05 Ekim 2024, Cumartesi Gazete Oksijen
Haber Giriş: 03.12.2021 04:30 | Son Güncelleme: 07.12.2022 15:19

Kur farkıyla Avrupa’nın ucuzluk pazarı olduk!

Edirne’deki Ulus Pazarı’nı Bulgaristan’da bir pazar yeri sanabilirsiniz. Bulgarların yanı sıra Yunanlar da var, Makedonlar da, Sırplar da, Arnavutlar da... Esnaf, yabancı müşteri olmasa topu atacak, hepsi bir ağızdan “Onlar olmasa Edirne biter” diyorlar
Kur farkıyla Avrupa’nın ucuzluk pazarı olduk!
Mine Şenocaklı

[email protected] Hangi TV kanalına bakarsanız bakın, haftada birkaç kez aynı habere rastlıyorsunuz, gazetelerde de öyle... Dolar, euro arttıkça bu haberlerin sayısı da artıyor: “Edirne’ye Yunan ve Bulgar akını” minvalinde haberler... Bir zamanlar Bulgarlar yokluktan çalışmaya gelirdi Edirne’ye, şimdi varlıktan geliyor. Varlık derken, bize göre varlık, yoksa Avrupa’ya göre değil. Çok değil bundan birkaç hafta öncesine kadar, Avrupa’da en düşük asgari ücreti alan Bulgarlar, artık yerini bize devretti. Dolar üzerinden hesabı cuma sabahı Edirne’ye giderken yapmıştım. Biz yoldayken dolar 12 TL idi, ilk hesapta buna göre Türkiye’de asgari ücret 235 dolardı, Bulgaristan’da ise 379 dolar.Ama Edirne’den dönerken biz biraz daha yoksullaşmıştık. 12 TL olan dolar artık 12.7 TL olmuştu. Bu haberi yazarken ise 13.6 TL... Yani böyle giderse gelecek hafta Edirne’ye gelecek Bulgar ve Yunanlar, bir torba daha fazla alışveriş yapabilecek. Edirnelilerin ise neredeyse tek bir poşeti doldurması bile imkansız hale geldi.

10 milyon euroluk pazar

Edirne yine şanslı, en azından sınırın ötesinden komşular geliyor. Edirne Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Recep Zıpkınkurt, "Alışveriş yapan Bulgar ve Yunanların sayısı hafta içi 6-7 bin, hafta sonu 12 bini buluyor. Giyim, gıda, tuvalet kağıdı aklınıza ne gelirse alıyorlar. Artık hafta sonlarını da Edirne’de geçirmeye başladılar. Otellerde yer yok. Köfteciler, ciğerciler hep dolu. Kişi başı 400-500 euro harcayıp, şehrimize ve ülke ekonomisine ciddi döviz bırakıyorlar” diyor. Yani, her hafta yaklaşık 10 milyon euro giriyor Edirne’ye. Dolayısıyla Edirneli esnafın da yüzü gülüyor. Zira Edirneli artık iki alırken bir alıyor. Komşuların en fazla alışveriş yaptığı yer cuma günleri kurulan ve 'sosyete pazarı' olarak bilinen Ulus Pazarı... Ulus Pazarı Esnaf Kooperatifi Başkanı Bülent Reisoğlu, “Son haftalarda yoğunluk arttı. Sebep malum, TL değer kaybetti. Eskiden 10 levaya bir eşofman alan Bulgarlar, şimdi 5 eşofman alıyor. Buraya gelen Bulgar ve Yunanlar sayesinde Edirne’de ticaret şenlendi” diyor.  

Edirne Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Recep Zıpkınkurt
Edirne Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Recep Zıpkınkurt

Her taraf Bulgarca tabelalarla dolu

Biz de başta Ulus Pazarı, Edirne’de Bulgar ve Yunanların alışveriş çılgınlığına tanık olmak için atladık arabaya... 2.5 saat sonra şehrin girişinde bizi koskoca Bulgarca bir reklam panosu karşıladı. Kiril alfabesi olduğu için öyle bakıyorum, ama bir şey anlamıyorum. Bir anladığım Meriç House diye bir firmanın reklamı olduğu, gerisi meçhul.  Oto tamircileri şehrin girişinde olur ya, onların önünden geçerken bakıyorum tek Türk plakalı araç yok, hepsi Bulgar. İki tane Şok Market görüyorum yol boyu, sonra bir de BİM, önünde yine Bulgar plakalı arabalar... Selimiye Camii’nin yakınında bir otoparka giriyoruz, 35 araçlık bir otopark, hemen yanında da bir 50 araçlık. Dört arabadan üçü Bulgarların... Daha arabamızı yeni park ettik, tam otoparkçıyla muhabbet etmeye başlarken iki Bulgar plakalı araba daha giriyor otoparka. Otoparkçı Şendoğan Derebeyi, “Önceden sabah gelirlerdi. Paraları TL karşısında hızla değerlenince, geceden gelip otelde kalmaya başladılar. Hem tatil hem de alışveriş yapıyorlar artık” diyor. 

Benzin de alıyorlar, baklava da...

Bizden sonra gelen Bulgar plakalı otomobillerden birine yanaşıyorum. Bulgarcam yok tabii, İngilizcem de Tarzanca kadar... Bir şansımı deneyip “Merhaba” diyorum, cevap “Merhaba” kırık bir Türkçe ile ama dilimizi öyle böyle biliyor. Başlıyoruz sohbete... 19 yaşındaki Alev Ömerova, soydaş anlayacağınız. Nişanlısı Maryan Dikof ile Slevan’dan gelmişler. “Ne almaya geldiniz?” diye soruyorum, başlıyor saymaya, “Nafta, tatlı, baklava... Sonra da pazara gideceğiz” diyor. “Nafta neydi ki?” diye düşünürken ben, foto muhabiri arkadaşım Ferhat Zupceviç, “Benzin” diye giriyor araya... Bulgaristan’da benzinin litresi 2.40 levaymış, Türkiye’den aldıklarında 1.40 levaya geliyormuş. Bu çift hızlı alışverişe gelmiş, beş saat kalıp, alışveriş yapıp üzerine bir de ciğer tava yiyip döneceklermiş. Alev hayatından memnun, “Dolar çok arttı, bize çok ucuz geliyor artık Türkiye” diyor.

Eskiden bir alan şimdi üç alıyor

İstiklal Caddesi’ne benzer, trafiğe kapalı Saraçlar Caddesi’nden pazara doğru yürüyoruz. Sağımız solumuz, elleri poşetlerle dolu Bulgar ve biraz da Yunan ile kaynıyor. Bulgarları tanımak kolay, yandan çizgili eşofman giyiyorlar, hemen hepsi iri kıyım, erkeği de kadını da... Yunanlar bize daha çok benziyor, esmer, siyah saçlı, kara kaşlı kara gözlü... Bir fark var, onlar gülüyor, bizde gülecek hal pek kalmadı. Ulus Pazarı’nın girişindeyiz. Kapısında Edirne Ulus Pazarı yazıyor, altında Türk, İngiliz, Yunan ve Bulgar bayrakları var. Dört dilde ‘Her Cuma’ yazıyor. Ulus Pazarı’nın hemen sol tarafında da sebze-meyve pazarı kuruluyor. Yani Bulgarlar hem giyim-kuşam hem yiyecek alışverişini bir arada yapabiliyor.  Pazarın girişinde, alışverişini yapmış ayakta bir şeyler atıştıran bir Bulgar aileye yaklaşıyorum. 42 yaşındaki Zlatina Koyçeva, konuşmaya istekli değil, ama yine de kırmıyor bizi. “Varna’dan geldik. Tam 300 km yol yaptık. Bugün çanta, kazak, mont aldık. 150 leva tuttu. Bir leva 7 lira. Demek ki sadece pazarda 1.050 lira harcamışız. Dört senedir geliyoruz... Burası çok hesaplı” diyor. Yorulmuşlar belli ki, kocası ve oğlu sürekli Zlatina’ya ‘hadi uzatma’ der gibi bakıyor. Kısa kesiyoruz. Pazarın içine dalıyoruz.  

Bulgarca anonsu duyunca şaşırıyorum

Bir tezgahın önü ana baba günü adeta... Marka montlar 100 TL. Ufak tefek defoları var... Tam tezgahın başında satış yapan Banu Akçay ile sohbete başlarken Bulgarca bir anons başlıyor. Şaşkın bakıyorum, Banu Hanım “Yanlış yere park edenlerin arabalarını çekmelerini istiyorlar. Birazdan Yunanca bir anons da duyarsınız. Çoğunlukla alışveriş yaparken birbirlerini kaybediyorlar, bu anonslarla buluyorlar. Birkaç yıldır pazarda böyle bir hizmet var” diyor.  Peki işler nasıl? Banu Hanım memnun, gülümseyerek anlatıyor, “Biz tezgahı geceden kuruyoruz ve tezgahın başında uyuyoruz. Bazen sabahın köründe uyandırıp satış yapmamızı isteyenler oluyor. Aslında size çok görünmüş olabilir ama bu hafta çok turist yok. Bulgaristan’da önceki hafta seçimler vardı, öncelikle onun etkisi. Bir de geçen hafta sınır kapılarında çok kuyruk oldu, insanlar sıkıntı çekti. Ve tabii hava da çok soğuk bugün.” Soğuk Banu Hanım’a yaramış ama... Montlar kapış kapış gidiyor. Tezgahın başında sadece Bulgarlar yok, bu pahalılıkta 100 TL’ye mont olunca Edirneliler de birikmiş. Banu Hanım, “Bizimkilere de uygun bu fiyatlar, ama tabii Bulgarlara bedava. Eskiden bir alıyorlarsa şimdi üç alıyorlar” diyor. 

Simge ve Mustafa Akyüz
Simge ve Mustafa Akyüz

Yunanlar alırken Türkler eli boş dönüyor

Tezgah başında bizden genç bir çifte yanaşıp, soruyorum, “Bulgar ve Yunanlar çok rahat alışveriş yapıyor. Peki ya siz?” 28 yaşındaki Simge Akyüz, “Geçen hafta kendime buradan bir mont aldım. Şimdi eşim Mustafa için bakıyoruz. LC Waikiki’de bir kazak, bir tişört bu fiyata. Ama yine de düşünüyoruz” diyor. Yazılımcı olan eşi Mustafa Akyüz, “Açıkçası Bulgarları bu kadar rahat alışveriş yaparken görünce, ülkem adına çok üzülüyorum. Bulgarlar için tam bir alışveriş cenneti olduk. Edirne’nin ekonomisini de canlandırıyorlar ama, biz fakirleştik. Eşimle birlikte konservemizi, suyumuzu alıp arabamızla Bulgaristan, Yunanistan, İtalya gezmiştik. Yine gitmek istiyorduk ama artık hayal oldu, hatta artık imkansız” diyor.      Yan tezgahtaki pazarcı bağırıyor, “Bedava... Bedava... Bulgar’a da, Türk’e de bedava!”... Yanaşıyorum, “Kazaklar kaç lira?” diye soruyorum, 10 TL ve bildik ünlü markaların kazaklarıymış. “Siz beni işletiyor musunuz?” diyorum tezgah başındaki 48 yaşındaki İsa Güven’e. “Vallahi 10 TL” diyor. Bakıyorum, marka, hafif defoları var sadece. Kendimi zor tutuyorum, kadınların elinden kazakları kapmamak için! “Bulgarlar kaçar kaçar alıyor?” diye soruyorum, “En az 10 tane alıyorlar. Türkler de alıyor ama” diyor.  Sohbete dalıyoruz, İsa Bey 12 yıldır bu pazarda tezgah açıyormuş. “12 yıl önce leva paramızın üçte biri değerdeydi, şimdi ise 7-8 katı. Ben Karadenizliyim, Gürcistan’a gider alışveriş yapardım daha ucuz diye. Şimdi Bulgar’dan daha yoksuluz, Gürcistan’dan alışveriş yapmak da mazide kaldı” diye dert yanıyor. 

Sadece üst baş değil dolar da alıyorlar

Biz dertleşirken, genç bir adam geliyor yanımıza... Hilmi Aşık, toptan stor perde alıp, Bulgaristan Plovdiv’deki pazarda satıyormuş. “Altı yıldır gelip gidiyorum. Aklınıza gelecek her şeyi Türkiye’den alabiliyorum. Çünkü Türkiye üretici ülke. Bizde ise üretim yok, biz AB’de olduğumuz için avantajlıyız” diyor.  Tüm Bulgar ve Yunanlarda olduğu gibi onun da elinde bir hesap makinesi var, birlikte asgari ücreti hesaplıyoruz. “Bizde asgari ücret 650 leva, şu anda 1 leva 7 lira, demek ki 4 bin 550 lira. Yani 379 dolar, sizinki ise 235 dolar. Bir leva bozdurduk mu 7-8 lira alıyoruz. Geçen haftaya göre 1-2 lira oynadı. Bizim ülkemizde dolar sabit kur, o sebeple buradan dolar alıyorum, sonra bozdurmak üzere” derken cebinden birer tomar dolar ve euro çıkarıyor. Sohbet biterken, arkadaşı Melih Yordanov geliyor, iki çocuğuyla beraber, “Hadi ağabey cumaya geç kalıyoruz” diyor.  Melih Bey’le de ayaküstü sohbet ediyoruz. O da Edirne’den mal alıp, Plovdiv’de satıyor, “Buradan 10 liraya aldığım kazağı, bizim orada 15-20 liraya satıyorum. Yine de kar ediyorum elhamdülillah” diyor. Eşi, iki çocuğu ve annesiyle bir gün önceden gelip otelde konaklamışlar, “500 lira ödedik, çok ucuz” diyor. Tüm ısrarlarıma rağmen ikisi de fotoğraf çektirmek istemiyorlar ve camiye koşturuyorlar. 

Elena Drakuli, Mesut Çitil ve Stella Fotumi
Elena Drakuli, Mesut Çitil ve Stella Fotumi

"Toprağa adam diksen adam çıkar ama..."

Bu arada bize kulak misafiri olan tezgah başındaki İsa Bey, “Türkiye gerçekten büyük ülke, üretici ülke... Onlar ülkelerinde mal bulamadıkları için buraya geliyorlar. Topraklarımız verimli, adam diksen adam çıkar. Ama bakmayın işte, tüm bu imkanlara rağmen ne günlere geldik” diyerek hayıflanıyor.  Biraz ileride halı, kilim satan bir pazarcı var. Şimdilik boş önü... Rahat konuşuruz diye yanaşıp, “Bulgarlarla işler nasıl?” diye soruyorum, cevabı “Aman bana sormayın, ben söyleşi yüzünden ifade vermiş adamım. Olumsuz söylediğiniz her şey siyaset sayılır oldu bu ülkede” oluyor ama devam ediyor; “Bu hafta pazarda Türk yok gibi... Olan da sadece bakıyor, fiyat sorup gidiyor. Bulgarlar ise ne bulursa alıyor. Hem de üçer beşer... Bizim insanımız Bulgarları seyrediyor, özellikle de bu son hafta durum böyle. Özeniyor ama evine eli boş gidiyor. İnsanın içi cız ediyor.”

Ciğer yemeden dönmek olmaz!

Kendilerine eşofman bakan üç Yunan kadın gözüme çarpıyor. Üçünün de pazar çekçekleri tıka basa dolu. Eskiden üç haftada bir gelirlermiş Kavala’dan, şimdi her hafta... 43 yaşındaki kuaför Elena Drakuli, “Çünkü lira çok düştü. Euro 10 liraydı, şimdi 14 lira... 200 euro harcıyorum her geldiğimde... Ne ihtiyacım varsa alıyorum. Arkadaşlarla öğlen geldik, 250 kilometre yol, akşama döneceğiz” diyor. Belli ki iştahlı biri, çok güzel ama hafiften tombulca... “Ciğer yemeden mi gideceksiniz?” diye takılıyorum, kahkahayı patlatıyor... Türkçe “Oooo, ciğer, köfte, döner... Çok lezzetli, hiç yemeden gider miyiz” diyor. Eşofmanları karıştırmaya devam ediyor...

Ayşe ve Yusuf Kabaklarlı
Ayşe ve Yusuf Kabaklarlı

“Bulgar ve Yunanlar olmasa Edirne aç kalır”

Asıl mesleği makine mühendisliği olan tezgah sahibi Mesut Çitil söze giriyor, “Altı yıldır pazarcılık yapıyorum. Tabii gelirler, Yunanistan’da o bildik marka kepek şampuanının fiyatı 12 euroymuş. Burada o paraya 7-8 tane alabiliyorlarmış” diyor. Bu hafta biraz sakinmiş işler, ama genelde iyi... Mesut Bey, “Geçen sene 40 liraya sattığım eşofman, bugün 90 lira... Türk’e kaça satıyorsak Bulgar’a da aynı fiyata satıyoruz, esnaf ahlakı bunu gerektirir. Ama artık bizim vatandaş alamıyor. Nasıl alsınlar? Asgari ücret yılın başında 384 dolardı, 235 dolara düştü. Açık konuşayım, eğer Bulgarlar ve Yunanlar olmasa Edirne’de herkes aç kalır” diyor.  Arkadaşı jeofizik mühendisi Volkan Balcı ile birlikte açıyorlarmış tezgahı. Volkan Bey’e “Eskiden pazarlarda esnaf çığırtkanlık yapardı, şimdi ses seda yok. Niye böyle?” diye soruyorum. “Çok doğru bir tespit. Nasıl bağıralım “Gel vatandaş, gel!” diye, bırakın onu biz fiyat söylemeye bile utanıyoruz. Hanımefendi, bir hesap yaptım, üç kişilik bir aile, her öğünü bir simit, bir çayla geçirseler, ayda bin 500 lira yapıyor. Şimdi ben ‘Gel gel, eşofman 90 TL’ nasıl diyeyim?” diye bana soruyor. Cevap Mesut Bey’den geliyor. “Onları rencide etmek istemiyoruz hanımefendi. Kazancın da bir jargonu var. Bir yumurta olmuş bir buçuk lira... Millet ancak boğazını düşünebiliyor. Çok acı ama Allah Yunan’ı, Bulgar’ı başımızdan eksik etmesin.” Üzgün gülümsüyor. 

"İyi ki Bulgarlar var, yoksa bu çark dönmez!"

Az ileride halı, kilim, battaniye satan bir çift de aynı fikirde. “Sabahtan beri 3 bin liralık satış yaptık. Sadece 500 lirası bizim vatandaşa, gerisi Bulgarlara, Yunanlara” diyor Ayşe Kabaklarlı. Eşi Yusuf Bey devam ediyor: “Allah onları başımızdan eksik etmesin. Paraları güçlü. Keşke bizim de paramız güçlü olsa… Ama Türkiye bu saltanatı bitirmedikçe TL değerlenmez. İyi ki Bulgarlar, Yunanlar var. Yoksa bu çark dönmez. Hesap ortada işte. Tezgaha 250 lira kira, yanımda çalışan adama 200 lira, mazota 250 lira veriyorum. 100 lira da yiyoruz. Etti, 800 lira. Bulgar, Yunan olmasa nasıl para kazanacağım?” 

Barış Özden
Barış Özden

“Çantayı bizden 15 liraya alıp 70 liraya satıyorlar!”

Renk renk çanta dolu bir tezgahın başındayız. Etikette 15 TL yazıyor. İnanamıyorum. Tezgahın başındaki 38 yaşındaki Barış Özden’e “Bu fiyata satıp ne kazanıyorsunuz?” diye soruyorum. Sıkıntılı cevaplıyor: “Tek derdim elimdeki stok bitsin. Yoksa sermayesini bile kurtarmıyor, kazanç yok. Bugün sadece 50 çanta sattım. Hepsi kar olsa 750 lira eder. Sadece tezgah için 350 lira kira ödedim... Nasıl kazanacağım? Beni en çok üzen şey de paramızın değer kaybetmesi. Şu anda milletin gündemi, yağ, un, şeker... Vatandaş 15 TL de olsa bir çanta alamıyor. Nasıl alsın? Yarın ne olacak belli değil. Satışımızın ancak yüzde 15’ini kendi vatandaşımıza yapabiliyoruz.”  O böyle dertli anlatırken tezgah kalabalıklaşıyor, gelenlerin çoğu Bulgar. Barış Bey, “Benden çantayı 15 TL’ye alıyor, gidip 10 levaya, yani 70 TL’ye satıyorlar... Bulgar olmasa bu pazar kurulmaz” diyor.

Fotoğraf: Sevcan Elmacı
Fotoğraf: Sevcan Elmacı

007 tezgah başında!

Rengarenk kumaşlarla dolu bir tezgahın önündeyim. Bulgarca bir sürü etiket var. Tezgahın başındaki yaşlıca beye soruyorum “Ne yazıyor?” diye... ‘Hazır perde satılır’, ‘Kadın kumaşı bulunur’ ve daha pek çok şey... Önce Bulgarcasını söyleyip, sonra çeviriyor. Adını soruyorum, söylemek istemiyor. “Versem de sahte olur. Ben yıllarca istihbarat teşkilatında çalıştım. 1964’te, ilk görevimde mücahit olarak Kıbrıs’a gittim” diyor... Sebep gizlilik yani. “Biraz önce yan tezgahtakiler, ‘Allah başımızdan Yunan’ı, Bulgar’ı eksik etmesin’ dediler. Siz de der misiniz böyle?” diye soruyorum. Canı sıkkın, “Allah kendi ayaklarımız üzerinde durmamızı nasip etsin. Ben ülkemin insanının başka bir ülkenin insanının desteğiyle ayakta kalmasını görmek istemiyorum. Gördükçe çok canım sıkılıyor” diyor. Bakıyorum, Bulgarcayı Bulgarlar gibi konuşuyor müşterileriyle... Merak ediyorum, “Nereden bu Bulgarca?” diye soruyorum, cevap casus filmlerini aratmıyor: “Komünist sistem yıkılmadan önce CIA adına istihbaratçı olarak Demir Perde ülkelerine giderdim. Meslek icabı bilmek gerekiyordu.” Bu arada tezgahta habire kumaş kestiren, 45 yaşındaki terzi Kremena Dimitrova ile sohbete başlıyoruz. 2.5 saat uzaklıktaki Stara Zagora’dan gelmiş Dimitrova. Türkçesi ile Eski Zağra’dan... İki yıldır geliyormuş bu pazara. “Eskiden daha ucuzdu. Ama şimdi de bize ucuz geliyor. Hem çok çeşit var” diyor. Cep telefonunu çıkarıp bana tasarımlarını göstermeye başlıyor, hepsi bu tezgahtaki kumaşlardan dikilmiş elbiseler...  Biz böyle elbiseler üzerine sohbeti koyulaştırırken, kocası geliyor. Elleri kolları poşetle dolu, bir de eşinin metrelerce kumaş aldığını görünce, suratı hafif değişiyor. Bir şeyler diyor, ne gerek vardı gibilerden sanırım, Dimitrova hızlıca parayı ödüyor ve vedalaşıyoruz. 

Bekircan ve Nelin Reyhan Ercan
Bekircan ve Nelin Reyhan Ercan

Bulgarlar da fiyatların artmasından şikayetçi

Neşeli genç bir çift geçiyor yanımızdan. Ben Bulgarlarla  Tarzanca konuşmaktan yoruldum, şansa soydaş çıkıyorlar. Bekircan ve eşi Nelin Reyhan Ercan, 300 kilometrelik yoldan, Şumnu’dan gelmişler bir gün önce, geceyi otelde geçirmişler. Bekir alüminyum fabrikasında işçi, “Bakmayın maaşlar bizim orada da kötü, ama buraya döndürünce iyi oluyor” diyor. Eşi biraz şikayetçi ama, “4 yıldır geliyoruz. Fiyatlar son günlerde çok arttı” diye ekliyor. Yine de her gelişte 300-400 leva, yani 2 bin 500 lira civarı harcıyorlarmış...

“Batan geminin malları bunlar!”

Hayli kalabalık bir tezgahın önünde orta yaşlı bir çiftin konuşmalarına şahit oluyorum. Erkek, 30 liraya satılan kazakları ikişer, üçer alan Bulgarlara söyleniyor: “Gel vatandaş gel, batan geminin malları bunlar!” Yanaşıyorum, “Bulgarlar, Yunanlar bayağı rahat alışveriş yapıyor değil mi?” diye söze giriyorum. Cevap vermek istemiyor, adımlarını hızlandırıyor. Kadın “Sanki bedava veriyorlar, baksanıza kapış kapış alıyor Bulgarlar” diyor. Ama sonra eklemeden edemiyor: “Yanlış anlamayın, gelsinler tabii. Edirne için, ülkemiz için iyi.”  Ne diyebilirim, Türkiye’nin yoksullaşması, yoksul komşunun birazcık rahatlamasını sağlamış. Yoksa Bulgaristan’da da ekonomi ahım şahım değil. Ama en azından kur farkıyla durumu idare ediyorlar. Bizimkiler de yutkunarak onları izlemek zorunda kalıyorlar!  

Kağan Yiğit
Kağan Yiğit

Edirne'de günün özeti

Saat geç oldu, son bir tezgahı da ziyaret edip çıkacağız artık. Bulgarca etiket olan bir eşofman tezgahının önündeyiz. Tezgahta yine üniversite mezunu bir genç duruyor, 22 yaşında Kağan Yiğit, Biruni Üniversitesi Medikal Görüntüleme Teknikleri mezunu. “İşler nasıl? Türkler de alışveriş yapıyor mu?” diye giriyorum sohbete, “Yok hanımefendi, ne yazık ki bizimkiler bakıp bakıp gidiyor. Bugün sadece Bulgarlara satış yaptım. Ben de olsam bu ne olacağı belirsiz günlerde 30 lira eşofmana vermem. Parayı tutmak, fuzuli hiçbir şeye harcamamak lazım. Maalesef yarın ne olacağımız belli değil” diyor üzüntüyle...  Tezgahta 30 liralık eşofmanlar var, askılardaki eşofman takımları ise daha kaliteli ve 200 lira... O takım eşofmanları gösterip, “Bulgarlar gelip üç-dört takım alıyor, hiç pazarlık bile yapmadan” diyor. “E ne güzel işte, esnafın tam istediği müşteri” deyiveriyorum, beni utandırıyor. “Öyle demeyin hanımefendi, benim insanım alamıyor ki! Gelip soruyorlar, ben ‘200 lira” deyince, başlarını önlerine eğip gidiyorlar. Emin olun içi sızlıyor insanın...” Ulus Pazarı’nda günün özeti bu... Esnaf Bulgarlar sayesinde ayakta duruyor ama vatandaşların halini görünce sevinçleri kursaklarında kalıyor. Bir de yarın ne olacağını bilememenin tedirginliği var. Her hafta başka bir fiyata mal alıyorlar, bir sonraki hafta eldeki para mal almaya yetecek mi o da meçhul!

"Tüm çarşıyı aldık galiba"

Trakya Üniversitesi’nde öğrenim gören iki Arnavut genç kız... Elleri Bambi, H&M, DeFacto, LC Waikiki poşetleriyle dolu, neşeliler... Donika Ümeray ve Paula Sotiri, “Türkiye bizim için alışveriş cenneti gibi oldu. Fiyatlar mükemmel. Çarşıyı aldık!” diyor. Bunları kendileri için almışlar, bir de akrabalarından gelen siparişleri alacaklar. Sudan ucuza Arnavutluk’a gönderecekler.  

“500 euro harca harca bitmiyor”

Edirne’nin en işlek caddesi Saraçlar’da dolaşıyoruz. Elleri kolları poşetlerle dolu dört kişilik bir aileye rastlıyoruz... Haskova’dan Nihat Angelov, ailesiyle beraber her hafta geliyormuş Edirne’ye. “İki haftadır öyle düştü ki Türk Lirası, 500 euro bozduruyoruz, harca harca bitiremiyoruz” diyor. Sonra üzerindeki spor yağmurluğu gösteriyor, “Bunu 10 euroya aldım, bizim paramızla 20 leva ediyor. Bu kalitede bir yağmurluğu ben Bulgaristan’da elleyemem bile, en iyi ihtimalle 40-50 eurodur” diye devam ediyor.  Eşi Anita Angelova ellerindeki poşetleri açıp gösteriyor: “Oğluma, kızıma spor ayakkabı, eşofman, kendime iki elbise aldım...” Nihat Bey giriyor söze hemen; “Sadece bunlar değil. Araba da ful doldu. Aldıklarımızı sürekli arabaya götürüyoruz.” 

“Bizimkiler BİM’deki rafları boşalttılar”

“Bugün çok Bulgar yokmuş, öyle mi?” diye soruyorum Nihat Bey’e, “Gümrük kapısında Sırbistan’dan, Polonya’dan bile gelen vardı. Bizim Haskova, Plovdiv zaten burada. Gidin bakın BİM’e, cuma indirimi yapmışlar, raflarda hiçbir şey kalmamış. Bizimkiler sadece kıyafet almıyorlar, market alışverişini de Edirne’den yapıyorlar” diye cevaplıyor. Ve ekliyor; “Tabii bizim için sevindirici bir durum ama sizler için kötü”... Bu kadar mal Bulgar gümrüğünde dert olmuyor mu? Oluyormuş, ama bizim aşina olduğumuz şekilde işi hallediyorlarmış! 

Fotoğraflar: Ferhat Zupceviç