Bu yazıyı çok değil, birkaç yıl önce yazmış olsaydım “Türkiye’nin dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasına girebilmesi için…” diye başlardım. Ancak Türkiye, uzunca bir süredir kalkınma iktisatçılarının ‘orta gelir tuzağı’ dediği krizden daha da geriye düşmüş durumda. Geldiğimiz noktada, eğer bu yüzyılda hiç değilse en büyük 20 ekonomi arasında kalmaya devam etmek istiyorsak, eğitim sisteminde köklü reformlar yapmak zorundayız. Çünkü uluslararası tüm göstergeler aynı sonuçta birleşiyor: Türkiye çocuklarını eğitemiyor! Bu yüzyılı kurtarmak için atılması gereken adımları sıralamadan önce bir noktanın altını çizmek istiyorum. Elbette içinde bulunduğumuz darboğazdan kurtuluşun reçetesini tek başına eğitimde aramak yanlış olur. Çünkü popüler söylemin aksine bir ülkenin demokratik ve ekonomik alanda ilerlemesi için şart olan şey eğitim değil, adalettir.
Eğitim şart değil!
Detaylarını ‘Yol Ayrımındaki Türkiye: Ya Özgürlük Ya Sefalet’ kitabımda da açıkladığım üzere, bir ülkenin kalkınması için hem adil rekabet koşullarına hem temel özgürlüklere hem de bu yüzyılın gerekliliklerini yerine getiren bir eğitim sistemine ihtiyaç var. Adil rekabetin olmadığı, insanların haklarını güvence altında hissetmediği, fikir ifade ve yayma hürriyetinin garanti altına alınmadığı toplumlarda, eğitim sisteminin tek başına bir toplumu ileri götürmesi zor. Tarihe baktığımızda görüyoruz ki dünyada ilerlemenin anahtarı ‘kurallar toplumu’ olmaktan geçiyor. Ancak o temel paradigma içinde eğitim kurumları işlevsel olabiliyor. İsterseniz dünyanın en iyi okullarını açın, eğer diğer iki boyutu yani hukuk sistemi ve temel özgürlükleri ileri bir noktaya taşımadıysanız okulların işlevi de başarısı da kısa ömürlü oluyor. Köy enstitüleri, fen liseleri ve en son Boğaziçi Üniversitesi’nin başına gelenler bize Türkiye’de sadece eğitimi konuşarak eğitim sistemindeki sorunları çözemeyeceğimizi gösteriyor.