Dünyada yaklaşık 8.2 milyar insan var. Parametrelere göre değişmekle birlikte bu nüfusun hemen hemen 2 milyarının Z kuşağına dahil olduğu tahmin ediliyor. İnsanlık tarihi boyunca her kuşak, bir öncekinden jenerasyonel farklar taşıyor. Sokrates’ten bu yana genç kuşaklar, selefleri tarafından birçok farklı biçimde yargılanıyor. Ama tüm dünya nüfusunun neredeyse dörtte birine denk olan Z kuşağı, aynı zamanda “dijitale doğan” ilk jenerasyon olarak da nitelendiriliyor.
Bu nedenle kendine has birçok farklı özelliği de var. Bu yazıda, hem global hem ulusal olmak üzere Z kuşağının davranış biçimlerini ve özelliklerini irdeleyerek bir “Z kuşağını anlama kılavuzu” oluşturmayı amaçladık.
“Beyin çürümesi jargonu”
En yaygın kullanılan online sözlüklerden dictionary.com, 2025 yılının kelimesi olarak “6-7”ı seçti. Bu iki sayının nasıl olup da “yılın kelimesi” statüsüne eriştiğini muhtemelen siz de merak ediyorsunuzdur. Özellikle 2000’ler sonrası doğanların diline iyice yerleşmiş bu iki sayının aslında bir anlamı yok. ABD’li rapçi Skrilla’nın Kasım 2024’te çıkan “Doot Doot (6 7)” adlı şarkısının kaynaklık ettiği düşünülen tabir, 2025’te özellikle TikTok’ta viral olan basketbol oyuncularına ilişkin videolarda kullanılmasıyla yayıldı. Bu tabiri “anlamsız, tarif etmesi imkansız ve saçma” olarak nitelendiren dictionary.com; 6-7’ın aynı zamanda “brainrot” yani “beyin çürümesi”nin tüm özelliklerini barındırdığını belirtiyor. Sözlüğün bu tanımlaması, aşağılamadan ziyade, bir şemsiye haline dönüşmüş bir kavram. “Beyin çürümesi jargonu”, özellikle sosyal medyada yayılan anlamsız sözcükleri ifade etmek için kullanılan bir sınıflandırma.
“İtalyan beyin çürümesi”
Z kuşağı ve Alfa kuşağının kesiştiği bu jargonun bir alt dalı dahi var: “Italian brainrot” yani “İtalyan beyin çürümesi”. Yapay zeka aracılığıyla üretilmiş, sürreal ve grotesk unsurlar taşıyan ve sosyal medyada viral hale gelen bazı görseller ve videolar, İtalyancayı anımsatan kelimelerle isimlendirildiğinden bu tabirler bu şekilde adlandırılıyor. Örnek vermek gerekirse, mavi bir spor ayakkabı giyen köpek balığı görseli “Tralalero Tralala”, timsah başlı, pervaneli bir askeri uçak görseli “Bombardiro Crocodilo”, kapuçino dolu fincandan bir kafaya sahip bir balerin görseli ise “Ballerina Cappuccina” diye adlandırılıyor. Görsellerle alakasız sosyal medya içeriklerinde dahi bu tabirlerle dolu anlamsız yorumlara rastlamak mümkün.
Cinsiyetlerin temsilleri
Erkekliğin temsili, Z kuşağına has internet terminolojisine göre daha farklı alt varyantlara ayrılıyor. Tabii bu klasifikasyonların ironik ve alaycı bir tortu taşıdığını da unutmamak gerek. Bunlardan ilki “gym bro” (spor salonu biraderi) ya da “Alpha bro” (alfa kardeş) olarak nitelendirilen arketip. Bu grup, spor salonundan çıkmayan, maskülinitenin daha toksik yanlarını bünyesinde barındıran özelliklere sahip. “Alpha”lığın bir ileri boyutu daha var, o da “sigma”lık. Merriam Webster’a göre sigma; statü, başarı ve çekiciliği aynı anda bünyesinde barındıran, özgüvenli ve bireyci “model” erkekleri tanımlıyor. İdealize edilmiş figürü ise American Psycho romanı ve filminin başkarakteri, Wall Street’te yatırım uzmanı olan seri katil Patrick Bateman. Bu gruplar “manosphere” denilen “erkek atmosferi” dahilinde üretilen “red pill”cilik, mizojini gibi birçok başka kadın düşmanı söylemle de ilintili. Erkekliğin temsiline ilişkin bir diğer arketip ise klasik erkek kalıplarının aksine Labubu taktığı tote bag’ini taşıyan, yulaf sütlü matcha içen, indie müzik dinleyen, kitap okuyan, özellikle feminist literatürle ilgilenen “performative male” ya da “performatif erkek”ler. İlki gibi internette yaygın bir sınıflandırma olan bu grup, maskülenliği sergilemekten kaçındığı düşünülen kişilere yakıştırılıyor.
Kadınlar için bu tür arketipsel internet meme’lerinden belki de en çok kullanılanı ise “pick me girl” yani “seç beni kızı”. 2021 ve 2024 yılları arasında TikTok’ta “pick me girl” hashtag’iyle paylaşılan videoların izlenmesi 2 milyarın üzerinde. Pick me girl, erkek davranış kalıplarını onaylayarak kendini diğer kadınlardan ayırmaya çalışan ve diğer erkeklerin onayına ihtiyaç duyan kişilere verilen isim.
Herkese açık paylaşım yapmıyorlar
Sosyal medyanın temelinde bireyin kendini ve yaşamını paylaşmasının yattığı düşünülür. Esasında bu platformlar ilk ortaya çıktığında kullanıcıların kendini paylaşması ve profilini bir kürasyon alanı gibi özenli kullanması tabiri caizse bir normdu. Ancak Z kuşağı için bu geçerli değil çünkü güvenlik ve gizlilik kaygıları çok fazla. ABD merkezli bilişim güvenliği şirketi Malwarebytes’ın araştırmasına göre diğer jenerasyonlardan olanlar arasında kişisel bilgilerinin internette sızmasından korkanların oranı yüzde 51’ken Z kuşağından olan katılımcıların yüzde 62’si bu endişeyi taşıyor. Instagram CEO’su Adam Mosseri de gençlerin gizliliğe verdiği önemi doğrulayan şekilde 2023 yılında katıldığı bir podcast’te platformu kullanan gençlerin en çok gelen kutularında, onun ardından hikayelerde, en az ana sayfada zaman geçirdiğini söylemişti. Gizliliğe verdikleri önemi destekleyen bir çalışma da var. Princeton Üniversitesi’nden Dora Zhao, Mikako Inaba ve Andres Monroy-Hernandez’in yaptığı araştırmanın sonuçlarına göre 13-19 yaş arası 161 katılımcıdan yüzde 76.4’ünün Instagram hesabı gizli. Yüzde 71.4’ü sadece yakın arkadaşlarının görebildiği gönderiler ve hikayeler paylaşırken, yüzde 52.3’ünün ise anonim olarak Instagram kullanmasına yarayan ikincil hesapları var. Bu veriler, Z kuşağının görünürlükten ziyade gizliliğe önem verdiğini ve sosyal medyayı önceki nesillere kıyasla daha farklı kullandığını gösteriyor.
En çok kullandıkları platformlar başka
Gizlilik hassasiyetine ek olarak, kullandıkları platformlar da önceki jenerasyonlara kıyasla daha farklı. Ipsos'un Nisan 2025'te yaptığı çalışmaya göre 15-24 yaş grubunda bir internet kullanıcısı başına aylık harcanan ortalama süre YouTube için 56 saat 57 dakika, TikTok için 31 saat 41 dakika, Snapchat için 24 saat 19 dakika, Instagram için 16 saat 41 dakika, Twitter için ise 3 saat 30 dakika. 25-34 yaş grubu da en çok YouTube'da zaman geçiriyor ama bu süre 40 saat 4 dakika. TikTok'a 20 saat 34 dakika, Facebook'a 20 saat 24 dakika, Instagram'a 14 saat 3 dakika, Snapchat'e 8 saat 44 dakika, Twitter'a 5 saat 9 dakika ayırıyorlar. 35-54 yaş grubunda da YouTube kullanıcı başına aylık ortalama 26 saat 9 dakika ile ilk sıradaki platform. Onu 24 saat 58 dakikayla Facebook, 9 saat 30 dakikayla TikTok, 8 saat 2 dakikayla Snapchat, 7 saat 23 dakikayla Instagram, 3 saat 28 dakikayla Twitter izliyor. Kısacası YouTube ve TikTok, Z kuşağının favori platformları durumunda.
Telefobi yaşıyorlar
Z kuşağı “telefobiden” muzdarip. Telefonlar en çok kullandıkları teknolojik cihaz olsa da telefonda konuşmak onları anksiyeteye sürüklüyor. İngiltere merkezli Uswitch’in çalışmasına göre 18-34 yaş arası katılımcıların yüzde 23’ü telefon çağrılarına asla yanıt vermiyor. Yüzde 56’sı ise beklenmedik aramaları “kötü bir haber geleceği” yönünde yorumlayarak endişeye kapılıyor. Yüzde 48'i sosyal medyadan irtibatı, yüzde 37'si ise sesli mesajla iletişimi tercih ediyor. Yüzde 61'i telefon görüşmesindense mesajlaşmayı yeğlediğini söylüyor. 2 bin katılımcıyla yapılan araştırma, “telefon anksiyetesi”nin Z kuşağının gerçeklerinden biri olduğunu gösteriyor.
Peki, tüm bunların nedeni ne?
Sabancı Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Nebi Sümer’e göre bu değişimlerden bir kısmı aslında gençliğin doğasından kaynaklanıyor ama bir kısmı da yaşadığımız çağdaki dönüşümlerin sonucu: “Bazılarını hatalı olarak çağın özelliği gibi yorumluyoruz. Fakat aynı zamanda dünya çok değişti. Şu an algoritma ve sosyal medya çağına giriyoruz ve bu sadece teknolojik değil; sosyal, psikolojik ve kültürel bir dönüşüme de yol açıyor. Bu değişimlere en duyarlı ve hassas kesim de gençler. Çünkü gençler değişime aşırı duyarlı ve dış etkiye en açık kesim de onlar.” Prof. Sümer’e göre en çok rağbet ettikleri platformların değişmesinin de nedeni var: “İlk olarak, TikTok ve YouTube gibi platformların algoritma tabanlı kişiselleştirmeleri diğerlerine nazaran daha güçlü ve bağlayıcı. Bu platformlarda hemen kullanıcının beğeni ve ilgileri fark ediliyor. Ayrıca günde 3-4 saatten fazla sosyal medya kullanımı ne yazık ki yaygın olduğundan ve dikkat ile konsantrasyonda zafiyet yarattığından, metin barındıran sosyal medya platformları dahi gençlere cezbedici gelmiyor. Ayrıca Facebook gibi genelde daha ziyade metinsel paylaşım yapılan platformlar, ‘sliding’ yani ‘kaydırma’nın verdiği psikolojik pekiştireç hissinden yoksun.”
Gençlerin gizlilik ve sınırlı kitleyle paylaşım yapma hassasiyetinde ise Prof. Sümer, çocuk psikolojisi profesörü David Elkind’in literatüre kazandırdığı ‘hayali seyirci’ kavramının devrede olduğunu söylüyor: “Bu kavrama göre 20’li yaşların öncesinde gençler, yaptıklarının daima başkalarınca görüldüğü ve sanki bir sahnede, bir podyumdaymış gibi düşündüğü bir evrede bulunur. Şayet belli, nispeten daha sınırlı bir kitle yaratıp bu çevreyle etkileşime geçerseniz burada etki yaratma ve geri dönüş alma ihtimaliniz daha fazla olur. Ayrıca bu kuşak dijitale doğdu ve sanal ilişki onlar için normal ilişki. Önceki jenerasyonlar için ise sanal ilişki normal değil öğrenilmiş ilişki. Onlar sosyal medyada daha otantik, biz daha yapayız. Bu nedenle ‘dijital yerli’ olarak adlandırılıyorlar. O nedenle dijital becerileri bize kıyasla daha keskin. Bizim de yüz yüze iletişimde becerilerimiz daha gelişmiş. Telefonda iletişime geçmenin onlara uzak olma nedeni de bu iletişimin bir nevi yüz yüze iletişim olması. Bunun doğru mu yanlış mı olduğunu söylemek güç. Gençler daha birey odaklı, kendilerini daha merkezde görüyorlar. Otonomilerine saygı bekliyorlar ve ‘Zamanımı nasıl ayarlayacağıma ben karar veririm, başkasının anlık aramasına göre ayarlayamam’ diyorlar. Biz bunu disfonksiyonel görüyoruz ama bu bağımsızlık duygusunu ben sağlıklı buluyorum. Bizim her telefonu açmamız da alışkanlıktan başka bir şey değil. Eskiden telefonun çalması büyük bir olaydı. Bu şekilde büyüyen insanların aklına telefonu açmamak gelmez. Gençlerin ise böyle bir alışkanlığı yok.”
“Fakat bunların olumsuz yönü yok mu derseniz, elbette var. Eurostat verilerine göre yalnızlık hissi artıyor. Türkiye özelinde başka bir problem daha var, o da şu: AB ülkeleri ortalamasına göre en çok yalnız hissedenler 50-64 yaş grubuyken, Türkiye’de en çok yalnız hisseden kesim 16-24 yaş grubu. Hiç arkadaşı olmayan, evden hiç çıkmayan, günlerce hiç kimseyle konuşmadan zaman geçiren genç sayısı artıyor. Bu bir sosyal pandemi ve dünyanın her yerinde var. Ama veriler bunun Türkiye’de daha baskın hissedildiğine işaret ediyor. İnsanların iletişimi doğadaki canlılara göre çok daha uzun ömürlü, çünkü doğadaki çoğu canlıya kıyasla daha zayıfız. Ayaklarımızın üstünde durmamız bile bir yıl alıyor. Dolayısıyla insanlar arası iletişim, hayatta kalmanın, sosyal yeterliliğin ve üremenin temel faktörü. Spekülatif olsa da Türkiye’nin ve diğer birçok ülkenin yaşadığı doğurganlık hızındaki düşüşü de teknolojideki gelişim ve sosyal medya platformlarının yaygınlaşmasına bağlayan iddialar var. Sosyal medyanın getirdiği sorunlar aslında dozajı değişmekle birlikte tüm dünyada geçerli. Çünkü yeni bir çağa geçiyoruz. Bu yaşadıklarımız da yeni çağın göstergeleri. Bu işaretleri de en çok ergen ve gençlerde görmemiz çok normal çünkü köprü dönemdeler. Çocukluktan yetişkinliğe geçiş dönemi, kimlik ve benlik kavramlarının inşa edildiği dönemdir ve bu inşa edilen kimlik ve benlikler kalıcı olarak hayat boyu devam eder. Geçiş dönemi olduğu için şizofreni ve depresyon gibi psikolojik rahatsızlıklara, uyuşturucu gibi bağımlılıklara hep bu yaşlarda rastlarız. Geçiş döneminde bireyler doğası gereği heyecan arar. İyi kötü diye bakmak yerine bu şekilde değerlendirmek lazım.”
“Sosyal medya bağımlılığının temelinde birçok etmen yatıyor ama en fazla gençleri etkileyen yalnızlık pandemisi en temel tetikleyicilerden biri. Çünkü evde tek başına oturan bir genç, sanal olarak sosyalleşebiliyor, iletişimde bulunabiliyor ve o an yüz yüze iletişim kurmasının da bir önemi kalmıyor. Fakat bağımlılık derecesinde kullanım uyku sorunlarından başlayarak birçok probleme yol açabilir. Bunlardan belki de en ürkütücülerinden biri beyin çürümesi olarak nitelendirilen durum. Sosyal medyada durmadan kaydırmaya alışmış birey, herhangi bir konuda kavram, fikir ya da değer geliştirmeden sadece içerik tüketiyor. Entelektüel uyarım ve bilişsel keskinlik açısından da bu durum bir donukluk yaratıyor. Aile ilişkileri kötüleşiyor. Güvenli bağa sahip olamıyor. Arkadaşı olmuyor. Planlama yapamıyor. Yani kimlik karmaşası dediğimiz durum ortaya çıkıyor. Birey kimlik oluşturamıyor, hayatta ne olacağım sorusuna yanıt bulamıyor, opsiyonlardan haberdar olamıyor. Atalete gömülüyor.”
"Yine de jenerasyonlara kategorik bir şekilde monolit oluşumlarmış gibi bakmak yanlış. Z kuşağına mensup her genç böyle olacak diye bir şey yok. Üstelik önceki kuşaklarla kıyaslandığında daha özerk, daha girişkenler, kendilerine daha çok saygı duyuyorlar. Türkiye özelinde 12 Eylül kuşağı olarak nitelendirebileceğimiz benim kuşağıma benzer şekilde kimlikler hapishanesine mahkum değiller. İdeolojik bölünmeler onlar için önemli değil. Daha duyarlılar ve bölünmeden, politik seçim yapmak zorunda kalmadan duyarlılıklarını sergiliyorlar. Aslında olan şey şu, dijital dönüşümü hepimiz yaşıyoruz ama gençler dönüşümlerden daha fazla etkilendiğinden sadece onlara etki ediyormuş gibi anlıyoruz.”

