Hülya Çelik
İngiliz yazar Jeanette Winterson, cinsiyet kutuplaşmaları ve cinsel kimlik konularını eleştirel bir bakış açısıyla ele aldığı eserleriyle tüm dünyada tanınan bir kalem. İlk romanı Tek Meyve Portakal Değildir 1985 yılında En İyi İlk Roman dalında Whitbread Ödülü kazandı ve dizi uyarlamasıyla da En iyi Drama dalında BAFTA ödülüne layık görüldü. Çağdaş dünya edebiyatının en güçlü seslerinden biri olan Winterson, aynı zamanda İngiliz Şövalyelik Nişanı sahibi ve kitapları 22 ülkede yayımlanıyor.
Cinsel kimliğinin yazar kimliğinin önüne geçmesine hiçbir zaman izin vermeyen ve eserlerinde cinsiyetler üstünden yaratılan kutuplaşmalara başkaldıran yazarın bu konulara odaklandığı Vişnenin Cinsiyeti ve Frankisstein; anılarını kaleme aldığı ve ailesinden cinsel kimliğine dek kendisiyle ilgili pek çok ayrıntıyı anlattığı Normal Olmak Varken Neden Mutlu Olasın? ve daha pek çok kitabı Türkçeye çevrildi. Dilimize çevrilen son romanıysa 2007 tarihli Taş Tanrılar (Kafka Yayınevi). Winterson bu kez farklı bir konuya giriyor, savaş ve teknoloji yüzünden insanlığın ters yüz olduğu, Homo Sapiens’le Robo Sapiens’in birbirine karıştığı ama özetle insanların çevreye karşı duyarsızlığını ve geçmişten ders almayışını ağır bir dille eleştiren bir hikâye anlatıyor. Gezegenler değişiyor ama insanlar değişmiyor. Jeanette Winterson ile tüm bunları konuştuk.
Ele aldığınız konular itibariyle güncelliğini hiç yitirmeyen bu sıra dışı kurgunun doğumu nasıldı?
Bu kitap hakkında düşünmeyeli uzun zaman olmuştu, ama çok haklısınız, temaları günümüze hâlâ çok uygun. Taş Tanrılar'ı yazarken, ABD ve İngiltere’nin Irak’taki yıkıcı müdahaleleri ve sonrasında Ortadoğu’daki istikrarsızlaşmanın yol açtığı bir savaş ve bunun Türkiye üzerindeki etkileri beni endişelendiriyordu. Türkiye, Doğu ve Batı, İslam ve Hıristiyanlık dünyası arasında gergin fakat yaratıcı bir yere sahip olmuştur her zaman... Aynı zamanda insan aptallığının ve saldırganlığının sebep olacağı bir 3. Dünya Savaşı, iklim çöküşü ve türlerin yok olması korkusu ve teknolojinin her şeyi düzeltebileceğine dair çocuksu inancım beni meşgul ediyordu. Bu umuda uzaya uçup başka bir gezegen bulmak da dahildi. Böylece kafamda kitabın dört bölümünü kurdum. İşte Taş Tanrılar bir kehanet olarak böyle çıktı ortaya.
Günümüze baktığınız zaman neleri öngörmüşsünüz Taş Tanrılar’ı yazarken?
Taş Tanrılar, dünyayı yönetmede hükümetlerden daha iyi olduğuna karar veren MORE adlı şirket fikriyle de ön plana çıkıyor, bunu şimdi Teknoloji Devleri’yle görüyoruz. Bu şirket esasen hükümetin ve mevzuatın üstünde. Hatta Bitcoin gibi çalışan, Jeton adında yeni bir para birimi öngörüsü var.
Taş Tanrılar’da birbirine bağlanan dört farklı evren üstünden anlatıyorsunuz tüm meseleyi. Bu birbirinden ilginç dört evreni nasıl kurguladınız?
Kitabın ilk bölümü, bizimki gibi ekolojisini ve çevresini mahvetmiş bir dünya, ORBUS. Üç düşman güce bölünmüş: Doğu halifeliği, Çin-Rus antlaşması ve Batılı güçler. Bu teknolojik olarak gelişmiş bir gezegen, kimsenin yaşlanması gerekmiyor ama hem ahlaki hem de toplumsal açıdan iflas etmiş durumda. Ve sonu geliyor. Umut yeni bir gezegende: Mavi Gezegen. Bu da elbette bizim Dünya’mız. İkinci bölümde yeni bir hikâye gibi görünen bir şeye başlıyoruz: Sakinlerinin Taş Tanrılarına olan takıntıları uğruna ağaçları keserek kendi cennetlerini mahvettikleri Paskalya Adası'nın hikâyesi. Bu gerçek bir hikâye, aslında biz de aynı şeyi Dünya gezegenine yapıyoruz ama taptığımız ve her şeyimizi feda ettiğimiz Tanrı serbest pazar tanrısı. Yeryüzündeki yaşama bedel olsa bile ekonomik büyüme tanrısı… Kitabın ilk iki bölümünü okuduğunuzda tarihin tekerrür ettiğini ve dersimizi almadığımızı anlıyorsunuz. Hikâyenin üçüncü ve dördüncü bölümleri savaşı ve savaştan sonraki olayları anlatıyor.
Romanın gelecekteki bir gezegende geçen fantastik kurgusunun altında dünyanın bozulmakta olan ekolojik dengesine bir ağıt ya da yitirdiğimiz belleklerimize ve vicdanlarımıza bir tepki var. Sizce günümüz insanı nasıl bir ilişki kuruyor doğayla? Sizin bu konudaki kişisel hisleriniz neler?
Savaşın ve ekolojik felaketin bedelini sıradan insanlar öder. En çok acı çekenler, hiçbir şeye karar vermeyen yoksullar ve güçsüzlerdir. Ama durum böyle olsa bile, sevgi vardır ve kurtarıcıdır. Kitap boyunca gördüğünüz gibi, kimse bunu bizden alamaz. Dünya parçalanırken sevgi bizi bir arada tutar. İnsanlık hakkında daha iyi hikâyeler anlatmamız gerektiğine inanıyorum ben, savaş ve ölüm hakkındaki eski hikâyeleri tekrar etmemeliyiz. Şu anda da en tehlikeli hikâyemiz, çözülmeyi bekleyen iklim felaketi. Eğer beklemeye devam edersek, bu Dünya gezegenindeki Homo Sapiens hikâyesinin sonu olacak ama Dünya biz olmadan da devam edecek. Belki de hak ettiğimiz tek şey budur… Dünya’ya yaptıklarımız kalbimi çok kırıyor. 30 yıldır baktığım güzel bir bahçede yaşıyorum. Bir ormanın yanı başında. Pestisit veya kimyasal olmadığı için her türlü böcek ve hayvan buraya geliyor çünkü burada güvendeler. Doğanın ihtiyacı olan tek şey insanların doğayla uyum içinde olması ve her şeyi yok etmekten vazgeçmesi.
“Biyolojik olmayan varlıklarla anlamlı ilişkiler kuracağımıza inanıyorum”
Kitapta geçen türler arası, yani insanlar ve robotlar arası ilişki oldukça ilginç. Robo Sapiens fikri nasıl ortaya çıktı ve hikâyeye nasıl yerleşti, biraz anlatır mısınız?
Billy Crusoe’u bazen erkek bazen de kadın, Robinson Crusoe karakteri üstünden bir oyun olarak tasarladım ama aynı zamanda bu karakteri zaman ve olaylar boyunca takip ettim çünkü tarih tekerrür ediyor. Kitaptaki türler arası etkileşime gelince, o zaman için kendini aşmış bir konuydu ama şimdi gerçek oluyor, çünkü hepimiz akıllı telefonlarımızda her gün bir işletim sistemiyle ve Google’la etkileşime giriyoruz ve yakında normal hayatın içinde robotlar görmeye başlayacağız. İleride biyolojik olmayan varlıklarla anlamlı ilişkiler kuracağımıza inanıyorum. Aslında bu bütün insanlık boyunca oldu. Ne demek mi istiyorum? Milyarlarca insan için en önemli ilişki bir insan ya da biyolojik bir varlık ile kurulmadı, Tanrı biyolojik bir varlık değil. Ayrıca her zaman ruhlara, hayaletlere, cinlere inandık. Dünyamız biyolojik olmayan varlıklarla dolu! Biz bunları icat ettik ve sonra da inandık. Yani psikolojik ve duygusal olarak, yeni bir dizi biyolojik olmayan yaşam biçimiyle anlamlı ilişkiler kurmaya kesinlikle hazırız.
“Makineleri suçlamayı bırakalım artık!”
İnsanlığın bugün teknoloji ve makinelerle kurduğu ilişkiyi Taş Tanrılar’ın fantastik kurgusundan bağımsız değerlendirmenizi istesem, neler söylersiniz?
Size çok ilgimi çeken bir şeyden bahsedeyim: Bilgi işlem zekasını öğretmek için veri kümelerini kullandıkça veri kümelerimizin ne kadar taraflı olduğunu fark ediyoruz! Bu yüzden chatbot’lar ve algoritmalar çok ırkçı ve cinsiyetçi. Bunlar sadece onlara öğrettiklerimizi öğrenebilirler, en azından şimdilik. İnsanlar olarak ne kadar hatalı olduğumuzu ve makineleri eğitmek için kullandığımız sözde “objektif” veri kümeleri yoluyla ideolojilerimiz hakkında çok fazla şeyi keşfettik. İnsan olmanın nesnel bir tarafı yok. Makineleri suçlamayı bırakalım artık!
Taş Tanrılar / Jeanette Winterson / Çeviren: Belgin Selen Haktanır / Kafka Yayınevi / Roman / 240 Sayfa