Pandemiden bu yana, arkadaş çevrenizde “Depresyondayım”, “Bunalımdayım” diyenlerin sayısının ne kadar arttığının farkındasınızdır. Genelde cevabımız “Geçer” olur ya, işte durum pek de öyle değil. Daha doğrusu nasıl bir Covid-19 pandemisi varsa ülkemizde, bir de depresyon pandemisi var. Dünyaca ünlü tıp dergisi The Lancet’te yayımlanan ve 204 ülkede yapılan araştırma sonucuna göre, Covid-19 pandemisinden sonra depresyon yüzde 28, anksiyete yüzde 26 oranında artmış. Ülkemiz ise maalesef bu konuda da dünyadan negatif ayrışıyor. Bizdeki oranlar sırasıyla yüzde 38.7 ve yüzde 28. Özellikle depresyon vakalarında dünyanın oldukça önündeyiz. Ekonomik, siyasi ve sosyo-kültürel olarak bize benzeyen ülkelerde de durum farklı değil. Sözgelimi Pakistan, Mısır, Peru, Şili, Arjantin, Meksika da aynı dertten muzdarip. Tıpkı hayat pahalılığı, gelir adaletsizliği, şiddet eğilimi ve sosyal çatışmalarda olduğu gibi...
Depresyon en çok Türk gençlerini vurdu!
Maalesef dünyada akıl sağlığı bozulurken, Türkiye bir adım daha önde! Bunun ne kadar doğru olduğunu, Türkiye’ye özgü sebeplerini Bahçeşehir Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Sibel Çakır’a sorduk. Sorunun salt pandemiyle ilgili olmadığını öğrendik. Lancet’teki araştırmaya göre Türkiye’de depresyon çok yaygın. Neden böyle? Aslında Lancet’te Türkiye ile ilgili direkt bir kıyaslama datası yok. Ama Nature grubuna bağlı bir dergide çıkan, Avrupa’da 9 ülkenin üniversite öğrencileri arasında yapılan bir çalışma var. Pandemi ile depresyon, anksiyete ve ağır stres arasındaki ilişkiyi araştırmışlar. Bu 9 ülke içinde en yüksek değerler Türkiye’de. Tabii seçilen grup ve araştırmanın metadolojisi de önemli. O çalışmayı Erzurum ve Bingöl’deki araştırmacılar, bölgeden örneklemelerle yapmışlar. Polonya’da da durum kötü. Ama en kötüsü Türkiye’de. Bizim öğrencilerimizdeki anksiyete oranı Almanya’daki öğrencilerden 10 kat daha yüksek. Türkiye’de gençler arasında yüzde 50’lilerin üzerinde bir depresyondan bahsediyor çalışma. Durum bu kadar vahim mi? Pandemi toplumların hem biyolojik hem ruhsal durumlarını etkileyen çok ciddi bir sağlık krizine yol açtı. ABD’de yapılan uzun süreli bir takip çalışması var. Pandemi döneminde kişilerin depresyon süreçleri ne oldu diye bakmışlar. Nisan 2020’de depresyon oranı yüzde 28 iken, Nisan 2021’de yüzde 32 çıkmış. Üstelik, bu arada aşı bulundu, hastalıkla ilgili bilinenler arttı, kısıtlamalar azaldı. Her şeyin daha bir durulması beklenirken depresyon oranının yüzde 32 çıkması çok şaşırtıcı ve dramatik. Çünkü bu gibi felaketlerden en geç 6 ay sonra toplumdaki depresyon ve anksiyete oranları hızla düşüyor. 11 Eylül’de ya da 2008 ekonomik krizinde olduğu gibi… Ama pandemide azalmayıp, tam tersine arttığı görüldü. Yani karşı karşıya olduğumuz felaket daha önce yaşadığımız felaketlerden çok daha ciddi, yaygın ve kalıcı. Depresyondaki artışın en önemli nedenlerinden biri bu direkt pandemi etkisi. İkinci önemli nedeni de şu; nerede eşitsizlik, yoksulluk fazlaysa, orada tıpkı diğer sağlık sorunlarında olduğu gibi ruh sağlığı da hızla bozuluyor. Yani depresyon ve anksiyete önce yoksulları vuruyor? Maalesef. Ve ne acı ki, depresyon çok ciddi bir sorun. 10 Ekim Dünya Ruh Sağlığı Günü’ydü ve o gün için belirlenen tema eşitsiz toplumlarda ve ortamlarda ruh sağlığıydı. Bu çok önemli bir vurgu. Çünkü eşitsizlik ve ayrımcılık arttıkça depresyon da artıyor. Ekonomik krizler de eşitsizliği çok artırıyor. Dünyadaki bütün büyük krizlerde zenginlerin daha zengin, fakirlerin daha fakir olduğunu görüyoruz. Böyle olunca da ruh sağlığı daha da bozuk bir toplumla karşı karşıya kalıyoruz. Eşitsizlik derken sadece ekonomik eşitsizliği kastetmiyorsunuz sanırım… Cinsiyet eşitsizliği, bölgesel, coğrafi, sosyolojik eşitsizlik, göçmenlik, haklar ve özgürlüklerde eşitsizlik, sağlığa erişim ve eğitimde eşitsizlik, toplumdaki azınlıklar, kadınlar, yaşlılar… Bütün bu gruplar, ekonomik durumun ruh sağlığını ilk önce bozduğu ve sorunların kartopu gibi büyüdüğü gruplar. Türkiye’de sizin gözlemleriniz neler peki? Geniş epidemiyolojik veri olmasa da, ruhsal sorunlarda büyük artış olduğuna bizzat tanık oluyoruz. Türkiye’de önceki yıllarda yapılan çalışmalarda kabaca yüzde 10’lar oranında depresyon olduğunu biliyoruz. Pandemiyle bu oranın yüzde 30’lara çıktığını tahmin ediyoruz. En çok da kadınların ve gençlerin etkilendiği belirtiliyor bu süreçten… Kadın olmak da, dezavantajlı ve eşitsizliğin yoğun olduğu bir durum. Üstelik kadınlar hormonlar nedeniyle biyolojik olarak da depresyonu daha fazla yaşıyor. Bir erkeğin yaşam boyu depresyon geliştirme riski yüzde 10 iken, bir kadında bu oran yüzde 20-25’e çıkıyor.
Geleceğe dair umut kaybedildi
Peki ya gençler? Avrupa’da en kötü sonuç bizde demiştiniz… Neden böyle? Özellikle üniversiteye yeni başlamış gençler arasında depresyon, geleceğe dair umutsuzluk ve özellikle kaygı çok yüksek... Çünkü büyük ümitlerle başladılar üniversiteye, ama pandemi nedeniyle 2 yıla yakın hiçbir sosyal hayatları olamadı. Arkadaşlık kuramama, nerede okuduğunu hissedememe, sosyal ortamda olamama haliyle çok ciddi ruhsal sorunlar yaşamaya başladılar. Gelecekle ilgili belirsizlik ve işsizlikle ilgili tehditler de bu sorunu artırdı. Çocukların da depresyona girdiği söyleniyor… Pandemide Türkiye’de 6 ila 18 yaş arasında çocuklar, ergenler ve gençler arasında yapılmış çalışmalarda, anksiyete oranının yüzde 40-50’lere kadar vardığını görüyoruz. Peki depresyon oranlarının yüksek olduğu diğer ülkelerle benzerliklerimiz neler? Pandemi başladığında ne oldu? “Bütün dünyayı etkileyen bir felaket bu. Hepimiz aynı gemideyiz. Herkes evine kapandı. Zenginlerden de ölenler oldu. Avrupa’da da çok ciddi ölümler yaşandı’ dedik. Ve sanki hepimiz benzer şeyler yaşıyormuşuz gibi başladı her şey. Ama sonra birdenbire o ülkelerin insanlarına ekonomik olarak ciddi destekler verdiklerini gördük. Mesela Almanya Başbakanı vatandaşlarına, “Sizden tek isteğimiz var, kendinizi koruyun. Biz sizi destekleyeceğiz” dedi. Pandemi gibi tüm dünyayı etkileyen bir durum bile daha sonra farklı seyredip, yine eşitliği bozdu ve hiçbir zaman hepimiz aynı gemide olmadık. Yoksullar daha fazla hastalandı, daha fazla öldü… Çünkü pandemide otobüse, metroya binmek ve fabrikalarda çalışmak zorunda kaldılar. Tuzu kuru mutlu azınlıktan olmadıkları için kapanmada evde ekmek yapmayı deniyorum diye mutluluk fotoğrafları çektiremediler. Beni o dönem en çok etkileyenlerden biri 65 yaş üstü olmasına rağmen evlere temizliğe giden, ama sokağa çıkma yasağı olduğu için artık çalışamayan bir kadının çaresizliği olmuştu… Yaşlı kişilerin yüzde 20’sinin gelir düzeyi yoksulluk sınırının çok altında ve sosyal güvenceleri yok. Yani çalışmak zorundalar. Bu çok acı bir şey. Hem gelirleri yok, hem sosyal güvenceleri yok, hem fiziksel olarak güçleri yok, hem de çalışmak zorundalar. Ruh sağlıklarını düşünün! O zaman ruhsal bir pandemiden söz edebilir miyiz? Pandemi ruh sağlığı pandemisine çoktan dönüşmüş durumda. Türkiye’deki rakamları çok net bilmesek de, yoksulluğun, ekonomik sorunların ciddi bir risk faktörü olduğunu düşünürsek bizde çok ciddi bir ruh sağlığı pandemisi var diyebiliriz.
Depresyondaki kişi mutlu birini görünce öfkelenir
Ciddi bir mutsuzluk içersindeyiz. Toplumsal göstergelerimiz de iyi gitmiyor. İnsanlar artık mutlu birini görünce öfkeleniyor. ‘Gülen, eğlenen insanları görünce öfkeleniyorum’ duygusu ise majör depresyonda sıkça görülür. Son yıllarda çok eğlenen, çok gülen insanlar genel olarak bizde bir mutsuzluk ve huzursuzluk yaratmaya başladı. Genel olarak gittikçe daha fazla gri ve sanki eğlenmenin suç olduğu bir atmosferde yaşıyoruz. Üst üste toplumsal felaketler, pandemi, ekonomik sorunlar, yangınlar, sel baskınları yaşıyoruz. Böyle olunca da gülen ya da eğlenen bir insan görmek istemiyoruz ve kendimiz de eğlenemiyoruz.
Depresyonu Göksel’in şarkısıyla karıştırmayın
Depresyonun belirtileri neler? Depresyon mutsuzlukla çok karıştırılır. Oysa her mutsuz kişi depresyonda değildir. Depresyonun tanı kriterleri çok nettir. İki haftayı aşan, hemen her gün devam eden, kişinin çökkün, depresif bir duygu durumunda olması, daha önce keyif aldığı şeylerden keyif alamaması, hayata katılamaması, ciddi biçimde yorgunluk, bitkinlik, dikkat ve konsantrasyon bozukluğu, unutkanlık yaşaması, uykusunun ve iştahının ciddi anlamda bozulması, suçluluk ve değersizlik düşünceleri içinde olması, gelecekle ilgili umutsuzluk, karamsarlık ve yaşama isteğinin azalması klinik anlamda ciddi majör bir depresyondur. Majör depresyonun farkı nedir? Yukarıda bahsettiğim tıbbi anlamdaki depresyon, majör depresyondur ve tedavi edilmesi gereken ciddi bir tablodur. Kısa üzüntü ve mutsuzluktan oldukça ayrıdır. Biz depresyon demeyi çok tercih etmeyiz, çünkü neyi ifade ettiği net olmayan daha genel bir kavramdır. Göksel’in ‘Depresyondayım, unutuldum’ diyen şarkısındaki gibi yani… Aynen öyle. Ben ders anlatırken bundan çok bahsederim. Üç günlük, beş günlük üzüntüler depresyon değildir. Hepimiz stresli, keyifsiz günler yaşıyoruz ve hayatta her zaman neşeli olmamız mümkün değil. Pandemi hala sürüyor, hepimizin enerjisinin, motivasyonunun düşmesi çok doğal. Ama majör depresyon kişide ciddi anlamda fiziksel ve tıbbi sorunlara neden olur. Tedavi edilmezse kalp hastalığına, diyabete, obeziteye, hatta inme ve erken ölüme neden olabilir deniyor… Doğru. Depresyon, stres hormonlarının yükselmesine ve genel sağlığın da bozulmasına neden olur. Depresyonun insan ömründen bir 10 yıl çaldığı doğru mu? Bu şiddetine, süresine ve o kişinin tedavi alıp almamasına bağlı. Ama depresyon mortalite, yani ölüm oranını ve morbiditeyi, yani diğer hastalıklara bağlı yeti yitimi ve kötüye gidişi artırıyor. Depresyonu olan ve olmayan kalp ve kanser hastalarını karşılaştırdığınız zaman depresyonu olanların gidişatı çok daha kötü ve yaşam süreleri çok daha kısa maalesef. Ayrıca biz tekrarlayan depresyonların demans geliştirme riskinin çok daha fazla olduğunu biliyoruz. Hatta, daha genç yaştaki depresyonun bile ileride demans riskini artırdığına dair bulgular var. Peki yukarıda saydığınız belirtilerden kaçı olursa yardım almalıyız? Beş ve daha fazlası iki haftayı aşıyorsa ve aynı zamanda tüm bunlar aile ve arkadaş ilişkilerinizi ve işinizi ciddi oranda bozacak ve yeti yitimine neden olacak düzeydeyse mutlaka yardım almalısınız. Yeti yitimi, kişinin kendine bakma, yaşamını sürdürme ve üretme kapasitesinde ciddi oranda bozulmadır. Depresyondaki kişi alışverişini yapamaz, yemesi içmesi ciddi oranda bozulur, verimliliği düşer, işine gidemeyebilir.
Haftada 3-4 gün 45 dakika tempolu yürüyüş depresyondan koruyor
Depresyondan nasıl korunabiliriz? Fiziksel aktivite ve egzersizin beyinde depresif tabloyu değiştirebileceğine dair net araştırma bulguları var. Hafif şiddette depresyonda egzersizin, yürüyüşün iyileştirici özelliği var. Koruyucu olarak da oldukça önemli. Kalbinizi ve beyninizi korumak için de, depresyondan korunmak için de haftada 3-4 gün, 45 dakika tempolu yürüyüş yeterli. Yürürken müzik dinlemek, konuşmak ise zihni çalıştırarak beyindeki hücreler arasında bağlantı oluşumunu daha da artırıyor.
İntiharlar da yoksulluk da önlenebilir!
Anlıyorum ki depresyon hiç de hafife alınacak bir hastalık değil… Değil. Ne yazık ki, majör depresyon yaşayan her 100 hastadan 10-15’i intihar ediyor. Hastaların üçte biri ise intihar girişiminde bulunuyor ya da intiharı düşünüyor. Bu çok yüksek bir rakam değil mi? Türkiye’de her yıl intihar istatistikleri yayımlanıyor. Her 100 bin kişiden 5’inin intihar ederek hayatına son verdiğini biliyoruz. Dünyada her 40 saniyede 1 kişi intihar ediyor. Böyle istatistikler var. İntihar ciddiye alınması gereken ama önlenebilir bir durum. Çünkü intihar edenlerin yüzde 70’inin son 6 ay içerisinde bir sağlık kuruluşuna gittiğini biliyoruz. Herhangi bir yardım almak için… O yüzden depresyonun doğru teşhis edilmesi ve tedaviye başlanması çok önemli. İntiharlar da önlenebilir, yoksulluk da önlenebilir. Dünyada bu kadar zenginlik, bu kadar şatafatlı hayat sürdüren insan var. Zenginler ve fakirler arasındaki fark gittikçe açılıyor. Oysa dünyada herkese yetecek kadar yiyecek var.