08 Eylül 2024, Pazar Gazete Oksijen
Haber Giriş: 18.07.2024 13:12 | Son Güncelleme: 18.07.2024 13:26

İstanbul’un Sokak Köpekleri'nin yazarı Kuzucu: Yok etme yoluna gidilmesini anlamıyorum

Kemalettin Kuzucu’nun İstanbul’un Sokak Köpekleri adlı kitabı, köpekler üzerinden bir kültür ve şehir tarihi araştırması yapıyor ve bizlere 19. yüzyıl İstanbul'unda günlük hayattan politikaya, mizahtan edebiyata, modernlik tartışmalarından anayasaya kadar gündelik hayatın tarihini sunuyor
İstanbul’un Sokak Köpekleri'nin yazarı Kuzucu: Yok etme yoluna gidilmesini anlamıyorum

Ebru D. Dedeoğlu

Sokak köpeklerinin siyasetçilerden çektiği çile yüzyıllardır bitmiyor. Modernleşme, batılılaşma adı altında yeryüzünün tek sahibi olduğunu sanan ve tanımadığından korkan bazı insanlar dostlarımıza savaş açmış durumda. Yasa teklifini eleştiriyor ve kabul edilmemesi için mücadele ediyoruz. İsyanımızı anlatmaya ve sessiz dostlarımızın haklarını savunmaya çalışıyoruz. Sevgili Elif Tanrıyar’ın seçkisi ve önerisiyle ulaştığım bir kitap tam da ana meselemizin nedenini anlatıyor: Kemalettin Kuzucu’nun Kapı Yayınları’ndan çıkan İstanbul’un Sokak Köpekleri adlı kitabı. Kitap köpekler üzerinden bir kültür ve şehir tarihi araştırması yapıyor ve bizlere 19. yüzyıl İstanbul'unda günlük hayattan politikaya, mizahtan edebiyata, felsefeden matbuata, şehircilikten oryantalizme, modernlik tartışmalarından anayasaya kadar gündelik hayatın tarihini sunuyor.

Kemalettin Kuzucu

 

Dünden bugüne sokak köpeklerine bakış açısının nedenleri okurken ve altında yatan korkuyu anlamaya çalışırken kitapta hiç bilmediğim birçok ayrıntıyla karşılaştım. Sokak köpeklerinin Osmanlı kültüründeki yeri, İstanbul’da halkla beraber yaşantısı, dinin etkileri, Tanzimat Dönemi, 1910 Hayırsızada Katliamı, Diyojen dergisinin çıkardığı “Yabancılara Köpekleri Anlatma Kılavuzu” ve daha neler neler... Kemalettin Kuzucu kitabının son bölümünde Cox’un 1880’lerdeki anılarından sorunumuza cevap niteliğinden çarpıcı bir alıntı yapıyor: “İstanbul 24 defa kuşatılmış, altı kez zapt edilmiş; ama köpekler bütün bunlardan salimen kurtulmayı başarmışlardır. Bizans kumandanları ve Roma imparatorları, Pers kralları, Arap halifeleri, Venedik doçları, Fransız kontları, Bulgar kralları, Avar çakarları, Slavonya despotları ve Osmanlı sultanları gelip geçmiş, fakat köpekler varlıklarını hep sürdürmüşlerdir. Ne güçler dengesi ne de karmaşık Şark Meselesi onların cumhuriyetçi özerkliklerini rahatsız edebilmiştir. Yönetim tarzları hiçbir idarenin canını sıkmamış, hiçbir hanedanı tedirgin etmemiş ve ezelden ebede istikrarını korumuştur.”  

Büyük bir keyifle okuduğum İstanbul’un Sokak Köpekleri, kültür, tarih ve hayvan sevgisi ile dolu olanlar için bir muhteşem şölen. İstanbul'u ve geçmiş tarihimizi bir de bu gözle okuyun derim. İstanbul’un sokak köpekleri sahipsiz ve yalnız değildir.

İnsan-köpek ilişkisinin dostluğa dönüşmesini bir Osmanlı entelektüeli şöyle hikâye etmiş: “Bir gün insan elini köpeğe uzattı. Hayvan bu harekette hiçbir tehlike emaresi görmedi. İnsan elini hayvanın başı ve ensesine koyarak okşayınca, köpek hiddetlenmek şöyle dursun, âdeta eksikliğini duyduğu bir lütfu elde ettiği için ziyadesiyle hoşnut oldu. Sevilmenin tekrarını arzulamaya başladı.” Yazara göre köpeklerle yakınlaşmamızın esas sebebi neydi?

İnsan yalnız ve ayrı bir canlı türüydü. Hayvanlarda olmayan özellikler taşıyordu. Ama sosyal bir varlık olduğu için diğer canlılarla yaşamak zorunda hissetmişti galiba kendini. Fakat gördüğü hayvanların bir kısmı yırtıcı, saldırgan ve tehlikeli, bazıları uçucu ve dolayısıyla elde edilmesi imkânsızdı; köpek ise hem nüfus açısından fazlaydı ve hem de insana en yakın duran hayvan türüydü. Yazarın belirttiği üzere, insan köpeği okşayınca o da bundan hoşlanmıştı ve sevincini birtakım hareketlerle açığa vurmuştu. İnsanın sevgisine karşılık köpek de onu hiçbir zaman yalnız bırakmamış, hayatı paylaşmak istemişti. Nitekim köpek bazı işlerde insanın en yakın yardımcısı oluvermişti. Böylece insan-köpek ilişkisi/dostluğu keşfedilmişti.

Köpek, birçok ulusun mit ve efsanesinde farklı inanışlarla ve türlü rolleriyle karşımıza çıkıyor. Mitlerde köpek genelde sadık ve itaatkâr yardımcılar olarak kahramanların yanında, Rönesans sanatında ise sadakat sembolü olarak resimlerin vazgeçilmezi olarak görüyoruz. Peki, ne oldu da semitik kültürlerde köpeğe karşı bir bakış yerleşti?

Yahudiliğin kutsal kitabı olan Tevrat’ta köpek vahşi, kirli ve zararlı özellikleriyle olumsuz bir canlı olarak sunulur. Kötü insanlar öldüklerinde cesetlerinin köpekler tarafından yenilmeye layık görülmesi, toplumdaki olumsuz tiplerin hak ettikleri en ağır ölüm şeklidir. Tevrat’taki bazı sözlerde köpekle ilgili yapılan tariflerden bunun yaratılışı gereği yabani, avcı-göçebe hayat tarzına uygun bir dışarı hayvanı olduğunu sonucu çıkarılmış, şehir ve ev hayvanı olamayacağı yargısına varılmıştır. Kısacası semitik kültürlerin köpeğin karşısında yer alması, kutsal kitaplarının bu hayvanla ilgili olumsuz içeriğinden ileri gelmektedir.

“Köpek”in Türklerde şahıs adı olarak da kullanıldığını, en meşhur kişisinin de Türkiye Selçukluları devlet adamlarından Sadeddin Köpek olduğunu belirtiyorsunuz. Köpek’in etimolojik anlamı nedir?

Bilindiği gibi eski Türk metinlerinde köpek yerine “it” sözcüğü kullanılmıştır. Ancak 12.-13. yüzyıllar güney Türkçesinde köpek biçimi geçer. Etimoloji araştırmacıları sözcüğün eski Türkçede “şişmek, kabarmak” anlamındaki “köp” fiilinden türediği üzerinde dururlar. Sözcüğün “göbek” ve “köpük” kelimeleriyle ilgisi de tartışılmıştır. Bazı yazarlar da “köpek”in sadık anlamına geldiğini ve bu yüzden Osmanlı’dan önceki ve Osmanlı’yla çağdaş bazı Türk devletlerinde kişi adı olarak kullanıldığını belirtirler. “Köpek”in bazı lehçelerde söyleniş biçimi ise “kopyak”tır. Nitekim Kıpçak prensleri arasında Kobyak adlı birine rastlamaktayız. Selçukluların ünlü veziri Sadeddin Köpek’in adı da bazı kaynaklarda Sadeddin Kobyak olarak geçer. Artuk Beyi Bedrüddevle Süleyman da Melike Hatun’la evliliğinden meydana gelen oğluna Köpek adını koymuştur. İbn Battûta ise Altun Orda hükümdarı Uzbek’in (Özbek Han) “İt Küçücük” adında bir kızı olduğunu yazmıştır.

“Kanunî Sultan Süleyman sefere giderken beraberinde iki bin köpek götürürmüş”

Osmanlı sarayında köpeğe hangi vazifeler yüklenmiştir? İspanyol Pedro’nun hatıralarında Kanuni Sultan Süleyman’ın ordularında köpeklerin de görev aldığını okuyoruz. Biraz detay verir misiniz?

Osmanlı sarayında köpekler savaşçı olmaktan ziyade avcı yönleriyle kullanılmaktaydı. Evet, İspanyol Pedro hatıralarında, Kanunî Sultan Süleyman’ın sefere giderken beraberinde bin avcı ile her cinsten toplam iki bin köpek götürdüğünü yazmıştır. III. Murad’ın av seferine katılan bir Alman tanık ise, av işinde şahin ve atmaca gibi yırtıcı kuşlardan başka köpeklerin de kullanıldığını yazar. Tazı ve zağar gibi türlerin avcılıkta daha fazla tercih edilmesinin sonucunda Osmanlı Devlet teşkilatına Tazıcılar Ocağı ve Zağarcılar Ocağı adlı iki örgüt kazandırılmıştır. Eğitimli saray köpekleri hanedan düğünlerinde ve şenliklerde de kullanılmıştır. Örneğin III. Murad’ın oğlu Mehmed’in sünneti için At Meydanı’nda düzenlediği şenlikler sırasında özel yetiştirilmiş Samson köpekleri hünerlerini sergilemişlerdir. IV. Mehmed’in çocukları Mustafa ve Ahmed’in sünnetleri için saray bahçesinde düzenlenen şenlikte ise ayı ve eşeklerin yanı sıra köpeklere bağlanmış fişeklerle gösteriler yapılmıştır.

“Kırım Savaşı’nın yol açtığı değişim sokak hayvanlarının yaşantısına da yansımıştır”

“Hem hiç kimsenin hem herkesin köpekleri” olan İstanbul sokak köpeği kimliği nasıl türedi? Ve Kırım Harbi’nden sonra nasıl bir değişime uğradı?

İstanbul’un sokaklarına dağılmış, yer yer koloniler kurmuş, bölgesel hâkimiyet alanları oluşturmuş ve kendilerince yasalar düzenlemiş olan köpeklerin özgürce çiftleşmeleri ve her dünyaya gelen köpeğin bu yaşam tarzını sürdürmesi neticesinde birçok ırkın karışımı olan fakat hiçbir ırksal gruplandırmaya sokulamayan yeni bir tür oluşmuştur. Bu, yerli ve yabancı birçok gözlemcinin kabul ettiği bir tanımlamadır. Tespit edebildiğimiz kadarıyla İstanbul mahallelerinde başıboş yaşayan bu hayvanlar için “sokak köpeği” kavramının ilk defa 1869 yılında Ebüzziya Tevfik tarafından kullanılmıştır. Bu tarih tesadüf değildir. Çünkü bu tarihten yaklaşık 15 yıl önce yapılmış olan Kırım Savaşı’nın İstanbul’un gündelik hayatında yol açtığı değişim sokak hayvanlarının yaşantısına da yansımıştır. Osmanlı Devleti’nin müttefiki olarak İstanbul’a gelmiş olan İngiliz ve Fransız asker ailelerinin yaşam biçimine özenen bazı İstanbullular, evlerde köpek ve kedi beslemeyi de onlardan öğrendiler. Evde köpek besleme modasının giderek yaygınlaşması üzerine, sokaktakileri bunlardan ayırmak için böyle bir tanımlamaya ihtiyaç duyulmuş olmalıdır.

Hazreti Muhammed, hayvanlara şefkat ve merhameti öğütlemiş, onlara zulmedenin Allah tarafından lanetlendiğini sıklıkla hatırlatmıştır.  İslâm dininin bu en önemli kaynağında köpeği doğrudan dışlayan, aşağılayan yahut pis olduğunu imâ eden bir hüküm bulunmadığı halde kitabınızda belirttiğiniz gibi İslam dininde köpeklere karşı bu değersizleştirme ve nefret duygularının kökeni nedir? Hangi dayanağa göre yok etmek istiyorlar?

Değersizleştirmenin nedeni, İslam dini ve bunun kaynakları değil, bazı insanlardır. Daha doğrusu insanların tercihleridir. Hayvanlara yönelik nefret ve onları yok etme düşüncesinin birkaç nedeni olabilir. Birincisi onlardan duyulan korkudur. İkincisi dinî kaynaklardaki emir ve sözlerin farklı yorumlanması sonucunda onların pis ve zararlı olarak algılanmasıdır. Üçüncü bir neden de modern şehir düzeniyle başıboş hayvanlar bağdaştırmak istemeyen düşünce biçimidir. Bu düşünce dinî yorumdan veya temizlik ve güvenlik kaygısından ileri gelmiş olabilir.

18. yüzyıldan itibaren kaleme alınan eserlerde sokak köpekleri şehir sosyolojisini temsil eden bir unsur. Yerli tanıklara göre köpekler gündelik hayatı dinamik kılan, insanlara vicdanı ve sorumluluğu hatırlatan ilahî bir lütuf. Dikkatimi çeken köpeklerin, tüm minyatürlerde sirk eğlencelerinin, cambaz gösterilerinin yanında yer alması. O dönemde de sokak köpekleri halkla yan yana, değil mi?

Sokak köpeklerinin eğlencelerde ve toplumsal etkinliklerde halkla yan yana, iç içe çizilmiş olması gayet normaldir. Çünkü gerçek manzara budur ve sanatçı, gördüğü manzarayı serine yansıtmıştır. “Hem Hiç Kimsenin Hem Herkesin Köpekleri” tanımlamasının altında yatan da budur. Evet, İstanbullular, daha yaygınlaştırmak gerekirse Türkler köpekleri evlerine almamışlardır ancak onları tamamen dışlamış da değillerdir. Köpeklerin beslenme, korunma ve sağlık gibi ihtiyaçlarını özenle karşılamışlar ve köpekler de bu yakınlığın etkisiyle onlardan uzaklaşmamışlardır.

“Avrupalı bir misafir için gerçekten şaşırtıcı ve ürkütücüydü”

Kitabınızda en çok sevdiğim kısımlardan biri de Diyojen grubunun yayınladığı ilk siyasi mizah dergisi Yabancılar İçin Köpekleri Anlama Kılavuzu. Köpekler o dönemde kentsel bir sorun muydu? Neden böyle bir ihtiyaç doğmuş?

İşin gerçeği, İstanbul’un köpek popülasyonu Avrupalı bir misafir için gerçekten şaşırtıcı ve ürkütücüydü. Yerliler bu hayvanlarla yaşamaya alışıklardı. Köpekler yabancıyı hemen tanımakta ve bazen saldırgan bir tutum sergileyebilmekte idiler. Bu durum yabancılara korkunç gelmekteydi ve sorun teşkil etmekteydi. Oysa köpeklerle çok iyi anlaşan yabancılar da vardı. İşte bu anlaşmazlığa çözüm sunmak üzere Diyojen, köpeklerle anlaşmanın kurallarını sıraladığı mizahî bir metin yayımlamıştı.

Sultan Abdülaziz zamanında İstanbul’a gelen Mark Twain takma adlı Amerikan yazar Samuel L. Clemens, padişahın 800 eşi bulunduğu söylentisini anılarına taşıyacak kadar mübalağalı, köpekler konusunda ise tutarlı ve gerçekçi değerlendirmelerde bulunmuş. Neden sizce? Sokak köpekleri değerlendirmeleri oldukça tutarlı iken Sultan’ın haremi konusunda neden mübalağa yapmış olabilir? Gerçek olamaz mı? (Gülüyor)

Oryantalistlerin önemli bir kısmının Doğu’yu ve Türkleri tasvirleri sırasında mübalağaya kaçtıkları bilinen bir husustur. Burada açık bir abartma olduğunu, diğer kaynaklarda böyle bir bilgi bulunmamasından çıkartabiliriz. Osmanlı Sarayı’nda çok sayıda kadın vardı ve bunlar valide, sultan, haseki, ikbal, cariye gibi sınıflara ayrılmaktaydı. Yazar bunların tümünü padişahın eşi gibi sunmuş olabilir. Ancak bu konu sokak köpekleriyle ilgili olmadığı, ayrıca üzerinde durulması gereken bir konudur.

Osmanlı payitahtı 1871’de modern toplu ulaşım aracı tramvayla tanışıyor. Tramvayla birlikte köpek ölümleri artmış ve siyasi basının eleştirilerinin hedefi olmuştu. Köpek düşmanlarının da işine geliyordu bu durum. Tramvay yerine köpek kolerası denildiği doğru mu? İlk kez sokak köpekleri o zaman mı savunulmaya başlandı?

Burada kolera metafor olarak kullanılmıştır. Çünkü İstanbul ve Türkiye asırlardır tanıdığı vebadan sonra, 19. yüzyılda kolera ile tanışmış, şehir 1865’teki kolera salgınında ciddi kayıplar vermişti. Şehir içi ulaşımında tramvayın kullanılmasıyla birlikte köpeklerin de kitleler halinde bu araçların tekerlekleri arasında kalarak can vermeleri, kolerada insanların toplu ölümüne benzetilmiştir.

“Fatih’te köpek kasabı” başlığınız tüylerimi ürpertti. Bu kişinin akıbeti ne oldu?

Bu kişinin akıbetini, olayın yazıldığı günlerin gazetelerinden takip ettim ancak bir bilgiye ulaşamadım. Hakkında cezai işlem yapılıp yapılmadığını yahut yargısal bir süreç başlayıp başlamadığını bilmiyorum.

İstanbul’un sokak köpeklerine yönelik bilinen ilk sürgün uygulaması Sultan I. Ahmed zamanında gerçekleşmiş. En insafsız katliam ise 1910 Hayırsız Ada Köpek İmhası. Hangi vicdansızlıkla bu karar verildi ve toplam kaç köpek sürüldü? Sonrasında şehirde neler oldu?

Aslında başlangıçta vicdansızlık da yoktu imha düşüncesi de. Köpekleri toplatma kararı aralarında hayli Ermeni ve Rum üyenin de bulunduğu belediye meclisinde alınmıştı. Dolayısıyla bu konuda merkezî hükümeti ve İttihatçıları suçlamak doğru değildir. Hayvanlar adada toplanacak ve kendiliğinden ölünceye kadar burada besleneceklerdi. Bunun için bütçe bile ayrılmıştı. Fakat proje böyle yürümedi. Hayvanların beslenmeleri aksatıldı ve birkaç ay içerisinde açlıktan yok oldular. Kaynaklardaki bilgileri karşılaştırırsak ortalama 50 bin köpeğin sürüldüğünü söyleyebiliriz. Adanın yüzölçümünün 100 dönüm bile etmediği ve üstelik dağlık olduğu düşünüldüğünde bu kadar köpeğin buraya sığması da imkânsızdır. Bu yüzden rakamsal bir değerlendirme yaparken dikkatli düşünülmelidir.

“Felaketleri hayvanlara yükleme inancı günümüzde dahi yaygın”

Halkın depremleri ve başımıza gelen tüm felaketleri bu günahsız canların katledilmesine bağlamalarını nasıl açıklıyorsunuz?

Bu inanç sitemiyle ilgili bir husustur. İyilerin iyilikle, kötülerin kötülükle cezalandırılacağı inancı her dinde görülür. İstanbul’da Bizans döneminde meydana gelen depremlerin, imparatorların yanlış uygulamalarına, sarayın halktan kopukluğuna ve yaygın ahlaki çöküntüye bağlandığı yaygın bir düşüncedir ve depremler bu olumsuzluklara karşılık tanrının bir gazabı olarak yorumlanmıştır. Salgın hastalıklar ve diğer felaketler konusunda da aynı düşünceyi görüyoruz. Bu düşünce biçimi Osmanlı döneminde hatta günümüzde dahi yaygındır. Ancak bu tartışmalı bir konudur.  

Yıl 2024 ve köpeklere düşmanlık hala devam ediyor. 114 yıl sonra yeni bir katliam yasası için hepimiz savaşıyoruz ve mücadele ediyoruz. Sizce bunca yıl geçmesine rağmen, teknoloji hatta yapay zeka ile hayatımızı şekillendirirken bu canlardan alıp veremediğimiz nedir? Hangi politika hangi çıkar bu mantığı makul kılar? Vicdansızlığın nasıl bir makul açıklaması olabilir?

İnanın bunun cevabını bulamıyorum. Daha insani ve vicdani çözümler dururken böyle bir yok etme yoluna gidilmesini anlayamıyorum.

İstanbul’un Sokak Köpekleri / Kemalettin Kuzucu / Kapı Yayınları / Araştırma / 584 Sayfa