarından söz edilse de, o çocuk yaşta bana yanlış gelen, bir yapıyı tek otoritenin – öyküde beynin - yönetmesiydi. Ona itirazdı. Ama yıllar sonra beyin cerrahı olunca anladım. Aslında bedenimizi tek başına beyin kontrol etmiyor. Tüm beden müthiş bir ahenk içinde çalışıyor. Her bir anatomik yapının en az beyin kadar önemi var.
Gerçi sizin hedefiniz sanıyorum doktorluk değil beyin cerrahı olmaktı değil mi?
Kesinlikle, eğer beyin cerrahı olamasaydım doktorluk yapar mıydım bilmiyorum.
Ve sonra beyin cerrahı oldunuz. Zorlu bir süreç elbette ama daha önemlisi edebiyattan hiç kopmamış olmanız, sanki tıp ve edebiyat birbirini beslemiş gibi… Ya da nasıl oldu?
Edebiyattan hiç kopmadım. Beyin cerrahisinde yıllar ilerlerken çok ama çok çalışıp (gün aşırı nöbetler, ameliyatlar, akademik faaliyet, sağlık sistemindeki aksaklıklardan kaynaklanan problemlerin çözümü vb…) bir o kadar da okumanız (beyin anatomisi, fizyolojisi, patolojik süreçler, ameliyat teknikleri, tanı yöntemleri…) gerekir. Benim başucumda, çantamda her zaman Nöroşirürji makaleleri, kitaplarıyla birlikte, aynı anda okuduğum üç dört kitap da olurdu. Bir şiir kitabı, bir roman, öykü kitabı, sanata dair kitaplar… 1990 yılıydı sanırım, Argos dergisinde Tıp ve Sanat başlıklı bir yazı yazmıştım. Michelangelo’nun Sistina Şapeli’nin tavanına yaptığı fresklerden biri olan Yaradılış Freski’nde tanrıyı bir beyin kesitinin içerisine çizmesi iddiasını konu almıştım. Sorunuzun yanıtı evet, bazen daha iyi bir hekim olmamda katkısı oldu, bazen beyin cerrahisinin büyük stresini aşmamda yardımcı oldu ama edebiyat hep benimle birlikte oldu.
33 yıla yayılan 33 öykü var kitapta. Sizin gibi alanında uzman ve eminim ki çok yoğun birinin yazma ve okuma mesaisi nasıl oluyor merak ettim…
İnsan denen canlının olağanüstü bir kapasitesi var. Hep sorulur ya beynimizin yüzde kaçını kullanıyoruz diye. Aslında doğru soru kapasitemizin yüzde kaçıyla hayatımızı sürdürüyoruz olmalı. Önemli olan istemek, hayal etmek ve hayat rotanızı ona göre ayarlamak. Bir de sanırım tecessüs (öğrenme merakı) kavramıyla ifade edebileceğim bir durum söz konusu benim için. Her şeye karşı büyük bir merakım var. Okumaya, araştırmaya doyamıyorum diyebilirim. Sevdiğim konularda bu daha da derin. Öyle olunca günde en az bir iki saatimi okumaya ayırırım. Günleri, haftalara, aylara, yıllara ekleyince de epey bir kitap okuma şansım oluyor.
Nasıl bir okursunuz peki? Yazılarınızda başka yazarlara, eserlere birçok göndermeler, referanslar var…
Her zaman aynı anda birkaç kitap okurum. Bir kitabı okurken orada bir yere takılırım, örneğin bir mekân, sanat eseri, tarihi bir şahıs ya da teknolojiye veya kuantum fiziğine dair bir şey. Sonra onun peşine düşerim. Onunla ilgili okurum, araştırırım. Örneğin Hieronymus Bosch’un bir eserinin peşinden, hem hayatını, eserlerini inceledim, hem de Madrid’de Prado Müzesi’ne kadar izini sürdüm. Bu heyecanlı takip kitabımdaki “Siyah Beyaz Bir Öykü Ve Kırmızı Demiryolu Köprüsü” isimli öyküde ‘Seni bir hafta sonra, 15 Temmuz’da, saat tam öğlen on ikide, Prado Müzesi’nde, Hieronymus Bosch’un ‘Dünyevi Zevkler Bahçesi’ resminin önünde bulurum’ cümlesine hayat verdi.
“Öğrenme virüsü besledikçe daha da acıkan bir tür”
Hekimlik, edebi okur yazarlık, denizcilik, içine siyaseti, sosyolojiyi, iklim krizini, çevreyi de alan yazılar… Bilmediğimiz başka bir şey var mı Talat Bey? Nasıl bu kadar verimli, üretken ve çalışkan olunuyor?
Aslında var. Sanat tarihinin belirli dönemlerine ve o dönemde yaşamış sanatçıların hayatlarına ve eserlerine müthiş ilgi duyuyorum. Rönesans, İngiltere’deki Pre-Raphaelitler ve Sürrealist hareket, sanat tarihinde ilgilendiğim dönemler. Sanırım hepsinin müsebbibi içimdeki tecessüs virüsü. Besledikçe daha da acıkan bir tür ve çocukluğumdan beri içime yerleşti gitmiyor. Galiba en büyük zenginliğim de o...
Denizcilik merakınıza gelelim, merak demeyeyim aslında galiba bir nevi hayat biçimi, hayata bakışı belirleyen bir şey, dolayısıyla da edebiyata bakışınızı da etkiliyor diyebilir miyiz?
Deniz benim için adeta elimden bırakamadığım bir serüven romanı. Bilmediğim coğrafyalar, Sinbad gibi, Odisseus gibi beni bekleyen binlerce macera ve yakamozlarıyla, dalgalarının ucundaki köpükleriyle, içinde ve üstünde yaşayan canlılarıyla ve efsaneleriyle kocaman bir hayal dünyası. Bitmek bilmeyen bir sinema filminin içinde olmak gibi. İstanbul’dan yola çıkıp tek vasıta Antarktika’ya, Grönland’a kutup ayılarının, narvalların, penguenlerin yanı başına gidebileceğiniz, gezegenimizin 3/4 ünü kaplayan dünya içre başka bir dünya deniz. Hayatımın son yıllarında en çok denize dair kitaplar okur oldum. Yalnızca edebiyata bakışımı değil tüm bir hayata bakışımı belirliyor deniz.
“Bu kitapta yaşadıklarıyla, yitirdikleriyle insanlar var”
Bir önceki kitabınızda bir hekim olarak kendi gözünüzden, deneyimlerinizden yola çıkarak insanı, insanın tüm hallerini anlatmıştınız. Aslında bu kitapta da insanın tüm halleri var diyebilir miyiz? Sizin için ne ifade ediyor bir bütün olarak bu kitap…
Bu kitapta da insan elbette var. Yaşadıklarıyla, yitirdikleriyle, sevinçleri, hüzünleri, aşkları ve hayalleriyle insanlar. Bütün kitap boyunca karşınıza çıkacak mümkün geçmiş ve mümkün gelecek kavramları çerçevesinde hayatı ele almaya çalıştım. Bu kavramlarla kitaptaki öyküler görünmez bir ağla birbirlerine bağlı. Yine kitaptaki bir öyküden “Kurşun Asker’le Balerin” den bir cümle: ‘İnsanlar anlarıyla ve tercihleriyle varoluyorlar.’ Yaptığımız her seçimle Borges’in “Yolları Çatallanan Bahçe”si gibi hayatımızı yönlendiriyoruz. Yaşayacaklarımıza ve yaşayamayacaklarımıza karar veriyoruz. İşte o ‘mümkün’ kavramı içine de gerçeküstünü katmaya çalıştım. Belki de binlerce paralel evrende sürüp giden aynı insanın binlerce hayatı var, bilmiyoruz. Bu kitap hayatım boyunca düşündüğüm, kafa yorduğum, hayal ettiğim, gözlediğim, okuduğum, yaşadığım ve yaşayamadıklarımın bir bütünü. Yine bir öykümden cümlelerle ifade edeyim, “Göğü Maviltir Bir Kırlangıç Yakamoz”dan: ‘Zamanın içinde dolaşıyorum. Hayatımın öykülerini seçiyorum antolojiden. Bir kısmı yaşanmış bitmiş, bir kısmı hiçbir zaman yaşanmayacak, bir kısmı döngüsel.’
Uzak Deniz Küçük Yağmur / Talat Kırış / Doğan Kitap / Öykü / 216 Sayfa