Dünya Ekonomik Forumu, her yıl düzenli olarak yayınladığı Küresel Riskler Raporu’nun 2020 sayısında, küresel risklerin 2007 yılından bu yana tarihsel değişimini değerlendirmiş ve her geçen yıl küresel riskler içinde çevresel risklerin ağırlığının arttığını tespit etmiştir. Rapora göre, 2020 küresel risklerinin ilk beşini çevresel meseleler oluşturmaktadır. Son 13 yılda küresel risk tanımı değişmiş, finansal ve jeopolitik risklerin yerini çevresel riskler almıştır. Bir Akdeniz havzası ülkesi olarak Türkiye, iklim değişikliğinin etkileri, ormansızlaşma, biyolojik çeşitlilik kaybı ve arazi bozulumu gibi çevresel risklerin güçlü bir şekilde gözlemlendiği bir coğrafyadır. Bunda özellikle politika düzeyinde bütüncül ve ekolojik/ekosistemi merkeze alan bir yaklaşımın olmamasının payı büyüktür. Türkiye’de bütüncül bir mekânsal planlamanın eksikliği, inşaat, enerji ve madencilik sektörlerinin ülkenin ekonomik büyüme politikaları üzerindeki hâkim rolü; bugün için önemsiz görülen, doğanın sunduğu ekosistem hizmetlerinin yok sayılmasına neden olmaktadır. Oysa sadece 2021 yılında yaşanan sel, taşkın, kuraklık gibi afetlere, kaybolmaya yüz tutmuş göller ve göle bağımlı türlerdeki kayıplara, erozyonla yok olan toprak ve çölleşmenin en belirgin göstergesi kum fırtınalarına ve bunların neden olduğu can, mal kayıpları ve ekonomik zararlara bakmak yeterlidir. Buna rağmen, kömür merkezli enerji politikaları devam etmekte, doğa koruma alanları, ormanlar ve meralar madenciliğe tahsis edilebilmekte, ormanlara başka kullanım alanları için verilen izinler genişletilmekte ve kolaylaştırılmaktadır. Tarım arazileri sanayi, enerji ve konut için tarım dışı amaçlarla kullanılabilmekte, aşırı yeraltı suyu çekimi ve sulak alanları besleyen akarsu, gölet vb. tesisler nedeniyle göller küçülmekte, tarım ve mera alanlarında erozyon kontrol tedbirleri alınmamakta, çölleşme ile mücadele yapılamamaktadır. Katılım mekanizmalarının yokluğu ya da kötü işleyişi, bu sorunlardan en çok etkilenen toplumsal kesimlerin katılımını sınırlandırarak çevresel adaletsizliği daha da derinleştirmektedir. İnsan Hakları Beyannamesi’nin üçüncü kuşak haklarından çevre hakkının alt başlıklarından temiz hava hakkı ve sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı, ne yazık ki yanlış politikalar ve uygulamalarla ihlal edilmektedir. Maddi kazanç merkezli ekonomik kalkınma modellerinin sosyal adaletsizliklere ve dolayısıyla toplu hak ihlallerine neden olduğu bilinmektedir. Bu sebeple 2022’de Türkiye gündeminin, önemli yapısal değişiklik talepleri olan bir adalet arayışı merkezinde olacağını söylemek mümkündür.
Kuraklık ve orman yangınları
76. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda, 2053 yılında karbon nötr olacağını ve Paris Anlaşması’nı onaylayacağını açıklayan Türkiye’nin, 2015 yılında sunduğu ulusal katkı beyanı, sera gazı emisyonu artışından azaltım olarak öngörülmüştür. Beyanında güncelleme yapmayan Türkiye’nin 2053 yılı karbon nötr taahhüdüne dair henüz yasal bir bağlayıcılığı ise bulunmamaktadır. Ancak iklim yasası çalışmalarının başlanacağının duyurulmasıyla, karbon nötr taahhüdünün yasal olarak tasdiklenmesi gerçekleşecektir. Yasa sürecinin ise iklim, enerji, arazi, ekoloji ve atık gibi konularla kesişmesi nedeniyle, katılımcı ve kapsayıcı olması önemlidir. Yasanın başarısı yalnızca ekoloji alanında yürütülecek çalışmalara bağlı olmayacaktır. Toplumsal cinsiyet eşitliği, sosyal ve sivil haklar, çalışan hakları gibi alanlarda çalışma yürüten sivil toplum paydaşlarının katılımı da başarıda etkili olacaktır. Diğer yandan Türkiye’de karbon emisyonunu azaltmaya yönelik herhangi bir adım atılmaması, fosil yakıt yatırımına teşviklerin yenilenebilir enerji yatırımlarına kıyasla açık ara daha fazla olması ve yeni termik santrallerin kurulması için yatırımlar yapılması Türkiye’yi karbon salımını en hızlı artıran ülkelerden biri yapmaktadır. Bu gidişat ise karbon emisyonlarını azaltma planı olmayan Türkiye’nin RCP 8.5 denilen alışılagelmiş iş yapış biçimleri senaryosunda (business-as-usual) iki yılda bir sıcak hava dalgası yaşayacağını, yapılan modellemeler ortaya koymaktadır. Enerji verimliliği ekseninde yenilenebilir enerji yatırımlarına yöneliş, iklim değişikliğinin etkilerini azaltmak ve uzun dönemli ekonomi politikaları bağlamında anlamlı görünmektedir. Ancak, Türkiye’de uzun dönemli planlamalarla geliştirilen politikaların eksikliği, yenilenebilir enerji yatırımlarının tarımsal arazilere yapılarak çevre tahribatına ve gelir eşitsizliğine neden olması da olası senaryolar arasında yer almaktadır. Türkiye kuvvetli kuraklığın yaşandığı 2021 yılı sonbaharında da yeterli yağışı almamıştır. 1991-2020 yılları arasında ortalama 132.7 mm yağış alan Türkiye’ye, 2021 yılında düşen yağış miktarı 105.6 mm olmuştur. Yalnızca Karadeniz Bölgesi’nin yeterli yağış aldığı bu yıl, genel yağış miktarı yüzde 20’nin altında kalmıştır. Üstelik geçen sene şiddetli kuraklığın yaşandığı Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde yüzde 63 azalma ile son 22 yılın en düşük yağışı gerçekleşmiştir. Meteorolojik kuraklığın doğal olarak tarımsal ve devamında hidrolojik kuraklığa dönüşmesi kaçınılmazdır. Bir de kömür madenleri için yapılan susuzlaştırma çalışmaları düşünüldüğünde, 2022 yazında en çok konuşulan konunun kuraklık olacağı öngörülmektedir. Kuraklıkla beraber yaşanan sıcaklık artışları nedeniyle orman yangını sezonu uzamaktadır. 2022’de de büyük orman yangınları ile karşılaşmak kaçınılmaz olacaktır.