22 Aralık 2024, Pazar Gazete Oksijen
Haber Giriş: 20.04.2023 22:31 | Son Güncelleme: 21.04.2023 09:27

Prof. Dr. Selçuk Şirin ve Prof. Dr. Yankı Yazgan'ın raporu: Deprem Travması: Çocuklarımız için neler yapabiliriz?

Prof. Dr. Selçuk Şirin ve Prof. Dr. Yankı Yazgan 'Deprem Travması: Çocuklarımız için neler yapabiliriz?' raporunda bilimsel veriler ışığında evde aileye, okulda öğretmenlere, sivil toplum kuruluşlarına, kamuya ve medyaya düşen görevleri somut olarak tarif etti:
Prof. Dr. Selçuk Şirin ve Prof. Dr. Yankı Yazgan'ın raporu: Deprem Travması: Çocuklarımız için neler yapabiliriz?

Şubat 2023’te ülkemizi sarsan depremler ve sonrasında yaşananlar hepimizi derin bir yasa soktu. Bir tarafta on binlerce can kaybıyla yerini yurdunu kaybetmiş 13 milyon deprem mağduru, diğer tarafta başta İstanbul olmak üzere olası bir deprem korkusuyla yaşayan on milyonlar. Geçmiş depremin açtığı yaralar sarılmadan yeni bir depremin yıkıcı korkusunu yaşadığımız bu günlerde hepimiz zorlansak da bu dönemi en güç atlatacak grup kuşkusuz çocuklarımız.

Bizden daha zor atlatacaklar

Biz yetişkinlerin anlamakta ve kabul etmekte güçlük çektiği bu doğal felaketi, çocuklarımız elbette bizden daha zor atlatacak. Üzerinde durduğumuz toprağa olan güvenimizin sarsıldığı bu dönemde hem yaşadığımız travmanın boyutunu anlamak hem de çocuklarımıza daha etkin bir şekilde destek olmak için bu makaleyi ortak bir şekilde kaleme alıyoruz. Amacımız, bu zor dönemde her çocuğun yeniden kendi potansiyelini ortaya çıkartabilmesine giden yolu hep birlikte bulmak.

Her 5 çocuktan 1’i depremden doğrudan etkilendi

Karşı karşıya kaldığımız sorununun boyutlarını tespit etmek adına önce hızlıca rakamlara bakalım. Şubat depremlerinin birinci derecede sarstığı bölge şimdiye kadar yaşadığımız diğer doğal felaketlerin çok ötesinde bir coğrafi alanı kapsıyor. Toplam 11 ilde yaşayan 13,5 milyon insanı doğrudan etkileyen depremlerde şimdiye kadar resmi verilere göre 50 binin üzerinde insanımız hayatını kaybetti. Deprem bölgesinde yaşayanlar toplam nüfusun yüzde 15,7’ini oluşturmakta iken toplam çocuk nüfusunun yüzde 20,6’sını oluşturmakta. Bir başka ifade ile ülkemizde yaşayan her 5 çocuktan 1’i depremden doğrudan etkilendi. Bölgedeki genç demografik yapı dikkate alındığında çocukların yaşı azaldıkça depreme mağdur kalan çocuk oranı da artmakta. Bu anlamda depremden doğrudan etkilenen okulöncesi çocuk sayısının ülkemizdeki çocuk sayısının neredeyse dörtte birine yakın geleceğini varsaymak abartı olmayacak.

Türkiye’deki tüm çocukları etkiledi

Depremden etkilenen bölgede okulöncesi yaş grubunda olan çocuk sayısının 2 milyonun üstünde olduğu düşünülmekte. Deprem elbette sadece doğrudan etkilediği bölgede yaşayan çocukları değil, tüm Türkiye’de yaşayan çocukları etkileyen bir travmadır. Bu boyutta devasa bir yıkımın yaratmış olduğu şok maalesef deprem sonrası kurtarma ve yardım faaliyetlerinin koordinasyonunda yaşanan aksaklıklar sonucu toplumun geri kalanında da derin bir öfke ve çaresizlik duygusuna yol açtı. Depremin kendisi kadar deprem sonrası yaşanan sorunların kendisi de başlı başına bir travma kaynağı oldu.

Deprem bir travmadır!

Her felaket gibi deprem de herkesi farklı şekillerde etkiliyor. Depremi doğrudan ve dolayı yaşayanlarda en sık görülen tepki post-travmatik stres bozukluğu (PTSD) ya da Türkçe söylersek travma sonrası stres bozukluğudur (TSSB). TSSB insanlarda aşırı derece korku, dehşet, çaresizlik duygularına yol açar ve bireylerin gündelik işlerini yerine getirmesini zorlaştırır. Deprem üzerine yapılan çalışmalar, deprem sonrası travmayı üç ayrı kategoride incelememiz gerektiğini gösteriyor.

A. Depremde bir yakınını kaybedenler
B. Depremde evini kaybedenler
C. Deprem korkusuyla yaşayanlar

Bu üç grup arasındaki tepkileri anlamak için elimizdeki temel kaynaklardan biri Dai ve arkadaşları (2016) tarafından gerçekleştirilen ve Türkiye dahil dünyanın pek çok ülkesinde 76 bin deprem mağdurundan toplanan verilerin sunulduğu kapsamlı bir meta-analiz. Bu çalışmaya göre depremde bir yakınını kaybedenlerle depremde evini kaybedenler arasındaki fark, tahmin edilenin çok altında kalıyor. Her iki gruba mensup kişiler deprem sonrasında ciddi ve benzer boyutlarda bir travma yaşıyor. Örneğin, depremin üzerinden 9 aydan fazla zaman geçtikten sonra bile depremi yaşayanların ortalama yüzde 20’si travma sonrası stres bozukluğu belirtileri gösteriyor. Bu oran bir yakınını kaybetmişler arasında yüzde 39.1’e, evini kaybetmiş olanlarda da yüzde 38.49’a çıkıyor. Depremde bir yakınını kaybedenlerin neredeyse tamamının aynı zamanda evini de kaybetmiş olduğu gerçeği bu iki grup arasındaki benzerliği açıklayan bir faktör olarak karşımıza çıkıyor.

Türkiye’de gerçekleşen daha önceki depremlerin ardından yapılan çalışmalar, yukarıda sıraladığımız verilerin yetersiz kalacağını gösteriyor. Van depreminden 6 ay sonra yapılan bir çalışmada depremi yaşamış insanların yüzde 41’i travma sonrası stres bozukluğu kriterlerinin hepsini göstermiş (Kadak et al., 2011). Şubat 2023 depremlerinin Van depremine göre daha fazla sayıda ölümle sonuçlandığını hesaba katarsak ülkemizde şu anda deprem yaşamış 13.5 milyon insanımızın en az yarısının TSSB yaşadığını varsayabiliriz. Şubat depremlerine en çok benzeyen depremlerden biri 1999’da yaşadığımız Büyük Marmara depremidir. O depremden tam 36 ay sonra yapılan bir araştırmada depremi yaşamış insanların yüzde 19’u depremden üç yıl sonra bile TSSB belirtileri gösterdiğini ifade etmiş (Emin et al., 2006).

Potansiyellerinden geri kalabilirler

Elimizdeki tüm veriler çocukların deprem karşısında yetişkinlere göre çok daha ağır ruhsal bedeller ödediğini gösteriyor. Sadece çocuklar üzerine yapılan başka bir meta-analize göre depremi yaşamış çocuklarda TSSB oranı yüzde 4 ile yüzde 67 arasında değişiyor ve bu oranların her biri kendi içinde yetişkinlerden daha yüksek (Tang ve ark., 2017). Aynı araştırmaya göre, aileden birini kaybetmiş çocuklar, enkaz altından kurtarılmış çocuklar ve deprem sırasında birinin ölümüne tanık olmuş çocuklar akranlarına göre çok daha derin travmalar yaşıyor. Benzer bir şekilde yaşı yüksek çocuklar ve eğitim seviyesi yüksek çocuklar diğer çocuklara göre daha fazla travma yaşıyor. Dolayısıyla, çocukların yetişkin desteği olmadan yaşadıkları bu travmayı atlatmaları zor olacaktır. Bir müdahale olmazsa sayıları milyonları bulacak olan çocuklar, travmanın yol açtığı hasarlar nedeniyle potansiyellerini gerçekleştirmekten geri kalacak ve pek çok vakada gördüğümüz gibi gelişim aşamalarında da gerilemeler görülebilecek. Bir başka ifadeyle, tuvalet terbiyesi almış çocuk tekrar altına ıslatmaya başlayacak, yetişkinlerden bağımsız hareket kabiliyeti kazanmış çocuklar ailesinin dizinin dibinde durmaya daha yatkın olacak, daha ileri yaşlardaki çocuklarda ise altını ıslatma, uykuda yürüme, panik atak ve kendine ve çevreye zarar verme davranışları artacaktır.

Depremin psikololojik etkisi yıllarca devam edecek!

Şubat 2023 depremlerinde resmi rakamlara göre 50 bin kişinin hayatını kaybettiğini biliyoruz ancak tahminler, bir yakınını kaybedenlerin sayısının Türkiye’deki geniş aile yapısı dikkate alındığında, akrabalarla birlikte, 1 milyonu aşacağını gösteriyor. Evini kaybedenlerin sayısı konusunda biraz daha net bir bilgiye ulaşmak mümkün. Deprem bölgelerinde Şubat 2023 itibariyle hasar tespit çalışması tamamlanan 105 bin 794 binadaki, 384 bin 545 bağımsız birimin acil yıkılması gereken, ağır hasarlı ve yıkık olduğu tespit edilmiş durumda. Nitekim, kaba bir hesap ile deprem sonrası yarım milyona yakın ailenin evsiz kaldığını söyleyebiliriz. Her ailede ortalama 4 kişi olduğunu varsayarsak, en az 2 milyon insanın evini kaybettiğini söyleyebiliriz.

Doğrudan depremi yaşamamış ancak gelecek bir deprem korkusu ile yaşayanların sayısı ise neredeyse ülke nüfusuyla eşit! Başta İstanbul olmak üzere, birkaç istisna dışında, ülkenin neredeyse tamamı deprem kuşağı üzerinde kurulu. Deprem nedeniyle yayınlarda yer alan uzmanlar günlerce halkı uyardı. Türkiye önümüzdeki yıllarda yüksek şiddetli depremlerle sarsılmaya devam edecek. Varolan konutların ne kadar riskli olduğu da aynı ekranlardan tekrarlandı. Son deprem sonrası arama kurtarma faaliyetlerinin büyük bir kaos içerisinde gerçekleştiği de herkesin şahit olduğu bir diğer gerçek. Hal böyle olunca şu an başta İstanbul’da yaşayanlar olmak üzere, tüm ülke yeni bir depreme hazırlıksız yakalanma korkusu yaşıyor. İnsanlar oturduğu evin güvenliğinden, evi sağlam kalsa da deprem sonrası yaşayacağı kentin güvenliğinden şüphe ediyor.

Depremin çocuklar üzerindeki etkisi

Afetler ve ruh sağlığından söz ederken, afetlerin ‘anormal’ bir durumu temsil ettiğini ve anormal bir duruma anormal tepkiler verilmesinin ‘normal’ olduğunu unutmamalıyız. Ruh sağlığı ile ilgili bu dönemde görülebilecek bozuklukların önemli bir bölümü bu anormal tepkilerin aşırı kaçması ile ilişkilidir. Önceden tanımlanmış ruhsal sorunları ya da nörogelişimsel bozuklukları olan çocuklar ve ergenler, değişik düzey ve tipte engelleri olanlar, afetin doğurduğu davranış değişikliklerini daha şiddetli biçimde yaşayabilirler. Bu aşırılaşmanın sınırlarını belirlerken, bireyin hayatın gereklerini yerine getirebilirliğinin (işlevsellik) ne kadar bozulduğuna göre destek ve müdahale biçimine karar verebiliriz.

Çocukların ruh sağlığı, deprem ve beraberinde gelen değişikliklerden farklı şekillerde etkilenir. Bu farklılığı ve değişkenliği neler etkiler? Kişinin yaşı, sosyoekonomik düzeyi ve daha önceden yaşanmış travmatik deneyimler, bireylerin travma karşısındaki tepkilerini belirler. Bu demografik faktörlere ek olarak, depremde can ve mal kaybı yaşanması, deprem anında ve sonrasında barınma, beslenme gibi temel gereksinimlerin karşılanmamış olması, birilerinin öldüğünü görmek, enkaz altında kalmak gibi yaşantılar (bir başka deyişle, risk etkenleri) bireysel tepkileri etkiler.

Farkındalığının arttırılması gerekiyor

Çocukların ruh sağlığı için yapılması planlanan herhangi iyileştirici girişimler, çocuğun hayatında yer alan ve etkisi olan yetişkinlerle, çocuğun sosyal ve ekolojik çevresini oluşturan kurumlar ve bunların kapsamındaki insan toplulukları hesaba katılarak gerçekleştirilmelidir. Travma yaşayan çocukların travma sonrasında kazanım elde etmeleri ve ruhsal olarak olgunlaşabilmelerini sağlayacak en önemli faktörler çocuğun çevresindeki kişiler ve etkenler olarak tanımlanmaktadır (Yılmaz / Ertekin, 2022). Afet sonrasında klinik düzeyde tanılanabilir olan çocukları saptamak amaçlı problem tarama çalışmaları ve tedavi girişimlerinin etkili olabilmesi için bu sosyal ve ekolojik çevrenin destekleyiciliği ve farkındalığının arttırılması gerekmektedir.

Örneğin, çocuğu ‘anlattırarak rahatlama’ya zorlayan ilk müdahalelerin, çocuğun psikolojik durumunu kötüleştirebileceğini bilen yetişkinler, bu tür ‘destek’lerden kaçınıp, çocuğun kendini güvende hissettirecek davranışları da akıl etmelidir. İlk dönemde kötü durumda gözükmeyen, hatta hiç semptomu olmayan çocukların zaman (ay, yıl) içerisinde sorun yaşamaya başlaması mümkündür (Liang, Cheng, Zhou, Liu, 2019). Bu nedenle monitorizasyon diyebileceğimiz ‘aktif gözleme’ ortamları (çocukların gözlemlendiği alanlar) ve bilinçli yetişkinler (örneğin, okuldaki öğretmenler ve diğer yetişkinler) gelişimi destekleyici ve klinik durumun seyrini izleyici bir rol oynarlar.  Müdahale programlarında öncelikli hedef, çocuğun gelişimine engel olan semptomların artışını önlemek, önlenemezse gidermek ve bunu mümkün olduğunca erken yaparak çocuk gelişimin doğal akışını sağlamak, ruh sağlığı alanındaki yaklaşımın belkemiği olarak görülebilir.

Çocuklarımızı deprem travmasından korumak için neler yapabiliriz?

Türkiye’nin önümüzdeki dönemde gerek Şubat depremlerini yaşayan milyonların gerekse de deprem korkusuyla yaşayan on milyonların psikolojik sorunlarını anlamaya ve bu sorunları giderecek adımlar atmaya ihtiyacı var. Eğer çok yönlü bir müdahale planı geliştirilemez ise önümüzdeki yıllarda milyonlarca yurttaşımızın sağlıklı, mutlu ve başarılı hayatlar sürmesinin önüne engeller koymuş olacağız. Deprem elbette bir doğal felaket, o noktada elimizde müdale olanağı yok. Depremi engelleyemeyiz. Ancak deprem yaşamış olanların travmasını azaltabilir, deprem korkusuyla hayatları altüst olmuş insanlara bu korku ile başa çıkma noktasında destek olabiliriz. Tıpkı depremin kaç hayata mal olacağı bizim depreme dayanıklı binalar yapmamıza bağlı ise, deprem travma ve korkusunu aşmak da psikolojik dayanıklılığı yüksek bireyler yetiştirmemize bağlı. Bu amaç ile bir başlangıç olması umuduyla önceliği çocuklarımıza vermek üzere önümüzdeki dönemde hepimize iş düşüyor. Aşağıda sırasıyla evde ailelerin, okulda eğitimcilerin, şehirlerde belediyelerin ve tüm ülkede sivil toplum kuruluşlarının ilk elden yapması gerekenlerin altını çizdik. Bu travmayı kimse tek başına aşamayacak. Yaşadığımız toplumsal bir travma ve çözüm de toplumsal bir yaklaşımdan geçiyor. Hepimize sorumluluk düşüyor.

Aileler ne yapabilir?

Ebeveynlerin ‘normal’ zamanlarda çocuklar üzerindeki geliştirici etkileri, deprem gibi yıkımın ve kayıpların dev boyutlarda olduğu koşullarda zayıflar. Deprem felaketi yaşanan bölgelerde yaşayan ailelerin, çalışma ve geçinme imkanlarındaki sınırlılıklar, beslenme, barınma ve temizlik gibi temel ihtiyaçlarının bile tam karşılanamıyor olması, onların çocuklarına sağlıklı bir destek sunması önünde ciddi bir engel oluşturuyor. Bu risk faktörlerine ek olarak, kendileri de travmanın doğrudan stres etkileri beraber, yas ve ilişkili duyguları bir arada yaşayan anne ve babaların ebeveynlik görevlerine ket vurabiliyor. Bu nedenle tüm topluma düşen görev, en kısa zamanda depremden etkilenen ailelerin işlevselliklerini geri kazandırmaktır. Deprem bölgesindeki çocukların huzur ve esenliği oradaki ebevenlerin tek başına altından kalkabileceği bir iş değildir. Deprem bölgesindeki toplumsal dokunun yeniden yapılanması ve hasarların giderilmesi anne-babanın üzerindeki yükü taşınabilir hale getirebilir.


Deprem döneminde ortaya çıkan yapısal sorunlar özellikle ergen ve gençleri etkilemektedir. Bu deneyimin gençlerin davranışları üzerindeki etkilerini önümüzdeki yıllarda göreceğiz. Umutsuzluk, gözükaralık, hayatın anlamsız gelmesi gibi duygular bu dönemlerde yaygınlaşır. Bu değişimi göz önüne alarak neler yapabiliriz? Birbirine yardım etmek, sağlam arkadaşlık bağları kurup geliştirmek, kendinden küçük ve büyüklerle ilişki kurma, başkalarının ruhsal dünyasını anlamak ve gelecek günlerin hayalini kurmak gibi gençlere ve gençliğe has davranışların özellikle afet döneminde aileler ve diğer bütün kesimler tarafından desteklenmesi gerekmektedir.

Olağanüstü koşullarda, kayıpların yol açtığı yasın ağırlığı her birimizin üstüne çöktüğünde iyi işleyen kamusal mekanizmalar, toplumsal yardım ve dayanışma kurumları bu görevi üstlenir. Okullar ailelerin ilk yardımına gelen kurumların başında olmalıdır. Aynı şekilde gönüllü faaliyet yürüten gençlere, sivil toplum kuruluşlarına, belediyelere ve yerel yönetimlere deprem bölgesinde aileleriyle birlikte yaşayan çocuk ve gençlere yönelik, ailenin yükünü elinden alacak çözümler geliştirme sorumluluğu düşmektedir. Özellikle okulöncesi dönemde ve okula giden çocukların okul dışı zamanlarında başta çadır ve geçici barınma mekanlarında yaşamak zorunda kalan aileler için yaratıcı çözümler geliştirilmesi bir öncelik olmalıdır. Unutmayalım, zaten kendisi de travma yaşayan ebeveyinlerin, ciddi travmalar yaşayacak çocuklarına yardımcı olabilmeleri ancak onların temel ihtiyaçları giderildiğinde ve belli bir rutine dönüldüğünde tamamıyla mümkün olacaktır. O aşamaya geçişi hızlandıran adımlar atılırken, çocukların temel psikolojik ihtiyaçlarına zamanında müdahale edilmesi bu sürecin aşılması açısından çok önemlidir.

Okullar ne yapabilir?

Ebeveynlerin başlattığı ‘çocuk yetiştirme’ sürecinin sürdürüldüğü ana gelişim alanı okuldur. Özellikle ev ortamının zarar gördüğü afet döneminde, okul travma yaşayan çocuklar için rutine dönmenin ilk ve çoğu zaman tek olanağıdır. Okul yalnızca bilgi kazanılan yer değil aynı zamanda sosyal ve duygusal ihtiyaçların karşılandığı bir yerdir. Afet sonrasında gözlenebilecek aşırı tepkiler ve ruhsal sorunların klinik düzeye varıp varmadığını gözlemek için de okul ortamına ihtiyacımız var. Bu bağlamda, özellikle kriz dönemlerinde tüm kısıtlamalara rağmen okulların eksiksiz açılması ve devamının sağlanması, okulların çocuk ve ergenlerin ruh sağlığı ve toplumsal gelişimindeki rolünü oynamasına olanak verecektir.

Çocuklara ve ergenlere dönük koruyucu ruh sağlığı çalışmaları, okullar temel alınarak, psikolojik danışmanların gözetiminde ve öğretmenler tarafından standartlaştırılmış programlardan yararlanılarak yürütülebilir. 1999 depreminden sonra yaptığımız bir dizi çalışma ile öğretmenlerin ilgi ve desteğini aktiviteler çerçevesinde yapılandırarak, ‘okul iklimini' fiziksel ve duygusal olarak güvenli kılan bir program geliştirmiştik (Volmer, Laor, Yazgan, 2003). Bu çalışma için geliştirdiğimiz ‘iklim değişikliği’ modeliyle travma sonrası stres bozukluğu (PTSD/TSSB) gösteren çocukların oranını yüzde 30’dan yüzde 18’e inmişti. Sınıf rehberlik saatlerinde öğretmenler tarafından uygulanan ve psikolojik danışmanlar tarafından süpervize edilebilen bu ve benzeri programlar, afetin yol açtığı kayıpların ve sarsıntının ruhsal etkilerini ciddi oranda azaltacaktır. Benzer şekilde MEB’in geçtiğimiz yıllarda hazırlatmış olduğu psikososyal müdahale programının okullarda uygulanmasına başlanması önemli bir adımdır Bu tarz programların depremden etkilenen öğrenci, öğretmen ve okul personeli ile düzenli aralıklarla uygulanması için okul psikolojik danışmanlarının (PDR) süpervizyonu (öğretmenlerle birlikte yapılan haftalık değerlendirme ve kılavuzluk toplantıları) gereklidir. PDRlerin bu işlevi etkin bir şekilde yerine getirebilmesi için program geliştiriciler ya da deneyim ve yetkinliği yüksek kadrolar tarafından seminer şeklinde eğitim alması ve sürekli olarak desteklenmeleri gerekmektedir. Bu çalışmalar belli bir sistematik çerçeveden yoksun olarak gerçekleştirildiğinde gerçek anlamda bir yarar elde edilemez.

Kriz dönemlerinde öğretmenlerden temel görevlerinin yanı sıra ek görevler beklenmektedir. Öğretmenlerin önemli bir bölümü bu beklentileri üstlenmeyi kendi üstüne görev olarak görse de öğretmenlerin kendilerinin nasıl destekleneceği ve psikolojik kaynaklarını tüketmeden gelişimlerinin nasıl gerçekleşeceği temel bir sorudur. O nedenle özellikle kriz dönemlerinde, yardım sürecinin getirdiği ek yükü taşımak zorunda olan mesleklere yönelik ek destek programları geliştirilmelidir. Bıkkın, mesleklerine gereken maddi ve manevi değerin verilmediği kanaatinin yaygın olduğu özverili bir meslek grubu olan öğretmenler ve diğer çocuk odaklı çalışanların ihtiyaçlarına toplumun geleceği adına öncelik verilmelidir.

Sivil toplum kuruluşları ne yapabilir?

Deprem gibi çoklu ve kitlesel etkileri olan bir afet sonrasında özellikle resmi ve yarı-resmi büyük kuruluşların gözünden kaçabilecek, yereldeki gözlemlere dayalı sorunlara dönük yaklaşımlara odaklanmak gönüllüler tarafından kurulmuş olan sivil toplum kuruluşlarına (STK) düşmektedir. Varolan STKların kriz dönemlerinde ortaya çıkan özel ihtiyaç alanları için ilk aşamada eldeki birikimlerini deprem odaklı olarak yeniden tasarlayarak, kendi odaklarındaki amaçlar yanısıra afetin etkilerini ve zaman içindeki değişimini görerek daha yenilikçi hedeflere yönelik projeler geliştirilebilir. Özellikle afetler gibi ihtiyaçların aniden yoğun bir şekilde artış gösterdiği dönemlerde bilimsel ölçütlere uygun çalışma tasarımı zor olabilir. Çoğu ilk kez kriz döneminde ortaya çıkan tipteki problemlere hızlıca çözüm üretme dürtüsü ister istemez pek çok kişi ve kurumu yeterince sınanmamış uygulamalar, sosyal medya tıklamaları gibi ölçütlere, ‘ses getirmeye’ dönük işlerin cazibesine kapılmaya itebilir. Bu dürtülerden kaçınmak bireyler için zor olabilir ancak kurumların böyle bir bahanesi olamaz. O nedenle deprem ve sonrasındaki dönemde sahada çocuklar ve aileleri için çalışma yürüten STKların sorunlara çözüm üretme, proje tasarımı, finansmanı ve uygulaması gibi basamaklarda saydam, iş birliğine açık ve esnek yapılanmalar kurması gerekmektedir.

Özellikle kriz dönemlerinde sınırlı kaynakların en geniş kesimin temel ihtiyaçlarına ayrıldığı ve hem özel ihtiyaç alanlarının hem de özel ihtiyacı olan kesimlerin göz ardı edildiği gözlenmektedir. Örneğin okul öncesi çocukların, okulu terk etmiş gençlerin, sınav sürecinde olan gençlerin temel ihtiyaçları gözardı edilebilmektedir. Aynı şekilde çeşitli engellilik kategorileri (nörogelişimsel bozukluklar, körlük gibi), gelişim ortamları (anne-baba, okul gibi) ve toplumun farklı nedenlerle uzak durduğu sosyal kesimler (sığınmacı çocuklar, tek başına çocuk büyüten ebeveynler) için özel projeler geliştirebilir. Aynı şekilde ailesini kaybetmiş çocuklar için, evlat edinme ya da koruyucu aile olmak için başvuran ailelere özel destekleyici ve travma perspektifi taşıyan yaklaşımlara dayalı projelere yer vardır. Son olarak bu dönemde etik sınırların korunması ve varolan projelerin kamuoyu adına denetlenmesi görevi tıp ya da ruh sağlığı meslek örgütlerine düşmektedir. Her isteyenin travma terapisi vermesinin önüne ancak bu şekilde geçilebilecektir. Son olarak, özellikle yardım refleksinin afetten birkaç ay sonra zayıflaması, başka gündemlerin öne çıkması STK’ların gönüllü emeğiyle çalışmasını zorlaştıracağı hesaba katılmalı ve hedefi/odağı net ve sürdürülebilir projelere öncelik verilmelidir.

Kamu yöneticileri ne yapabilir?

Tek tek bireylerin ruh sağlığını iyileştirici, klinik nitelikteki müdahalelerin gerekliliği kaçınılmazdır. Ancak bu ihtiyacı hissedenlerin sayısının azalmasını sağlayabilecek toplumsal iklim nasıl olmalıdır? İyileşmenin toplum içinde gerçekleşmesi nasıl mümkün olur? Güven veren, dürüst, eşitlikçi, geribildirime açık, odaklı ve doğru bildiğinde tereddüt etmeyen yaklaşımların varlığı güvenli bir iklimi sağlar. Yöneticilere düşen görev bu iklimin sağlanması için irade ortaya koymak, inisiyatif almak ve tüm toplumsal paydaşları aynı masada özgür bir tartışma ortamında bir araya getirmektir.

Kitlesel afetlerin toplumsal etkileri, depremin yıkıcı ve sarsıcı etkisine göre değişerek kendini gösterir. Psikolojik düzeydeki etkilerin yanısıra toplumsal düzeyde birçok değişiklik olur: Mevcut liderlere güvenin azalmasıyla alternatif liderliklerin çıkması, suç sayılan eylemlerde artış, siyasi ya da kültürel aidiyetlerin silbaştan alınması gibi kargaşaya dönüşebilecek etkiler ortaya çıkar. Mevcut kaynaklar bir günde on binlerle katlanarak artan ihtiyaçlara yetişemediği için kriz çıkar.  Kriz anlarında yöneticilere düşen görev, bozulan bu dengeyi düzeltmek için yaratıcı ve esnek çözümler bulmaktır. “Normal” zamanda yapmayacakları işleri yapmaları gerektiğini erken idrak edebilen yöneticiler afet döneminin hızla artan, değişen ve çeşitlenen gereksinimlerini daha iyi karşılayabileceklerdir.

Kriz dönemlerinde yöneticilere düşen görev, yardım ve dayanışmayı teşvik ve organize etmek, varolan eşitsizliklerin kriz dönemlerinde artmasının önüne geçen adımları atmaktır. Bu anlamda, hem merkezi yönetime hem yerel yönetimlere gönüllülerin işlerini kolaylaştırıcı roller düşmektedir. Kamu kaynaklarının adil bir şekilde STKlar arasında dağıtılması, STKların şeffaf yönetim ilkelerine yaklaştırılması ve gerektiğinde STKlarla eşit koşullar altında iş birliği yapılması sorunların yerinde, liyakat içinde tespit ve çözüme kavuşutulmasını sağlayacaktır. Son olarak, Türkiye’de eğitim büyük ölçüde merkezi idarenin himayesinde yürütülmektedir. O nedenle çocukların deprem sonrası süreçteki iyi oluş hallerini sağlamanın en kritik halkası kamu yoneticilerinin temel travma eğitimine tabii tutulmasıdır. Travma yaşamış çocukların özel ihtiyaçlarına vakıf olan yöneticilerin ilk atacağı adım da doğal olarak travma yaşamış çocuklar için bir rutin oluşturmak olacaktır. Bu rutin okulçağı çocuklar için okulların bir an evvel açılmasıyla sağlanır.

Medya ne yapabilir?

Toplum ve tabii ki çocuklarımız deprem ve deprem korkusunu öncelikle medyadan aldıkları bilgiler üzerinden kurgular. Özellikle çocukların ayakta olduğu gündüz kuşağı programlarında çocukları gereğinden fazla korkutan yayınlardan mümkün olduğunca uzak durulmalıdır. Aynı şekilde, çocukların haber öznesi olduğu zamanlarda medyaya mahremiyet ilkesi nedeniyle ek sorumluluklar düşmektedir. Medya için geçerli olan bu kural her birimizin kullandığı sosyal medya mecraları için de geçerlidir. Yardım maksadıyla da olsa, çocukların resim ve videolarının izinsiz bir şekilde paylaşılması, çocukların mahremiyetlerini ihlal eden içeriklerin dolaşıma sokulması travma yaşamış genç insanların üzerinde ek bir yük oluşturmakta kimi durumlarda onların bir ömür boyu silemeyecekleri yaraların açılmasına yol açabilir. Burada sorumluluk ilk videoyu çekende, ilk fotoğrafı paylaşanda başlar ve sonraki her aşamada o içeriği yeniden paylaşan her bir birey ile devam eder.

Sonuç olarak, afetin yarattığı anormal durum çocukların ve yetişkinlerin ruhsal dünyasında anormal tepkiler yarattı; başka türlüsü olamazdı. Kitleleri etkileyen afetlerde ruh sağlığı hizmetleri bildiğimiz modellerin dışına çıkmak zorunda kalır. Örneğin, kamunun barınma, beslenme ve güvenlik görevlerini yerine getirmesini sağlamak ruh sağlığına dönük çalışmaların temel adımıdır. Ruh sağlığı hizmeti en çok ihtiyaç duyanlar için yapılan klinik çalışmanın çevresindeki halkaları da içermelidir. Birçok durumda anormal bir duruma normal reaksiyonlardan oluşan post-travmatik stres belirtileri toplumsal destek ve dayanışma ölçüsünde hafifler. Çocuk ve ergenlerin duygu ve davranış düzenleme kapasiteleri içinde oldukları bağlama göre değişkenlik gösterir. Bu çerçevede okulların ve çocukların diğer doğal yaşam alanlarının açılması en öncelikli gündelik rutindir. Çocukların hayatında birincil rol oynayan öğretmen ve ebeveynlerin psikolojik ilk yardım becerileri ile güçlendirilmesi, kendi ruh sağlıklarını korumalarına destek olunması çocuk ve gençler için de önleyici bir ruh sağlığı müdahalesidir. Afet sonrasındaki dönemde yalnız kalmamak, temel ihtiyaçların karşılanmış olması ve kayıpların azlığı yaşanan yas ve travmatik stresin ruhsal bozukluğa dönüşme riskini azaltır. Aileler, öğretmenle, STK’lar, kamu yöneticileri ve medyanın bu dönemdeki görevlerinin ortak paydası, çocukları, ergenleri ve gençleri yalnız, kimsesiz bırakmamak olacaktır.



Kaynakça
Dai, W., Chen, L., Lai, Z., Li, Y., Wang, J., & Liu, A. (2016). The incidence of post-traumatic stress disorder among survivors after earthquakes: A systematic review and meta-analysis. BMC psychiatry, 16, 188.

Kadak, M. T., Nasıroğlu, S., Boysan, M., & Aydın, A. (2013). Risk factors predicting posttraumatic stress reactions in adolescents after 2011 Van earthquake. Comprehensive psychiatry, 54(7), 982–990.
Liang, Y., Cheng, J., Zhou, Y., & Liu, Z. (2019). Trajectories of posttraumatic stress disorders among children after the Wenchuan earthquake: A four-year longitudinal study. European journal of psychotraumatology, 10(1), 1586266.

Tang, B., Deng, Q., Glik, D., Dong, J., & Zhang, L. (2017). A Meta-Analysis of Risk Factors for Post-Traumatic Stress Disorder (PTSD) in Adults and Children after Earthquakes. International journal of environmental research and public health, 14(12), 1537.

Turan N, D Yılmaz, K Ertekin (2022) The relationship between PTSD, postraumatic growth and rumination in adolescents after earthquake: a systematic review. J Child Adolesc Psych Nurs 35:267-276

Wolmer, Laor, Yazgan, Child Adolesc Psychiatric Clin N Am 12 (2003) 363-381
Yazgan, Y. (2023).