Ali Kayalar
İstanbul’un vitrini Beyoğlu’na neler oluyor sorusu yıllardır akılları kurcalıyordu. Ancak geçtiğimiz günlerde sosyal medyada başlayan mütevazı bir “kurtarma operasyonu” tartışmayı alevlendirdi. “Beyoğlu’nu geri alıyoruz” başlığıyla açılan kampanya, insanları önemli mekanlara sahip çıkmaya çağırıyor. Bugünkü durumu daha iyi anlamak için semti bir Beyoğlu yazarıyla, Ahmet Ümit ile turladık. Sohbete Ümit’in ofisinde, 1920 yılında devrimden kaçan bir Rus generalin eşi için yaptırdığı Manuşka Apartmanı’nda başladık, birazdan İstiklal Caddesi’ndeydik…Sorun Batılıların gelmemesi
Beyoğlu’nda yaşanan değişim, önce “yabancılar” üzerinden konuşulmaya başlandı. Sizin romanlarınızdaki Beyoğlu karakterleri arasında da göçmenler var. Sizce Beyoğlu ve göç nasıl bir ilişki içinde? Bunu yanıtlamak için Beyoğlu’nun tarihine, Galata’ya değinmemiz lazım. Galata gerek Roma İmparatorluğu gerek Doğu Roma İmparatorluğu gerekse Osmanlı İmparatorluğu döneminde özerk bir yerdi. Ticaret yapılan, gemicilerin geldiği bir yer. Aynı zamanda bir eğlence merkezi. Ama Fransız elçiliğinin daha sonra da diğer elçiliklerin gelmesiyle beraber, burada farklı bir yapı ortaya çıktı. İstiklal Caddesi’nin sağında solunda yerleşimler oluştu. Bu yerleşimlerin çoğu da aslında bu yabancı elçiliklere hizmet veren Ermeni ve Rumlarındı. Yahudileri daha çok ticari tarafta görebiliriz. Dünyada farklı Hristiyanlık mezheplerinin bu kadar küçük bir alanda bu kadar çok mabedinin bulunduğu başka bir yer belki de yoktur. Bütün bu yapı bize Osmanlı’nın çok dinli, çok dilli, çok uluslu yapısını anlatıyor. Buraya yabancılar geldi demek, yabancılar tanımlamasını kullanmak abes bir şey. 19. yüzyıl sonlarında 30’dan fazla dilin konuşulduğu söylenir. Yabancılardan şikayet edenler, Araplara vurgu yapıyor… Osmanlı Arap ülkelerini de kapsayan bir imparatorluktu. İskenderiye, Kahire, Şam… Bunların hepsi Osmanlı vilayetleriydi. Elbette buraya gelen birtakım Arap unsurları vardı ama Beyoğlu esas olarak Osmanlı’nın Batı tarafını anlatan bir yapıydı. Zaten bence bugünkü mesele yabancıların gelmesi değil, Batılıların gelmemesi. Bugün buraya İranlılar ve Araplar kadar Hollandalılar, Almanlar, İngilizler, Amerikalılar, Norveçliler, İspanyollar, İtalyanlar da gelse bu zaten göze batmayacak. Burada tehlikeli olan şey Arap düşmanlığı, İran düşmanlığı, Doğu düşmanlığı. Çünkü Beyoğlu çağdaş bir Babil Kulesi’dir. Böyle bir dışlama, Beyoğlu’nun kendisiyle çelişir. Bu çok kültürlü yapı ne zaman bozulmaya başladı? Varlık vergisi ve 6-7 Eylül olaylarıyla. Bunlar olmasa inanın bana Avrupa Birliği’ne girme sürecimiz çok daha kolay olurdu. Beyoğlu’nda tiyatrolar vardı; Tepebaşı Tiyatrosu, Taksim Bahçesi vardı. Dönemin çok ünlü müzisyenleri Osmanlı döneminde sahne alıyordu. Pera Palas gibi, Londra Oteli gibi, Tokatlıyan Oteli gibi, Park Oteli gibi Batılılara yönelik oteller vardı. Fakat azınlıklara yönelik tavırlardan sonra bu insanlar gittiler ve bir çökme dönemi başladı. Bundan sonra burası bir fuhuş merkezine, seks filmlerinin oynatıldığı, uyuşturucu satılan, insan eti satılan, arbedelerin yaşandığı, kanunsuz işlerin döndüğü bir yere dönüştü. İnsanlar uzunca bir süre gitmeye çekindi. Ne zamana kadar? Özellikle 1990’lı yıllarda Beyoğlu altın çağını yaşamaya başladı. Beyoğlu Güzelleştirme Derneği gibi birtakım sivil toplum yapıları ortaya çıkmaya başladı. Eski binalar, tiyatrolar, sinemalar yeniden açıldı. Bence Beyoğlu, Gezi olaylarına kadar yükselme dönemini yaşadı. Gezi olaylarına kadar hükümet zaman zaman bundan söz etse de yaşam tarzına açıkça müdahale etmiyordu. Ancak Gezi’den sonra otoriterleşmeye başladı. Tahammülsüzleşti. Bunun sonucunda Batılılar da çekildi. Sosyal medyadaki “Beyoğlu’nu geri alıyoruz” kampanyasına bu tarihsel perspektifle bakacak olursak… Bu tartışmanın bir karşılığı var mıdır? Beyoğlu’nu geri almak, İstanbul’u geri almak… Bu taleplerin altında bir hakikat var. Ne yazık ki bu şehir artık önüne geçilemez bir şekilde büyüyen, kendi ruhunu kaybeden, müsilaj örneğinde gördüğümüz gibi doğası kirlenen bir yer haline geldi. İstanbul’u eski haline getirmek ya da Beyoğlu’nu almak, haksız bir talep değil. Kim alıyor, kim alacak meselesine gelince… Şehir kendi başına bir şey yapamıyor. O yüzden bu şehre sahip çıkan insanların böyle bir talepte bulunmasını son derece normal karşılıyorum. İnsanlar sadece Beyoğlu’nu değil, Türkiye’yi geri almaya çalışıyorlar. Türkiye’de bir dönüşüm başladı. Seçimlerde büyük ihtimalle bunun sonucunu göreceğimizi düşünüyorum ben. Bu dönüşümün kendisi özlediğimiz, çok sesli, çok dilli, çok dinli Beyoğlu’na dönüşü sağlayabilir.
Burası çok demokratik
Tartışmanın bir tarafı Beyoğlu öldü, bir tarafı da Beyoğlu ölmez diyor. Siz ne diyorsunuz? Ölmez, her zaman kendi küllerinden yeniden doğar. Beyoğlu yeniden doğmaya başladı bile. Tarihte bunun örneklerini çok gördük. Savaş döneminde, işgal döneminde, daha sonra dekadans, yani çöküş döneminde… Çünkü öncelikle Beyoğlu’nun dinamikleri çok güçlü. İkincisi, burası çok güçlü bir çekim merkezi. Bir de çok demokratik. Çocukların birçoğu AVM’lere giremeyebilir, lüks semtlerdeki eğlence merkezlerine gidemeyebilir. Ama herkes buraya gelebilir. Her cumartesi ofisimin girişinde bira şişeleri görüyorum. Bu çocukların birahaneye gidecek parası yok. Bakkaldan bira alıyorlar, buraya geliyorlar.
