14 Mayıs 2025, Çarşamba Gazete Oksijen
Abone Ol Giriş yap
Haber Giriş: 19.05.2023 04:44 | Son Güncelleme: 19.05.2023 08:54

Samsun’a çıktığım gün...

1919 Mayıs’ının 19’uncu günü Samsun’a ayak basan Mustafa Kemal, kurtuluşa giden meşakkatli yolda atacağı adımların şifrelerini orada vermişti. 1926’da Gazi Günü adıyla yerel olarak kutlanmaya başlanan bu tarihi gün, 1935’te “Atatürk Günü” adıyla resmiyet kazandı
150 feet (45 metre) uzunluğundaki yük ve yolcu gemisi Bandırma.
150 feet (45 metre) uzunluğundaki yük ve yolcu gemisi Bandırma.
A+ Yazı Boyutunu Büyüt A- Yazı Boyutunu Küçült

İzzeddin Çalışlar

1919 senesi mayısının on dokuzuncu günü Samsun’a çıktım” cümlesiyle başlayan ve bir sunuş niteliğindeki giriş kısmı, aslında 19 Mayıs’ın yakın tarihteki önemini vurgulayan şifreler içeriyor. Öncelikle Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’nda yenildiğini açıklıyor ve “Müttefiklerimiz yenildiği için biz de yenik sayıldık” önermesine sığınmıyor. Osmanlı ordusunun her bakımdan zedelenmiş halde olduğunu, şartları ağır bir mütarekenin imzalandığını, ulusun da yorgun ve yoksul olduğunu belirtirken ülkeyi bu savaşa sokanların da kendi hayatlarının endişesiyle yurt dışına kaçmış olduklarını söylüyor.

Bu saptamadan Enver Paşa ve çevresindekileri kastettiği anlaşılıyor çünkü padişah henüz görevinin başında. Hemen ardından sözü Vahdettin’e getirerek kararsız ve sadece tahtını koruma peşinde olduğunu söylüyor. Sözü hükümete getirdiğinde de “Damat Ferit Paşa başkanlığındaki kabine aciz, haysiyetsiz, korkak, yalnız padişahın iradesine tâbi ve onunla beraber şahıslarını kurtarabilecek herhangi bir vaziyete razı” diyor.

İtilaf Devletleri’nin tavrına dair saptamaları ise şöyle: “Ordunun elinden silah ve cephanesi alınmış ve alınmakta. İtilaf Devletleri mütareke kararlarına uyma gereği görmüyor. Birer vesileyle donanma ve askerleri İstanbul’da; Adana’yı Fransızlar, Urfa, Maraş ve Antep’i İngilizler işgal etmiş, Antalya ve Konya’da İtalyan askeri kıtaları, Merzifon ve Samsun’da İngiliz askerleri bulunuyor. Her tarafta yabancı subay ve memurlarla özel görevliler faaliyet halinde.” Hemen ardından 19 Mayıs’tan dört gün önce Yunan ordusunun İzmir’e yaptığı çıkarmayı ve ülkenin her yanındaki gayrimüslimlerin farklı amaçlar güderek devletin bir an önce çökmesi için çalıştığını hatırlatıyor. Bu konuda özellikle adını andığı, İstanbul Rum Patrikhanesi’nde oluşan Mavri Mira heyetinin farklı şehirlerde çeteleşmeye gittiğini, Yunan Kızılhaç örgütünün de onlara destek olduğunu, Rum okullarındaki izci gruplarına yirmi yaşını aşkın gençler alınarak militanlaştırıldıklarını, Ermeni Patriği’nin de Mavri Mira’yla birlikte çalıştığını belirtiyor.

Değindiği diğer bir konu da Trabzon, Samsun ve Karadeniz sahillerinde oluşan, İstanbul’a bağlı Pontus Cemiyeti’nin ayrılıkçı çalışmalar içinde olması. Metinden durumun vahameti karşısında sadece kendisinin değil, her bölgede birçok yetkilinin dehşete düşmüş olduğu ve farklı çözüm çareleri düşünüldüğü anlaşılıyor: “Bu düşüncelerle yapılan girişimler birtakım oluşumlar doğurdu. Örneğin Edirne ve çevresindeki Trakya-Paşaeli Cemiyeti, doğuda ise Erzurum ve Elazığ’da merkezi İstanbul’da olan “Müdafa-i Milli Hukuk Cemiyeti oluşturulmuştu. Trabzon’da Muhafaza-i Hukuk adlı bir dernek olduğu gibi İstanbul’da Trabzon ve Havalisi Adem-i Merkeziyet Cemiyeti vardı. Bu cemiyet merkezinin gönderdiği üyeler Of ve Lazistan’da şubeler açmıştı. İzmir’in işgal edileceğine dair 13 Mayıs’tan beri belirtiler görülüyordu. Oradaki bazı genç vatanseverler, bu acılı durum hakkında fikir alışverişi yapıp Yunan işgalinin ilhak edilmeyle sonuçlanmasını engellemeyi kararlaştırmış, “reddi ilhak” ilkesini ortaya atmışlardı.”

1919 yılında Samsun iskelesini gösteren bu fotoğraf, aynı yıl bir kartpostal olarak basılıp kullanılmış. İskeledeki karşılama heyetinin kimi beklediği belli olmasa da İstanbul’dan gelen 9. Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa ve beraberindekiler için toplanmış olmaları da bir olasılık.

Sözünü ettiği diğer oluşumlar da dikkate alındığında aslında halk iradesine dayalı bir bağımsızlık hareketine hazırlanan gruplar olduğu, fakat merkezi bir yönetime ihtiyaç duyulduğu anlaşılıyor. Bu yüzden bölgesel faaliyetlerin topyekun bir kurtuluştan çok işgal kuvvetlerinin desteğiyle yerel kurtuluş çareleri arayışında olduğu dile getiriliyor. “Bu amaçla bazı yabancı yetkililerle temas kurup görüşmüşlerdi. Hedeflerinden birinin Trakya Cumhuriyeti kurmak olduğu anlaşılıyordu.”

Ulusal bağımsızlık peşinde değiller

Erzurum’daki oluşumun hedefleri de Türklük, Kürtlük ve Ermenilik konularını bilimsel ve tarihi bakımdan inceledikten sonra üç noktada toplanıyordu: Kesinlikle göç etmemek; hızla bilimsel, iktisadi ve dini örgütlenmeye gitmek; saldırıya uğrayabilecek doğu illerinin savunması için birleşmek. Cemiyet bu amaçla Le Pays (Ülke) adlı Fransızca bir gazete de yayımlıyordu. Atatürk bu bölgedeki temel sorunun doğu illerinin Ermenistan’a verilme ihtimali olduğunu söylüyor ve şöyle devam ediyor: “Doğu vilayetleri nüfusunda Ermenilerin çoğunluk olarak gösterilmesine ve konuya hukuk tarihi açısından bakılmasına çalışanlar, birtakım belgelerle dünya kamuoyunu Müslüman halkın Ermenileri katleden vahşiler olduğuna inandırmaya çalışıyor ve bu iftiranın hakikat olarak kabul edilebilme olasılığını hâkim kılıyorlardı. ... Karadeniz’e sahili olan bölgelerde de bir Rum Pontus hükümeti oluşturmasından korkuluyordu.

Müslüman halkı Rum boyunduruğu altında bırakmayıp, varlıklarını koruma amacıyla Trabzon’da da bazıları bir cemiyet kurmuştu. Bu cemiyet de herhalde merkezden ayrılma gayesi taşıyordu.” Nutuk’un ilk sayfalarında betimlenen Anadolu, aslında parçalanmakta olan bir imparatorluk ve onu oluşturan halklar arasında yaşanmakta olan bir iç savaşı resmediyordu. Diyarbakır, Bitlis ve Elazığ’daki Kürt Teali Cemiyeti’nin de hedefi bir Kürt devleti kurmaktı. Konya’da kurulmakta olan Teali İslam Cemiyeti ve İstanbul’daki İngiliz Muhipler Cemiyeti de kuşkusuz ulusal bağımsızlık peşinde değildi. Bu oluşumların önünde bir de fiili örnek bulunuyordu. 18 Ocak 1919’da Kars İslam Şurası’nın 131 temsilcisi Kars, Ardahan, Batum ve Nahçıvan bölgesinde Cihangirzade İbrahim başkanlığında Güneybatı Kafkas Cumhuriyeti adıyla bir devlet kurmuş, hatta kadınlara seçme hakkı bile tanımıştı. Atatürk İstanbul’daki önemli bir kesimin kurtuluşu Amerikan mandası altına girmekte gördüğüne de değiniyor: “Bu kanaatte olanlar fikirlerinde çok ısrar etti; görüşlerinin doğru olduğunu kanıtlamak için çok çalıştılar.”

Bu arada Anadolu’da oluşturulmuş başlıca iki ordu müfettişliği bulunuyordu. Mütarekeden sonra muharip kıtaları terhis edilmiş, silah ve cephanesi alınmıştı. Merkezi Konya’da bulunan İkinci Ordu kıtaları iki tümen olarak Konya ve Afyonkarahisar’daydı. Bir kolordusu da İzmir’de esir tutuluyordu. Atatürk ordu müfettişi yetkileriyle Samsun’a çıktığında emrinde iki kolordu vardı. Merkezi Sivas’ta olan 3. Kolordu ve Erzurum’daki 15. Kolordu. Türkiye’nin yeni tarihini başlatan da bu kolordunun kumandanı Kazım Karabekir Paşa olacaktı. “İstanbul’dan uzaklaşmamı arzu edenlerin icat ettiği sebep, Samsun ve havalisindeki asayiş sorunlarını yerinde görüp önlem almak için Samsun’a kadar gitmekti. Ben, bu görevin bir makam ve yetki sahibi olmaya bağlı olduğunu ileri sürdüm. Bunda bir beis görmediler. O tarihte Genelkurmay’da olan ve bir dereceye kadar anlayan kimselerle görüştüm. Müfettişlik görevini uygun buldular ve yetkilerimle ilgili talimatı da kendim yazdırdım. Hatta Harbiye Nazırı Şakir Paşa bu talimatı okuduktan sonra imzalamakta tereddüt etmiş, anlaşılır anlaşılmaz bir şekilde mührünü basmıştı.” Nitekim asıl gayesinin ne olduğu anlaşılınca bu paşaya verilen tüm yetkiler geri alınacak, görevden azledilecek, tutuklanıp idam edilmesi istenecekti. Ne var ki bu emri alan Kazım Karabekir uygulamayı reddedip emrine girecekti. 

Neden gençlik ve spor bayramı

Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıkarak Milli Mücadele’yi başlatması, 1926’dan başlayarak 19 Mayıs’ın Gazi Günü olarak kutlanmasını getirmişti. Buna ek olarak Selim Sırrı Bey (Tarcan) şenliklerin bir spor bayramına dönüşmesini önerince 1932’de etkinliklerin Beşiktaş Jimnastik Kulübü tarafından düzenlenip Atatürk Spor Etkinlikleri adını alması düşünüldü. Gazi Günü’nün 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı olarak kutlanmasını ise Ahmet Fetgeri önerdi ve Atatürk uygun görünce törenler ülke genelinde bu adla düzenlenmeye başladı. 20 Haziran 1938’de resmi bayramlar arasına giren 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı, kendine has bir gelenekselleşme yaşadı ve zamanla kültürel bir miras olarak benimsendi. Atatürk Nutuk’ta 19 Mayıs’ı Milli Mücadele’nin başlangıcı olarak görmenin yanında, farazi doğum günü olarak da kabul edince, kutlama bu anlamı da içerir oldu. 1937’de İngiltere Kralı VIII. Edward, Atatürk’ün doğum gününü kutlamak için bilgi istediğinde verilen tarih yine 19 Mayıs’tı. Bayramla ilgili TBMM kararı ise şöyleydi: “Büyük Şef Atatürk’ün Türk vatan ve istiklalini kurtarmak üzere Samsun’a ayak basması ile milli tarihimizin yeni ve mesut devrini açan ve Türk milletinin kurtuluşuna, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna kutsal bir başlangıç olan 19 Mayıs günü, yurdun istiklali ve istikbali kendisine emanet edilen Türk gençliği için Spor ve Gençlik Bayramı olarak kabul edilmiştir.” Bununla birlikte törenlerin nasıl kutlanacağı da resmen belirlenmiş, şehir merkezleri dışında köylere yönelik de programlanmıştı. Jimnastik gösterilerinden ibaret olan gösterilerde sporcuların kendi uğraştığı branşın kıyafetini giymesi ve prova yaparak hazırlanması gerekiyordu. Cumhuriyet rejiminin gürbüz ve sağlıklı gençlik yetiştirme politikasının da bir aracı olarak kullanılan bayram, 12 Eylül Darbesi ile yönetime gelen Kenan Evren başkanlığındaki Millî Güvenlik Konseyi tarafından Atatürk Yılı olarak kabul edilen 1981’de, Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı adını aldı. 19 Mayıs her yıl Türkiye’nin dört bir yanında spor gösterileri ve törenlerle kutlanırken ülke genelinde stadyumlar kullanılırdı. İlk kez 2012’de hava şartlarından dolayı öğrenci ve vatandaşlara yük olmaması gerekçesiyle Ankara dışındaki illerde, stadyumlarda kutlanması engellendi ve karar büyük tepki çekti.

Bandırma: Efsaneler ve gerçekler

Farklı yazar ve araştırmacıların genellikle aynı kaynakları kullanıp ve hatta eksikleri yineleyerek yaptığı yayınlar, yakın tarihte önemli bir rol oynayan Bandırma gemisini efsaneleştiren bir literatür oluşmasına neden oldu. Osman Öndeş’in “Efsanevi Bandırma Vapuru” başlıklı makalesi ise İngiliz ve İskoç denizcilik yıllıklarının taranıp sicil kayıtları belirlenerek kaleme alındığı için gemiye dair hakikatleri ortaya çıkarmış durumda. Öndeş’in gemiye dair saptamaları şöyle sıralanıyor:

1-Clyde Built Ships arşivindeki kayda göre inşa edildiğindeki adı Trocadero.
2-1878 yılında McIntyre & Co. Paisley Phoneix Works kızaklarındaki 21 numarada, yük ve yolcu gemisi olarak inşa edildi.
3-Tescil numarası 79625, bandırası İngiliz olarak Temmuz 1878’de denize indi.
4-328 grostonluk ve 150.1 feet boya sahip. Ana buhar makinesi Glasgow’da Hutson & Corbett üretimi. Tek pervaneli, azami 60 beygir gücünde.
5-1879’da Londra merkezli W.H. Sollas firmasına satıldı.
6-1885’te armatör H. Psicha alıp Kymi adını verdi ve Yunan siciline kaydedilip Osmanlı kara sularında çalıştı.
7-1888’de E. Arvaniti satın aldı 1891’de ise Erdek’te kaza geçirdi, kayalıklara bindirdi.
8-1892’de İstanbullu Rum Kaptan Andreadis satın alıp gemiyi Haliç’te onardı.
9-1893’te İstanbullu Dandelos kardeşler alıp Panderma adını verdi. Ertesi yıl aynı adla Rama P. Derasmo’nun oldu.
10- 1895’te İdarei Mahsusa satın aldı.
11-1914’de Osmanlı Seyri Sefain İdaresi’ne devredildi. İsmi 1917’de Bandırma olarak Türkçeleştirildi.
12-1915’te Marmara’da İngiliz E14 denizaltısının attığı torpido isabet etmedi.
13-1927’de restore edilerek müze gemi yapılması gerekirken hurdaya çıkarıldı ve Balat’ta sökümü yapıldı.
Osman Öndeş, 16 Mayıs 1919’da Kemal Paşa ve maiyetindekilerle Samsun’a hareket eden geminin birçok anlatıda dile getirildiği gibi pusulası bozuk, seyir yapması tehlikeli bir gemi olmadığını saptıyor. Bandırma’nın yolculuğu gündüz ve gece seyri yaparak tamamlamış olması da seyir yeteneğini kanıtlıyor.