Zorbalar, kurdukları dijital gruplara diğer (edilgen çoğunluk) çocukları zorla dâhil ediyor. Bu gruplar zamanla baskı ve yönlendirme araçlarına dönüşüyor. En çarpıcı olan ise şu: Bu gruplardaki çocukların çoğu neyin içinde olduklarını bile fark etmiyor. Dijitaldeki şiddet, “gerçek” sayılmadığı için kontrolsüzce uygulanabiliyor
Geçtiğimiz hafta küçük bir kaza geçirdiğim için zorbalık araştırmamızın devam yazısını zamanında yazamadım. Hepinizden özür dilerim. Yazının devamı bu haftaya kaldı ama bu kez bir makale olmayacak.
Bu kez elimizdeki veriyi olduğu gibi paylaşacağım.
Araştırma sırasında yüzlerce hikâye topladık. Bugün sadece birkaçını sizlerle paylaşacağım. Bu hikâyeler bizim için veri değil; yaşanan yıkımın canlı kanıtları.
Bu hikâyelerin ortak noktasında dijitalleşen zorbalığın yarattığı yeni bir gerçeklik krizi var. Zorbalık dijital ortama taşınınca sadece yer değiştirmiyor, anlamını, gerçekliğini de kaybediyor. Yetişkinlerin bile anlamakta zorlandığı dijital travmalar, çocuklar arasında gerçeklikten kopuk ama gerçek etkiler yaratan bir şiddet biçimine dönüşüyor.
Zorbalar, kurdukları dijital gruplara diğer (edilgen çoğunluk) çocukları zorla dâhil ediyor. Bu gruplar zamanla baskı ve yönlendirme araçlarına dönüşüyor. En çarpıcı olan ise şu: Bu gruplardaki çocukların çoğu neyin içinde olduklarını bile fark etmiyor. Dijitaldeki şiddet, “gerçek” sayılmadığı için kontrolsüzce uygulanabiliyor.
Jean Baudrillard’ın simülasyon kuramıyla baktığımızda bu durum tanıdık geliyor. Dijital ortama taşınan şiddet artık sıcak, somut bir olay olmaktan çıkıyor. Sanal dünyada şiddet anlamını kaybediyor; soyutlaşıyor, gerçeklikten uzaklaşıyor ve sonunda sadece bir izleme içeriğine dönüşüyor. Zorbalar ve edilgen çoğunluk için bu sadece izlenen, üzerine yorum yapılan, alay edilen bir içerik. Ama o içeriğin hedefindeki çocuk için bu şiddet çok gerçek. Ve bu “soyut gibi görünen ama aslında olmayan” şiddet, gerçek hayatta çok gerçek ve derin yaralar bırakıyor.
Çocuklar bu sistemin kurbanı
Şiddeti uygulayan kadar, sessiz kalan ya da zorbanın yanında duran çocuklar da bu sistemin kurbanı. Asıl kalabalık, bu çocuklar. Ama pek çok ebeveyn, çocuklarının bu sistemdeki rolünden habersiz. Aynı kültürel ortamda bir başkasına yönelen öfkenin altında, aslında kendimize duyduğumuz bastırılmış öfke yatıyor. Baudrillard’ın dediği gibi, bu öfke sonunda kendi kendimizi yıkıma götürüyor. Zorbalığa katılmaya zorlanan sessiz çocuklar da bu yıkımın bir kurbanı oluyor. Ve çoğu zaman aileleri bunun hiç farkına varmıyor.
Bu yazının devamı o yıkımın içinden birkaç ses taşıyor. Hepsi gerçek, hepsi ağır.
Bir lise öğrencisi anlatıyor: “Zorba olan çocuklar öğretmenlere de saygı duymuyor. Zorbalık aslında öğretmene saygısızlıkla başlıyor. Okul da öğretmenine sahip çıkmayınca bunu yapan çocuklar okulda güçleniyor ve diğer öğrencilere yöneliyorlar. Biz ortaokulda parmak kaldırmadan konuşamazdık. Lisede ise hocaya diklenen çocuklar var. Okul hiçbir şey yapmıyor.”
Bir okul idarecisi araştırmamızda diyor ki: “Öğretmenler bir şey yapmıyor çünkü bir şey yaparsa ebeveynlerden CİMER’e şikâyet edilme korkusu var.” Bu yalnız bir öğretmenin değil, bir sistemin suskunluğuna dönüşmüş durumda. CİMER şikâyetlerinin öğretmenleri sindirdiğini, onları inisiyatif almaktan alıkoyduğunu belirtiyor. Bu nedenle birçok öğretmen artık müdahale etmek istemiyor, kenara çekiliyor.
Bu boşlukta kim güç kazanıyor dersiniz? Zorba.
12 yaşında bir kız çocuğu şöyle anlatıyor: “Okul bir şey yapmayınca zorba çocuk bir güç merkezi hâline geldi. Sonra grup kurdu. Diğer arkadaşlarını da zorla gruba ekledi. Artık o grup okul koridorlarında herkesin hayatını cehenneme çeviriyor.”
16 yaşında başka bir genç de benzer bir tablo çiziyor: “Kurulan gruplar, özgüvensiz gördüklerine zorbalık yapıyorlar. Kendilerini üstün hissediyorlar. Onları birer av, kendilerini avcı gibi görüyorlar.”
Bu gruplar okul koridorlarına taşınıyor. Gruplardaki çocukların sayıları arttıkça, tepki vermek, karşı durmak imkânsızlaşıyor. “Karşı koyma kuvvetimiz ciddi biçimde azalıyor” diyor diğer bir çocuğumuz.
Zorbalık, fiziksel özelliklere yöneliyor çoğu zaman. 9 yaşında bir kız çocuğu şöyle söylüyor: “Ben kısayım. Bana sürekli cüce diyorlar. Çok korkuyorum. Cüceler itilir diyorlar, beni de bir gün itecekler diye çok korkuyorum.”
11 yaşında diğer bir erkek çocuk anlatıyor: “Kısa boylu bir çocuğa çelme taktılar. Çocuk kafasını vurdu, şişti. Sonra herkes o çocuğa çelme takmaya başladı. Tutanak tutuldu ama bir şey değişmedi. Hatta daha da kötü oldu. Bu sefer parasını almaya başladılar. Bir gün tost alamadı. Öğretmen para verdi, öyle karnını doyurabildi.”
“Zorbalar insan halinden anlamaz ki”
Kilo da bir zorbalık malzemesi. Bir lise öğrencisinin annesi şöyle diyor: “Kızım kilolu olduğu için lakap taktılar. Rahatsız olmaya başlayınca sıvı diyete geçti. Bir gün okulda tansiyonu düştü, bayıldı. Durdurmaya çalışıyoruz, dinlemiyor. 30 kilo verdi. Şimdi en büyük derdi bu kiloyu korumak.”
16 yaşında bir genç kız, sürekli burnuyla alay edildiğini, estetik ameliyat olmak için annesine yalvardığını ama yaşının tutmadığını söylüyor.
11 yaşındaki bir çocuk, saçıyla alay edildiği için “Yapmayın dedim ama dinlemediler. Zorbalar insan halinden anlamaz ki” diyor. 11 yaşında bir çocuk bu. İnsan halinden anlaşılmadığını bu dünyada böyle kavrıyor.
Ve 12 yaşında bir kız: “Bir kız grubundaydım. Sonra kilolu olduğum için beni gruptan attılar. Ben de bahçede kendim oynamaya başladım. Bir gün etrafımı sardılar, bahçede gözlüğümü yere atıp üzerine bastılar. Sonra ‘dört göz’ diye alay ettiler. Gözlük kırıldı ama aileme sebebini söyleyemedim. Kilom yüzünden kırdılar. Ama artık üzülmeyeceğim. Allah nasıl biri olduğumu nasıl olsa biliyor.”
Biliyor kızım. Biliyor.
İşte bu yazı tüm bu hikayelerden dolayı bir makale değildir. Bu ham veridir. Yüzlerce böyle vaka birikti elimizde. Acı içindeyiz. Ben bugün sadece en makul olanları paylaştım. Çok daha ağır olanlar var.
Bu ham paylaşımı, 11 yaşındaki bir diğer kurbanın sözüyle bitirmek istiyorum:
“Zorbalık her zaman kazanır. Dünyada zorbalığın önünde daha büyük bir güç yoktur.”
Vardır. Olacak. Yapacağız. Biz bu sesleri duyacağız. O güç biziz.