Bu yıl robotlardan uçan arabalara gelecek yolculuğuna tam 1 milyon 32 bin kişi eşlik etti TEKNOFEST’te. Bu bir rekor! Gelecek yıl belki ikiye katlanacak bu sayı... Ama TEKNOFEST’i büyük yapan rekorlar değil. Büyük hayaller kurmayı küçücük çocuklara aşılıyor olması! Hangi çocuğa sorarsam sorayım aldığım yanıt ya “Pilot olacağım”, ya “Astronot olacağım...”
Yedi yaşındaki Cihangir, “Çok heyecanlıyım... Acaba bugün de planetaryuma girebilir miyiz?” diye soruyor annesine. Mutluluktan uçuyor. Uçsuz bucaksız bir alanda, art arda uçakların, helikopterlerin gösteriler yaptığı bir ortamda...
Yüz binlerce insan, merakla bir oraya bir buraya koşturuyor. Koşturdukları yerlerin her birinde, bilim ve teknolojiyle ilgili yepyeni buluşlar var... Sadece çocuklar, gençler değil, anne-babaları, hatta dedeleri bile heyecanlı... Burası Atatürk Havalimanı’ndan geriye kalan o koskoca alan... ‘Dünyanın en büyük havacılık, uzay ve teknoloji festivali’ TEKNOFEST’teyim. 1 milyon 32 bin vatandaştan biri de benim! Bu yıl 13’üncü kez düzenleniyor festival ve ben ilk kez ziyaret ediyorum. Baştan söyleyeyim, öyle eleştirildiği gibi panayır falan değil TEKNOFEST. Bunu söyleyenler gidip görmedikleri için ya da diğer malum sebeplerle bence biraz haksızlık ediyorlar. Şimdi beni tanıyanlar, “Sen teknolojiden ne anlarsın?” diyecekler. Tamam anlamam, ben de saklamıyorum zaten. Ama asıl amaç çocuklara ve gençlere bilim ve teknoloji merakının aşılanması değil mi? Öyleyse, TEKNOFEST fazlasıyla bu amacına ulaşıyor.
1 milyon 32 bin ziyaretçiyle teknoloji bayramı
Bu fikre öyle bir-iki saatlik hızlı bir ziyaret sonunda varmış da değilim. Festival 1 milyon metrekarelik açık bir alan içinde, 80 bin metrekarelik kapalı alanda yapılıyor. Ve bu alanda ben ilk gün beş saat içinde tam 11.5 kilometre yol kat ettim... Yetmedi, ikinci gün tekrar oradaydım, bir o kadar daha zaman geçirdim ve en az bir 11.5 kilometre daha dolaştım.
İşte ikinci sınıf öğrencisi Cihangir Çetin’le ikinci gün festival alanına girerken tanıştım. 32 yaşındaki annesi Zeynep Hanım’la Ümraniye’den üç aktarmayla gelmişler. Üstelik onların da ikinci günü... Zeynep Hanım, “Eşim yazılımcı olduğu için gelmeyi çok istiyordu. Dün bir buçuk ve iki buçuk yaşındaki iki küçük çocuğumuzu da aldık, hep beraber geldik. Burada gördüğümüz her şey bize gurur verdi. Ama küçük çocuklarla dolaşmak çok zor oldu. Bugün eşim evde kaldı, küçüklere o bakıyor, ben Cihangir’i bir kez daha getirdim” diyor. Ben Cihangir’e dönüp, “Burada en çok neyi beğendin?” diye soruyorum. “Uçakları... Uçak maketi yapmak için bir buçuk saat sıra bekledim ama çok şükür yaptım!” diyor gururla. Kararını vermiş, büyüyünce pilot olacakmış...
Annesiyle biraz daha sohbet ediyoruz. Dün pikniğe gelir gibi gelmişler. “Evde kıymalı börek yapmıştım, yanına da içecek aldık... İçeride yiyecek-içecek pahalı olur diye düşündük. Bugün de poğaça ve ayran alıp geldik” diye anlatıyor. Oysa, festival alanında biraz uzakta olduğu için pek çok kişinin farkına varmadığı bir yiyecek-içecek bölümü var. TEKNOFEST Yönetim Kurulu Başkanı Selçuk Bayraktar katılımcı firmalara fiyatları ucuz tutmalarını şart koşmuş, onlar da uymuş. Yan yana dizilmiş onlarca büfe düşünün... Aralarında tavuk döner ve ayranın 100 liraya olduğu yerler bile var. Meşrubatlar bakkal fiyatına... Ayran 20 lira!
Cihangir ve annesiyle vedalaşıyorum. Zaten Cihangir robotları görmek için sabırsızlanıyor...
Tıklım tıklım metrodan Teknofest'e akın akın
Şimdi filmi geriye sarıp ilk günden başlayayım anlatmaya... Cumartesi saat 12 gibi evden çıkıyorum. Önce metroyla Taksim’den Yenikapı, oradan Atatürk Havalimanı metrosuna aktarma... Metro tıklım tıklım, çoğunluk TEKNOFEST yolcusu. Şansıma oturacak yer buluyorum. Saat 2 gibi mahşeri bir kalabalıkla metrodan iniyorum.

Festival alanının girişinde kayıt yaptırmak zorunlu ama giriş bedava. Giriyorum, giriyorum da nereden gezmeye başlayacağımı bilemiyorum!.. Tam o sırada SoloTürk gösterileri başlıyor. Gökyüzünde şenlik var! Herkes cep telefonlarına sarılıp kaydediyor. Hemen ileride bir grup görüyorum, dördünün de üzerinde SoloTürk tişörtleri... Konuşmasam olmaz, hemen yanlarına gidiyorum. İki yakın arkadaş, çocuklarını da alıp Bahçelievler’den gelmişler. 34 yaşındaki Oğuz Tokgöz bilgi işlemciymiş, 33 yaşındaki Nurgül Ateş ise müşteri temsilcisi... Nurgül Hanım’ın kızı Defne sekiz yaşında, Oğuz Bey’in kızı İnci ise dört yaşında... Çocuklar uçaklara bayılmış! İnci gözlerini gökyüzünden ayırmıyor ve “Uçaklar çok hızlı uçuyorlar, oleyyy!” diye bağırıyor sevinçle. Defne gülüyor... Nurgül Hanım ve Oğuz Bey’e, “Peki siz en çok neden etkilendiniz?” diye soruyorum. İkisi de böyle büyük bir organizasyonla karşılaşmayı beklemediklerini, gurur duyduklarını söylüyor.
"Bizim çoçuklarımız da uçak üretsin"
Şimdi çekirdek bir ailenin yanındayım. 36 yaşındaki İbrahim Bayrak ve 28 yaşındaki eşi Kübra Hanım Başakşehir’den gelmişler. 3.5 yaşındaki Poyraz için... Tekstilci İbrahim Bey, “Oğlumuz teknolojiyi küçükken görsün ve sevsin istedik” diyor. Poyraz’a dönüp “Büyüyünce ne olacaksın?” diye sorunca, “Pilooottt!” diyor...
Berat ve Yusuf’un gelecekteki meslekleri ellerindeki fotoğraflarda...
Sırada başka bir aile var. 36 yaşındaki Mehmet Çavuşoğlu aslen Irak Kerküklü, 39 yaşındaki eşi Firuze Hanım ise Kırımlı... Onlar da iki çocuklarıyla Sefaköy’den gelmişler. Metehan iki yaşında, Cihangir ise altı yaşında. Mehmet Bey, “Benim ailem 32 yıl önce Türkiye’ye göç etti. Burası bizim vatanımız ve böyle güzel şeyleri görmek insanı gururlandırıyor. İnşallah bizim çocuklarımız da buradaki uçaklar gibi uçaklar üretir, o uçakları kullanır” diyor.
10 yaşındaki Mehmet: “Ben de pilot olurum inşallah!”
Alanda iki büyük siyah çadır var. Üstlerinde ‘Planetaryum’ yazıyor, içeride astronomiyle ilgili görsel bir şölen var. Girmek istiyorum ama mümkün değil. İkisinin de önünde upuzun bir kuyruk... Az ileride ise ‘1453’ten Geleceğe Fetih Ruhu... Dijital Deneyim Alanı’... Fatih Sultan Mehmet’in portresinin altındaki kuyruk da uzun mu uzun! Orası da olmuyor. Ama üçüncü yerde şansım yaver gidiyor ve ‘Zaman Tüneli’ne giriyorum. Türk-İslam medeniyetinden bilime katkı sunmuş ne kadar tarihi isim varsa orada: Filli su saatini bulan büyük düşünür Cezeri, modern optiğin babası kabul edilen İbn’ül Heysem, tıbbın babası İbn-i Sina... Sadece geçmiş değil, bugünden de isimler var. Mesela Aziz Sancar... Bildiklerimi tazeliyor, bilmediklerimi öğreniyorum.
Biraz daha dolaşıyorum... 39 yaşındaki Semra Esin, 9, 10 ve 12 yaşlarındaki üç çocuğuyla Bağcılar’dan gelmiş festivale. Üç saattir geziyorlarmış... Eşi bugün festival alanında güvenlik görevlisi olarak çalışıyormuş. Semra Hanım, “Ben insansız hava araçlarını çok görmek istiyordum. Burada görünce çok etkilendim” diyor. Çocuklar ise en çok uçak ve helikopter gösterilerini sevmişler. 10 yaşındaki Mehmet Esin bana dönüp, “Ben de büyüyünce pilot olurum inşallah!” diyor. 12 yaşındaki Hiranur ve 9 yaşındaki Gamze gülüyorlar tatlı tatlı...
“Anne, korkudan organlarım titredi!”
Yıllardır TEKNOFEST’in müdavimiymiş 39 yaşındaki Kadriye Işıktaş, 12 yaşındaki oğlu Ali ve yedi yaşındaki kızı Mavi’yle birlikte... “Biraz önce konuştuk. Mavi’yi dört yaşındayken getirmiştim festivale... O zaman SoloTürk gösterisinde uçaklar çok alçaktan uçuyordu. Mavi, korkmuştu ve ‘Anne organlarım titredi!’ demişti. Çok gülmüştük” diye anlatıyor. Ben Mavi’ye dönüp “Öyle mi?” diye soruyorum gülerek. “Zıplasaydık kellemiz uçardı! O kadar yakından uçuyorlardı” diye cevaplıyor. Küçücük ama maşallahı var, yazar olacak çocuk!
Fatih gibi mert, İbn-i Sina gibi zeki olsun diye...
Bilim Sokağı’na giriyorum, sokak boyunca pek çok atölye var. Birkaçını sayayım: Astronomi, Havacılık ve Uzay Atölyesi, Kelebeğin Yaşam Döngüsü Atölyesi, Karanlıkta Parlayan Evren Atölyesi... Böylece uzayıp gidiyor. Ben ‘Robot Kolla Periyodik Tablo’ atölyesinde duruyorum. Trabzon’daki Özdemir Bayraktar Bilim Merkezi’nden gelen bir grup genç 9-14 yaş arasındaki çocuklara eğlenceli bir şekilde kimyasal elementler tablosunu öğretiyor. Robot kolla elementleri tabloya yerleştirmeye çalışan 12 yaşındaki Fatih Sina Koçtekin’in babasıyla konuşuyorum. “Fatih Sultan Mehmet gibi mert, İbn-i Sina gibi zeki olsun diye bu ismi verdim oğluma... Çocuklarımı özellikle getirmek istedim TEKNOFEST’e, bizi nasıl bir gelecek beklediğini görmeleri için” diyor Mehmet Bey.
Yedi yaşındaki Mustafa Giray Kılınçarslan yaşı sebebiyle atölyeye alınmayınca çok mutsuz oluyor. Onu konuşturmak istiyorum ama ağzını bıçak açmıyor. 35 yaşındaki annesi Havva Hanım’la sohbet ediyoruz. “Öğretmeni, ‘Oğlunuzu mutlaka bu festivale götürün. Teknolojiye çok ilgili, ileride mucit olacak bir çocuk’ dedi. İyi ki de gelmişiz” diyor. Mustafa’nın hâlâ yüzünden düşen bin parça... Neyse ki fotoğraf çekilirken biraz güldürebiliyoruz onu.
Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın bölümünde çok hoş bir uygulama var. İsmi ‘Gelecekteki Sen.’ On meslek belirlenmiş, çocuklar o meslekten birini seçip bilgisayar ekranına bakıp poz veriyor. Ve yapay zekayla biraz yaşlandırılmış halleriyle bir fotoğrafları basılıyor. Doktor mu doktor kıyafetiyle, itfaiyeci mi itfaiyeci kıyafetiyle... Çocuklar bu bölüme bayılıyor. Her biri elinde bir fotoğraf, mutlu mesut çıkıyor dışarı... O çocukların arasında Zeytinburnu’ndan gelen 12 yaşındaki Yusuf ve üç yaşındaki kardeşi Berat da var. Yusuf’un elinde pilot fotoğrafı, Berat’ın elinde ise astronot fotoğrafı...Anneleri Meryem Hanım çok gururlu.
Cem Karaca eşliğinde roket nasıl yapılır?
Hava kararıyor. Alanda sürekli müzik yayını var. Kulağıma Cem Karaca’nın sesi geliyor. “Sevda kuşun kanadında...” diyor.Büyükçe bir sahnede, Türkiye Teknoloji Takımı’ndan bir genç çocuklara roket nasıl yapılır onu anlatıyor. “Havada hangi gazlar var?” diye soruyor, “Oksijen... Hidrojen...” diye cevaplar geliyor. “Bir de azot var değil mi? Atmosferin yüzde 78’ini oluşturuyor” diyor. Çocuklar merakla dinliyor. O devam ediyor: “Azot eksi 190 dereceden eksi 200 dereceye geldiğinde sıvı hale geçiyor. Şimdi içinizden bir arkadaşla deney yapacağız. Kim gönüllü olur?” diye sorunca eller havaya kalkıyor. Birini seçiyor ve “Su kaç derecede kaynıyor?” diye soruyor bu sefer. Çocuklar koro halinde “100 derece!” cevabını veriyor. “Eksi 200 derecedeki azotla 100 derecedeki suyu çarpıştıracağız ve bakın ne olacak?” diyor.
Gönüllü çocuk büyükçe bir su bidonuna eksi 200 derecedeki azotu boşalttığı anda, içindeki mavi toplar etrafa saçılıyor. Çocuklar çığlık çığlığa bağırıyor ve çok eğleniyorlar.
Hem deney başarılı hem de hayat dersi
Az sonra bir pet şişeyle roket deneyi yapıyor aynı genç ve ilkinde bilerek başarısız oluyor. Yine soruyor: “Şimdi ne yapacağız peki? Bir daha denemeyecek miyiz? Hayır, deneyeceğiz değil mi?” Hep bir ağızdan “Eveeettt!” diye bağırıyor çocuklar. Ve bu sefer bir pet şişeyle yapılan roket öyle bir uçuyor ki nereye gittiğini göremiyoruz.
Bu 15 dakikalık sürede çocukları böylesine bir deneyin içine katmakla kalmıyor, aynı zamanda başarılı olana kadar pes etmemek gerektiğini anlatıyor o genç.
Bu sırada benim başıma, hem de bir teknoloji fuarında olmadık bir şey geliyor! Ses kayıt cihazım bozuluyor. Üstelik bunu birkaç görüşme yaptıktan sonra fark edebiliyorum! Bu sebeple az önce çocuklara deney yaptıran gencin ve sonrasında sohbet ettiğim ailelerin isimlerini ne yazık ki bu yazıda geçiremiyorum. Anlattıkları ise aklımda... Mesela bu deneyi izleyen bir aileyle sohbet ediyorum. 35 yaşlarında iki erkek kardeş, ikisi kız ikisi erkek sekiz ila 12 yaş arasındaki çocuklarını alıp gelmişler TEKNOFEST’e... Çocukların en küçüğü kendinden büyük kuzenini anlatırken, “Bu deneyi çok sevdi, çünkü o bir matematik profesyoneli” diyor... Neyi neyi? Matematik profesörü diyeceğine profesyoneli diyor sevimli sevimli ve bir şekilde yerine de oturuyor bu tanım. İsimleri yok ama fotoğraflarını göreceksiniz...
Robot köpeklerin başını okşayası geliyor insanın
Pazar günü bu kez saat 1’de Atatürk Havalimanı’ndayım. Bugün daha da kalabalık!.. Bir bakıyorum çocuklar Başakşehir Belediyesi’nin robotunun peşine takılmış... Robot duruyor, el kaldırıp selam veriyor, sonra tekrar yoluna devam ediyor. Çocuklar her hareketini merakla izliyor...
Başka bir standın, ‘Teknopark İstanbul’un önünde iki robot köpek var ve tabii ki çocuklar da başlarına toplanmış. Anne babaları ise bol bol fotoğraf ve video çekiyor. Bildiğimiz köpekler ne yapıyorsa aynısını yapabiliyorlar. Başlarını okşayası geliyor insanın, öyle gerçek gibiler!
Akşam oluyor, yarışmaları kazanan yüzlerce gence ödülleri dağıtılıyor. Selçuk Bayraktar ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz birer konuşma yapıyor. Genç takımlara toplamda 85 milyon lira destek verildiğini öğreniyorum. Siz bunları zaten haberlerde okumuşsunuzdur.
Ben bu festival izlenimimi bir aileyle yaptığım sohbetle bitiriyorum. Uçan araba ‘Cezeri’nin önündeyim. Bir çocuk, “100 kilometre hızla gidiyormuş! Peki ama nasıl?” diyor hayretle... Bunu duyunca dokuz yaşındaki Ertuğrul Zengin’le yedi yaşındaki kız kardeşi Liva’nın yanına gidiyorum... “Burada en çok neyi sevdiniz?” diye soruyorum. Her ikisi de uçak gösterilerini birinci sıraya koyuyor. Babaları Nijerya’da aşçılık yapıyormuş, onları festivale 35 yaşındaki amcaları Sefa Bey getirmiş. O da çantacılık yapıyormuş. “İyi ki gelmişiz, çocuklar çok şey görüp, çok şey öğrendiler” diyor.
Etrafıma bakıyorum... Belki ziyaretçilerin çoğunluğu muhafazakar kesimden ama sadece onlar değil, her kesimden vatandaş merak içinde dolaşıyor. Tabii ki bu festivalin en heyecanlı, en mutlu olanları çocuklar... Eğleniyorlar, öğreniyorlar, gelecek hayalleri kuruyorlar, ki o gelecek hayalleri Türkiye’nin geleceğini şekillendirecek...