Hollywood’un yakışıklı çocuğu olarak kariyerine başlayan Val Kilmer’ın kendi inişli çıkışlı hayatını son derece samimi ve yürek ısıtan bir tonda anlattığı Val klişe bir kariyer belgeseli değil, bir insan hikâyesi.
1987’de izlediğimiz Top Gun sadece filmin ana karakteri olan bencil ve kibirli pilot Maverick’i canlandıran Tom Cruise’u yıldız yapmamıştı. Maverick’in sürekli sürtüştüğü diğer bir havalı pilot Iceman’ı oynayan Val Kilmer da kısa rolüne rağmen çok dikkat çekmişti. Henüz üçüncü önemli rolünde olan yakışıklı oyuncu, göründüğü anda unutulmaz bir etki bırakıyordu seyircide. Kariyeri sağlam başlamıştı. Çok Gizli (Top Secret), Gerçek Dahi (Real Genius) gibi komedi filmlerinin ardından gelen Top Gun’dan sonra 1988’de Ron Howard’ın fantastik filmi Willow’da rol alıp, 1991’de de Oliver Stone’un The Doors filminde Jim Morrison’ı canlandırınca onun yeni bir Hollywood süperstarı olduğuna ikna olduk. Ancak genç oyuncunun oldukça zor bir adam olduğu haberleri bize kadar ulaşmayı başarmıştı. Çünkü oynadığı rolleri çok ciddiye alan ve onları senaryonun üzerine çıkarıp sürekli geliştirmek isteyen asi karakterli bir oyuncu olduğu söyleniyordu. Hollywood sisteminin o yaşlardaki yıldız bir oyuncuda en tercih etmediği özelliklerden biriydi bu. Sistemle çekişmesi içinde Batman Forever, Büyük Hesaplaşma, Tombstone, Aziz, The Salton Sea ve Kiss Kiss Bang Bang gibi bazı akılda kalıcı filmlerde farklı rollerle seyirci karşısına çıksa da bir gün bir bakar ki, bankadaki para suyunu çekmekte. Delicesine âşık olduğu oyuncu Jonanna Whalley ile olan evliliğini de çok zorlamış ve bitmesine neden olmuş. Yakalandığı gırtlak kanseri sonucunda, artık sesini kullanamayacağı noktaya gelene kadar hem hayaline ulaşmak (Mark Twain üzerine bir film çekmek) hem de iki çocuğunun geleceğini garantilemek için kötü filmlerde de olsa çalışmış.