Neriman Polat, Çatısız isimli sergisinde pandemiden bugüne üzerine çalıştığı; mekâna özgü bir yerleştirme, fotoğraf ve videoyu izleyici ile buluşturuyor. Sergi, çatısız bir evle beraber ona eşlik eden altın yaldızlı bakliyatların ve salıncakta sonsuzca sallanan bir çocuğun hikâyesini anlatıyor.
Yaşama Neriman Polat’ın baktığı yerden bakmak, yapıtlarıyla buluşmak ve onun eleştirel dilini kavramaya çalışmak aynı anda hüznü de ironiyi de sahiplenmek, direnişin türlü yollarında birini keşfetmek gibidir. Kadına, doğaya, çocuğa, eve, oyuna, insana karşı türlü sahipsizliğe kafa tutmakla ilgilidir. Polat, çalışmalarının merkezine sosyo-politik meseleleri yerleştirir. Fakat bu merkeze yerleştirdiği dev konuyu; başkasının acısını, eksikliğini, yenilmişliğini, kayboluşunu ve ötekileştirilişini kullanarak yüzeysel bir bakışla işaretlemez, güzelleştirmez. Hadi biraz daha ileri gidelim, photoshop ile müdahale ettiği imgeler silsilesine dönüştürmez. Polat, toplumsal cinsiyet, kamusal alan, kentsel dönüşüm, iktidar biçimleri gibi olguları feminist bakış açısıyla eleştirel bir dille işler ve imgeleri görünür oluşlarının gerçekliği dışında bir yerlerden çekip alır. İmgeleri görmeden önce sözcüklerini işitirsiniz Neriman Polat’ın üretiminde. Ve bu imgeler görülebilir ve işitilebilir oluşlarını Polat’ın bireysel hafızasına çarpan ve orada yapışıp kalan kolektif hafızanın tortusundan alırlar.
Çatısız bir evi mesken edinmek
Çatısız sergisi Neriman Polat’ın neredeyse galerinin tümünü kaplayan, altın renkli bakliyatların süslediği ve siyaha boyadığı tül perdeli çatısız bir evi mesken edinir. Ve yukarıda söylediğim hikâye bu evde başlar. Bu ev açlığa, korunmasızlığa, terk etmeye/ettirilmeye, saklanmaya/saklamaya ve ölüme temas ederken mahrem hakkında konuşan tül perde eşliğinde kadın oluşun hem dile hem hayata yerleşen kodlarını da ifşa eder ve bozar. Dahası bu siyah tüller evi çekip çeviren, evin ekonomisini yürütmekle “görevlendirilmiş” kadını dışarıdan saklar ama asla koruyamaz. Çünkü hiçbir perde bu coğrafyada türlü cinayete kurban gitmiş kadınları saklayamamıştır. Neriman Polat tüllerden birine güller yerleştirir ve bu tülü üç yıldır kayıp olan üniversite öğrencisi Gülistan Doku’ya adar…
Değer ve değersizliğe dair insanın yazgısı
Neriman Polat delikli tuğlalardan bir ev inşa etmiştir. Bu ev tüllerin mahremiyetle olan ilişkisi eşliğinde, dişiliği yutar. Kapkara ama şeffaf oluşuyla yas hakkında konuşur. Ona dikilmiş mücevher olduğunu düşündüren nohutlar ve fasulyelerle değer ve değersizliğe dair insanın yazgısını sorgular.
Polat, içinde dolaşılabilen bir ev yaratır. Lakin bu ev ferah bir gezinti vadetmez. Yokluk ve hayal kırıklıkları eşliğinde tüller arasında labirent yahut mahalle de diyebileceğimiz bu yer bir duyu mimarlığıdır diyebiliriz. Görme ve dokunma eşliğinde dolaşılabilen bu boş evin perdeleri arasından görünen video ise izleyeni hipnotize eder. Videoda, git gide çoğalan salıncakta sallanan kız çocuğu görüntüsü vardır. Bu boş evden fırlamış bir çocuk evdeki dondurulmuş zamanı geri getirir. Evden buraya biz de düşeriz. Çocuğun yalnızlığı, biteviye bir sallanma hareketiyle içerisi ve dışarısı hakkında konuşmaya sevk eder.
Neriman Polat en azla en derini anlatır. Serginin sarkacına dönüşen salıncak ve tekinsiz, imar affına sığınamış bir ev, kentlerin inşaata bandırılmış çaresizliği ve kaybolan güven hakkında konuşur. Mimar Frank Lloyd Wright’ın dediği gibi: “Bugün mimarlıkta en çok ihtiyaç duyulan şey, hayatta en çok ihtiyaç duyulan şeydir, yani dürüstlük. Dürüstlük tıpkı insanda olduğu gibi binada da en derin niteliktir…”
Sergiyi 15 Temmuz’a dek Zilberman’da ziyaret edebilirsiniz.