Türkiye'de meydana gelen ve 31 binden fazla insanın hayatını kaybetmesine neden olan büyük depremler devasa bir trajedi. Çünkü depremler iyi bir planlama ile önlenebilir. Meksika, Japonya ve Kaliforniya gibi farklı yerlerdeki diğer şehirlerde de görüldüğü gibi, hükümetler tehlikeleri belirleyerek, daha güvenli yapılar inşa ederek ve deprem güvenliği konusunda eğitim vererek depremlerin etkilerini önemli ölçüde azaltabilir.
Türk siyasetçiler bunu yapmak yerine, en iyi kentsel planlama, inşaat, tehlike analizi ve afet yönetimi uygulamalarını görmezden gelerek yıllar geçirdiler. Bugün yaşanan felaketlerin temelinde siyaset yatıyor ve Türkiye'nin artık hatalarından ders çıkarması hayati önem taşıyor. Özellikle de uzmanların 2030 yılına kadar 15 milyondan fazla nüfusa sahip İstanbul'da 7.0 ve üzeri büyüklükte bir deprem olma ihtimalinin yüksek olduğunu tahmin etmeleri nedeniyle bu konunun ciddiyeti artıyor.
“Yapılan düzenlemeler riskleri azaltmaya yetmedi”
Türkiye geçen yüzyılda birçok güçlü depreme maruz kaldı. Doğu Anadolu'da yer alan Erzincan'da 1939 yılında meydana gelen 7,8 büyüklüğündeki depremde yaklaşık 33 bin kişi hayatını kaybetti. Ancak ülke, deprem sonrasında afet yönetimine ilişkin biri 1959'da, diğeri 1988'de olmak üzere yalnızca birkaç yasa ve yönetmeliği uygulamaya koydu. Bu düzenlemeler öncelikle kriz yönetimine odaklandı ancak riski azaltmak için çok az etkisi oldu.
“Kalitesiz inşaatlar ölü sayısını artırdı”
Ardından 1999 yılında Gölcük'te 7,4 büyüklüğünde bir deprem meydana geldi ve yaklaşık 18 bin kişi hayatını kaybetti. Yetersiz yapı yasaları ve kalitesiz inşaatlar ölü sayısını artırdı. Yıkılan ya da hasar gören binaların müteahhitlerine karşı binlerce dava açıldı. Veli Göçer adlı bir müteahhit taksir nedeniyle ölüme sebebiyet vermekten suçlu bulundu ve inşaat güvenliği yasalarına uymadığı için 18 yıl dokuz ay hapis cezasına çarptırıldı.
1999 depremi Türkiye'de afet yönetimi ve inşaat denetimi açısından bir dönüm noktası oldu. Demokratik Sol Parti'den (DSP) Bülent Ecevit'in liderliğindeki koalisyon hükümeti, ülkedeki en büyük bağımsız yardım kuruluşu olan ve deprem sonrasındaki tutumundan dolayı eleştirilen Kızılay'da değişiklikler yaptı. Bu tür kuruluşlar için Avrupa Birliği standartlarını benimsedi ve ayrıca acil durum hizmetlerinin geliştirilmesi için bir deprem vergisi getirdi. Bu eylemler Ecevit hükümetini iktidarda tutmak için yeterli olmadı. Depreme verdiği tepkinin eleştirilmesi, ekonomik krizle birleşince 2002 seçimlerini kaybetmesine yol açtı. Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) kontrolü ele geçirdi ve o zamandan beri Türk siyasetine hakim oldu.
AK Parti, Gölcük depreminden ve aynı yıl meydana gelen bir başka depremden sonra ortaya çıkan afet yönetimindeki eksiklikleri gidermeye devam etti. 2004 yılında, kurtarma çalışmalarını güçlendirmek, doğal afetlerin insani maliyetini ve acılarını azaltmak için Ulusal Medikal Kurtarma Ekibi'ni (UMKE) ve ardından 2009 yılında Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı'nı (AFAD) kurdu. Bu kurum, kriz yönetimini geliştirirken bile risk azaltmaya öncelik vermeyi amaçlıyordu. Türkiye Büyük Millet Meclisi de 1999'daki hasarı daha da kötüleştiren kalitesiz inşaatlarla başa çıkmaya çalışarak 2007'de yeni bir inşaat güvenliği yasası çıkardı ve bunu 2018'de ek bir yasa ile sürdürdü.
İzmir örneği de göz önünde
Ancak bu önlemler bile sorunun temelindeki hatalı kentsel ve altyapı planlamasını gözden kaçırdı. Yirminci yüzyılın ikinci yarısında kırsal nüfusun şehirlere göçü, gecekondularda yaşayanların sayısında dramatik bir artışa yol açtı. Ucuza inşa edilen bu evler depreme karşı yeterli dayanıklılıkta değil. Kıyı kenti İzmir, ülkede en fazla gecekondunun bulunduğu kentlerden biri. Uzmanlar, 2020 yılında orta şiddette bir depremde bile 119 kişinin öldüğü göz önüne alındığında, büyük bir düzenleme yapılmaması halinde kentin büyük bir deprem felaketiyle karşı karşıya kalabileceği uyarısında bulundu.
“Güvenlik yönetmelikleri kabul edilmedi”
Hükümet bu uyarıları dikkate almak yerine, Gölcük depreminden tam yirmi yıl sonra, 2019 yılına kadar bekledi ve gelecek beş yıl içinde depreme karşı hassas 1,5 milyon konutu dönüştürmeyi planladığını duyurdu. Bu hamle çok küçük ve çok geç bir adımdı. Dahası, Türkiye'nin kentsel dönüşüm girişiminin ilk aşamaları bu dönüşüme öncelik vermek yerine boş alanları imara açmaya ve daha yüksek binalar inşa etmek için binaları yıkmaya odaklandı. Daha da kötüsü, Türk yetkililer, şehirleri kaplayan binalara özgü güvenlik yönetmeliklerini hiçbir zaman kabul etmediler. Ayrıca projeleri yeni inşaat kurallarına uymayan inşaatçılara af çıkardılar. Ancak bunlar basit hatalar denilip geçilebilecek sorunlar değildi. Tüm bunlar bu ay meydana gelen depremin yıkımına zemin hazırladı.
Depremden sonraki saatlerde müdahalelerin geç yapılması nedeniyle 1999'dan bu yana uygulanan afet yönetimi önlemleri bile yetersiz kaldı. Yardım çalışmalarına katılmaları için 3 bin askeri personele yetki vermeleri 36 saat sürdü. Hükümet Türkiye'yi vuracak bir sonraki depremin yıkımını hafifletmek istiyorsa daha iyi kentsel planlama, inşaat politikaları ve afet yönetimi uygulamaları benimsemeye odaklanmalı.