Bener Onar
Amerikan Sivil Savaşı sonrası Teksas’ta bir bardayız. Pala bıyıklı eski bir asker Alman bir göçmen grubu ile toplanmış. Ekip yeni bir yaşam kurmak için yola çıkacak ve eski asker onlara rehberlik edecek. Grupta sadece bir kişi İngilizce konuşabiliyor bilgisini alıyoruz. Zorlu yolculuk yeni başlamışken görüyoruz ki o tek kişiden başkaları da İngilizce konuşuyor. “Ya böyle saçmalık mı olur” şeklindeki tepkimi diziyi kapatma refleksim takip ediyor. Görev icabı diziye devam ederken insanlığın geçtiği mihenk taşları her seferinde beni hayrete düşürüyor. Hayatta kalma içgüdüsü, cinsel dürtüler, açlık, sefalet, korku, merhamet, minnet, din, erkek-kadın, sağlık, affetme, intikam konu başlıkları uzuyor gidiyor. Sonra devreye anlatıcımız da olan Elsa Dutton’ın sesi giriyor: “Bütün dünyanın ne kadar acımasız ve umursamaz olduğunu bilecek kadar fikir sahibi değiliz. Bu dünya ölürsen seni kale almaz, çığlıklarını dinlemez. Eğer kanlar içinde yere düşersen toprak, kesiğine bakmaz ve kanını içer. Bir gün tanrı ile tanışırsam ilk olarak şunları soracağım: “Böyle bir dünyayı içinde canavarlarla neden yarattın? Çiçekleri yaratıp yılanları arkasına neden sakladın? Bir fırtınanın amacı ne olabilir ki? Ve sonra fark ettim. Bizim için yaratmamış!”