Eşeğin biri hem açlık hem de susuzluk çekiyormuş; ama karşısında duran saman ile su arasında seçim yapamayınca hem açlıktan hem susuzluktan ölmüş.Gelişmiş ekonomilerde pandemi hız kesmişken, bu ülkelerin merkez bankaları giderek o kararsız eşeğe benziyor. Enflasyon huzursuzluğu ile deflasyon korkusu arasında kalan karar alıcılar, pahalıya mal olabilecek bir “bekle ve gör” yaklaşımı benimsiyor. Oysa pandemi sonrasında topluma faydalı bir rol üstlenebilmeleri için ilerici tutum benimseyip araçlarını ve amaçlarını gözden geçirmeleri şart. Bir zamanlar merkez bankası yetkililerinin elinde para politikasını belirlemek için tek bir kumanda kolu vardı, o da faizlerdi. Kolu aşağı indirince ekonomiye can geliyor, yukarı kaldırınca enflasyon zapturapt altına alınıyordu. Hamleyi doğru zamanlamak ve kolun ne kadar hareket ettirileceğine karar vermek hiçbir zaman kolay olmadı; ama en azından yapılacak tek bir hareket vardı: Ya yukarı ya aşağı itiyordunuz. Bugün merkez bankalarının işi iki kat zor; çünkü 2009’dan bu yana iki farklı kolu idare etmeleri gerekiyor.
Sihirli kumanda kolu...
2008 küresel krizinin ardından ikinci bir kumanda koluna ihtiyaç doğdu, çünkü ilki sıkışıp kalmış, olabildiğince aşağı itilip faiz oranlarının sıfıra çekilmesine ve çoğu zaman eksiye zorlanmasına rağmen, ekonomik durgunluğa deva olmamıştı. Japonya Merkez Bankası’nı örnek alan ABD ve İngiltere gibi büyük merkez bankaları parasal genişleme adında yeni bir kumanda kolu icat ettiler. Bunu yukarı itince, ticari bankalardan kıymetli kağıtlar alarak para yaratılıyor, bankaların yeni parayı doğrudan reel ekonomiye enjekte etmesi umuluyordu. Enflasyon görüldü mü kolu aşağı çekip varlık satın alımlarını azaltmak yetiyordu. En azından teoride böyleydi. Ama şimdi enflasyon başını almış giderken merkez bankaları gerginlik içinde. Para politikasını sıkılaştırmaları mı gerekiyor? Yapmazlarsa, 70’lerde yaşanan ve enflasyonun ücret-fiyat dinamiğinin içine yerleşmesine yol açan fiyaskoyla yeniden karşılaşabilirler. Ya da içgüdülerini dinleyip iki kolun da yönünü değiştirirlerse, parasal genişlemeyi azaltmak ve faizi hafif artırmak suretiyle aynı anda iki krizi birden tetikleyebilirler: Birincisi, artan faizler talebi azaltıp yatırımlara sekte vuracağından, işsizlik ortaya çıkar. İkincisi, parasal genişlemeye bağımlı piyasa ve şirketler geri adım karşısında panikler ve çöküş yaşanır. Bu senaryo merkez bankalarının ödünü koparıyor, çünkü iki kumanda kolunu da faydasız hale getirecek. Faiz oranları artsa bile bunları azaltmak için manevra alanı çok kısıtlanacak. Dahası, hareketsiz mali piyasaları canlandırmak için siyaseten uygulanması mümkün görünmeyen parasal genişleme gerekecek. Bu yüzden karar alıcılar tıpkı hangi ihtiyacının ağır bastığına karar vermeyen biçare eşek gibi kılını kıpırdatmadan duruyor. Ancak merkez bankaları iki kumanda kolunun sırayla ve farklı yönlerde hareket ettirilmesi gerektiğini düşünürken, aslında mazide kalmış bir açmaza takılıp kalıyor. Elbette tarihsel açıdan bakınca, ilk kolun, yani faiz oranlarının işe yaramaz hale gelmesi üzerine ikinci kol olan parasal genişleme icat edilmişti. Ama enflasyonun yeniden yükseldiği bir ortamda neden sıranın tersine çevrilmesi ve önce parasal genişlemenin, ardından artan faiz oranlarının bertaraf edilmesi gereksin ki? Neden bu iki kol aynı anda ve aynı yönde hareket ettirilmesin? Faiz oranları ve parasal genişlemeyi artıracak çift uçlu bir politika uygulamak imkansız mı?