29 Mart 2024, Cuma
Haber Giriş: 26.11.2021 04:29 | Son Güncelleme: 16.02.2022 15:18

Kadına yönelik savaşın ateşkes molası bile yok

25 Kasım 1960’ta Dominik Cumhuriyeti’nde diktatörlüğe karşı mücadele veren Patria, Minerva ve Maria Teresa adlı üç kız kardeşin tecavüz edilerek öldürülmesinin üzerinden 61 yıl geçti. Ama Dünya Bankası’na göre hala en az 1 milyar kadın, erkek şiddetiyle yüz yüze
Kadına yönelik savaşın ateşkes molası bile yok
Emel Armutçu
Anıt Sayaç’a istisnasız her gün bir, üç, bazen dört kadın düşerken, özellikle son 10 yıldır kadın haklarında itinayla ve başka hiçbir alanda görülmeyen bir istikrarla gerileme kaydediliyor. Ya da tam tersi; kadın haklarına her kötü niyetli dokunuş, Anıt Sayaç’a kadın cinayeti olarak yansıyor. Kadınları ev içindeki rollerine döndürmeyi amaçlayan eğitim, istihdam politika-sızlığı, politikadan iş dünyasına her alandaki eşitsiz temsil, politikacılardan başlayarak dile hâkim olan cinsiyetçilik, dinin artık tamamen kadın üzerinden kafaya göre yorumlanması gibi tercihler, kadınlara her türlü şiddet ve öldürülme olarak geri dönüyor. Kadın cinayeti istatistiklerini -sadece medyaya yansıyabilenlerden- kadınlar tutuyor, dört duvar arasında kalmayıp artık pervasızca sokağa inen ev içi şiddet verilerinden ise tamamen habersiziz. Çünkü tutulmuyor. Yetkililer “azaldı” demeyi seviyor ama verdikleri rakamlar, ancak açıkladıkları enflasyon, işsizlik vb. verileri kadar inandırıcı.

Yasalar aslında yeterli...

Bakmayın siz, yılda bir iki kez sadece bir kadın cinayetinden infiale kapılmış gibi yapıp “kadın katillerine ağır ceza verecek yasalar” isteyen, hatta “idam geri gelsin” naraları atanlara, yasalar şiddete ve cinayete karşı oldukça donanımlı, cezalar da ağır. ‘Sadece ceza verilerek önlenemez’ diyen sağduyululardansanız, Anayasa’da kale gibi bir ‘eşitliği sağlama görevi’ olduğunu bilirsiniz. Tabii okuması ve uygulama iradesi olana! Çünkü kadını güçlendirecek adımlar atılmadığı gibi, kadınları öldüren erkekler için öngörülen o ağır cezalar da bir kravatın mavi çizgisinde, bir boynun 30 derece kıvrılışında, mahkemede göz göze gelen erkek dayanışmasının derinliklerinde eriyebiliyor. Bu ülkenin yargısı “çocuk istismarcısı” ile “saygınlık indirimi”ni aynı cümle içinde rahatlıkla kullanabiliyor. Kocasının kendisini öldürmesinden ancak onu öldürerek kurtulabilen kadın, ne saygın, ne kravatlı, ne indirime layık görülüyor. 

Her adım planlı, programlı

Yargının elini, kadınlara karşı suç işlemiş erkekler lehine güçlendiren politikalar, henüz işlememiş olanların yolundaki taşları da bir bir temizlemeye çalışıyor. Mesela kız çocuklarının -daha da erken- evlendirilmesinin önünü açıyor, ki okulu, evin dışını görmesinler. İstismar davalarında “somut delil” şartı getiriyor, ki haklarını aramasınlar. İstismarcıları, hatta kadın katillerini sokağa salıyor, ki iyice sinsinler. Üç çocuk propagandası yapıyor, en iyi kariyer olarak anneliği gösteriyor, ki ‘sıcak yuva masalı’na inansınlar. Yeni kreş yapılmasını yasaklıyor, ki çalışmayı akıllarından geçirmesinler. Eğitimden, çalışmaktan uzak tutulmuş kadının boşanması halinde anca ekmek alabildiği yoksulluk nafakasını kısıtlamaya çalışıyor, ki boşanamasın, şiddet gördüğü, ücretsiz, güvencesiz işçi olduğu ‘aile’ sürsün. Paragraf uzun oldu, ama hamleler listesi uzun, ondan.

Bir gecede 100 yıl geriye...

Hamleler listesi, 2010’da açık açık söylenmeye başlanan ‘Kadın erkek eşitliğine inanmıyorum’ cümlesiyle ivme kazanıp İstanbul Sözleşmesi’nden imza çekmeye kadar uzanıyor. Şimdi kadınlar  yeni tehlikeli hamleler olasılığına karşı hazırlıklı olmaya çalışıyor. Çünkü belli olmuyor; bir gece yarısı yeni bir Resmi Gazete yayınlanıyor, hayatımız değişiyor. Listeye devam edelim: Zaten etkin uygulamadığı İstanbul Sözleşmesi’nden bir gecede, bir kişinin kararıyla imza çekiyor, ki hepsinin üzerine bir cila çekilsin. Böylece sosyal medyada önüne gelene hakaret/tehdit eden troller, sıranın kadına yönelik şiddeti önleme yasası 6284’e, hatta Medeni Yasa’ya, ‘ailenin reisi’ne, yoksa ‘eşit mülkiyet’e, acaba kadının şarkı söylememesine, eyvah sokağa çıkmamasına filan geldiğini rahatça söyleyebilsinler. İnsan Taliban’la inanç birliği cümlesini hatırlıyor acı acı. Bütün bunların karanlığında, son olarak “Eşin ölmesi durumunda baldızla evlenmek caiz midir?” ile “Eşi yerine yanlışlıkla baldızını öldüren erkeğe ceza indirimi” arasında sıkıştırılan kadınlara, bu 25 Kasım da dar oldu vesselam. Ama başta bu adımları atma cüretini gösterenlerin sık sık unuttuğu bir gerçek var: Darda da yasta da olsalar Türkiye’nin en-ana-öz muhalefeti kadınlar, topuklu ya da babet, bunlara pabuç bırakmazlar. İnanmayan 1850’lerden bugüne kadın tarihine bir göz atabilir.

Unutmamak için görsel sandık: U’Sandık

Türkiye’de İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmanın yoğun olarak tartışıldığı ve sonunda hukuki olmasa da fiilen çıkılan 2021 yılının ilk 10 ayında 226 kadın ‘en yakınları’ tarafından öldürüldü, 169 kadın hayatını şüpheli şekilde kaybetti; mesela pencere ya da balkondan düşme/atılma vakaları arttı, boyundan kısa doğalgaz borularına asılan birden fazla kadın oldu, özellikle boşanmak isteyen, şiddete artık dayanmayıp uzaklaştırma kararı aldıran kadınların hayatı daha çok tehlikede; öldürülenlerin önemli bölümünü onlar oluşturuyor.  Bazı erkekler boşanıp medenice yoluna devam edemiyor; ‘ya benimsin ya kara toprağın’ zihniyeti 2021’de de hala ilk günkü gibi. Buna ‘sen nasıl benden ayrılırsın’ şaşkınlığından çıkan gözü dönmüş intikam davranışları ekleniyor; cinayet yöntemleri çeşitleniyor. Eskiden kadınlar, “Öldüren sevgi istemiyoruz” derlerdi, şimdi “canavarca his”le öldürülüyorlar.  Arabayla ezdikten sonra bir de tekmeleniyor, silahla vurulduktan sonra bir de bıçaklanıyor, öldürülmeden yakılıp bir de betona gömülüyorlar.

1 Temmuz milat alındı

Geri adımlar atılmasa, İstanbul Sözleşmesi, Anayasa ve yasalar etkin uygulansa, kadın cinayetlerinin büyük ölçüde önlenebileceğini bilenler, her bir kadın cinayeti haberinde daha çok isyan büyütüyor. Öldürülen kadınların Anıt Sayaç’taki gibi birer rakam ve klişe “Bir kadın cinayeti daha” başlığıyla önlerinden geçip gitmesini istemeyen gruplardan biri de Filmmor-U’Sandık kolektifi. Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden imzasını resmi olarak çektiği 1 Temmuz 2021 tarihinden bu yana öldürülen kadınları unutmamak, unutturmamak, hatıralarını yaşatmak için resimlerini çiziyor, hikayelerini yayınlıyorlar.  Sorumlulara da ayna tutuyor, Instagram’daki Unutmamak İçin Görsel Sandık/U’Sandık hesabı. Kadın cinayetlerini önleme görevini yerine getirmeyen, var olan yasaları dahi etkin uygulamayan, sözleşmelere uymayan ya da bu koşullara rağmen çekilen sorumlular baksın diye… Hiçbir katil erkek, mahkemede bir daha “İstanbul Sözleşmesi’nin iptali iyi oldu” diyemesin diye... 

Tek tek birikiyorlar

Çantasından “ben ölünce mi bana sahip çıkacaksınız?” notu çıkan, ayrılmak istediğini söylediği, boşanma davası açtığı, tencereyi komşuya verdiği ya da 12 yaşında evlendirilmek istemediği ya da o gün canı bir kadın öldürmek isteyip Samuray kılıcıyla evden çıkan bir erkeğin ilk rastladığı kadın olduğu için öldürülen kadınlar, kız çocukları birikiyor Sandık’ta.  Hazırlayanlar her gün yeni bir kart daha eklememeyi, sandığı bir an önce kapatmayı dilese de...

İstanbul Sözleşmesi en az 2 bin 562 kadını yaşatabilirdi

“Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi” eğer Türkiye’de yürürlüğe girdiği 2014’ten itibaren etkin uygulansaydı;
  • Bugün en az 2 bin 562 kadın en yakınları tarafından öldürülmemiş olacaktı. Sadece son üç yılda 500’den fazla şüpheli kadın ölümü gerçekleşmeyecekti. 10 binlerce kadın can güvenliği nedeniyle polise, savcılıklara, mahkemelere koşmayacaktı.
  • O küçük kız ‘Ne olur ölme anneciğim’ gibi bir cümle kurmayacak, annesini bu şekilde kaybetmenin travmasını yaşamayacaktı. 
  • Şiddet uygulayıp bir de sosyal medyada övünerek yayan erkekler gereken cezayı alacaktı.
  • Kadınlar, polise başvurduklarında dinlenecek, suçlu gibi sorgulanmayacaktı.
  • Toplumsal cinsiyet eşitliği eğitimi anaokulundan başlayacak, Alo Şiddet Hattı, yeterli sayıda kadın danışma merkezi, sığınak, cinsel şiddet kriz merkezi olacaktı. 
  • Her isteyen kameralar önünde ya da sosyal medyada kadınlarla ilgili cinsiyetçi sözler söyleyemeyecekti.
  • Avrupa Konseyi, BM, Avrupa Birliği gibi kurumlar sözleşmeden çıkışla girdikleri şoktan mülteci sorununu hatırlayarak hızla sıyrılıp olağan “endişeyle izleme” rutinlerine dönmeyecekti.

Sözleşme nasıl şeytanlaştırıldı?

300 civarında kadın ve LGBTİ+ örgütünün bir araya geldiği Eşitlik İçin Kadın Platformu-EŞİK, kadın kazanımlarına karşı beliren tehlikeler üzerine kurulmuştu. Bir çalışmasında İstanbul Sözleşmesi’ne dair yayılan yalanları ve gerçekleri şöyle sıralamıştı:
  • “Aile yapısını bozuyor” dediler. Oysa sözleşmede aileye dair bir düzenleme yok, konusu kadınların, çocukların, LGBTİ+ların aile içinde, dışında şiddet görmesinin engellenmesi.
  • “Eşcinselliğe teşvik ediyor” dediler. Oysa sözleşme LGBTİ+’lar dahil herkesi şiddetten koruyor, cinsel yönelime dayalı ayrımcılık yapmayı yasaklıyor.
  • “Sözleşme yüzünden şiddet arttı” dediler. Oysa sözleşme şiddeti artırmadı, görünür kıldı. Kadın cinayetleri 2002-2009 arası yüzde 1400 arttı ama sözleşme 2014’te yürürlüğe girdi. 
  • “Toplumun büyük çoğunluğu sözleşmeden rahatsız” dediler. Oysa araştırmalara göre en az yüzde 63 sözleşmeden yana.
  • “Sözleşme dinimize aykırı” dediler. Oysa sözleşmede dine dair hiçbir madde yok, tersine kimseye dini inancından dolayı şiddet uygulanamayacağını söylüyor.
  • “Sözleşme boşanmaları artırıyor” dediler. Oysa boşanmaların nedeni sözleşme değil, aile içindeki erkek şiddeti.