Dünya ekonomisinin temelini oluşturan yapı, çoktan dev bir saadet zincirine dönüşmüş durumda. Sistemde dolaşan paranın büyük bir kısmı, fiziki (altın) karşılığı olmayan bir güven illüzyonuna dayanıyor. Bu illüzyonun adıysa: “ABD’ye güven.” ABD fiziksel üretim savaşını çoktan kaybetti; yeni hegemonya artık verinin kontrolü üzerinden inşa ediliyor. Bu aşamada en kritik soru şu: Yeni model, fiziksel üretim kavgası ve dijital hegemonya üzerine kurulurken, biz bu oyunun neresindeyiz? Yerimiz neresi olacak?
Bir önceki yazımda, Trump ve ekibinin benimsediği yeni ekonomik modelin, “Hem pastam dursun hem karnım doysun” yaklaşımına dayandığını belirtmiştim. Üretimi yeniden ülke içine çekmeyi hedefliyorlar; fakat bunu, yıllardır karşılıksız bastıkları dolarlarla dönen mevcut finansal düzeni bozmadan gerçekleştirmeye çalışıyorlar demiştim. Bu, oldukça paradoksal bir hedefti.
Zira dünya ekonomisinin temelini oluşturan yapı, çoktan dev bir saadet zincirine dönüşmüş durumda. Sistemde dolaşan paranın büyük bir kısmı, fiziki (altın) karşılığı olmayan bir güven illüzyonuna dayanıyor.
Bu illüzyonun adıysa: “ABD’ye güven.”
Trilyonlarca dolar kâğıt üzerinde tanımlı bir değerden ibaret. Eğer ABD üretimi ülke içine çekmeye kalkarsa, bu karşılıksız paraların önemli bir kısmı da anavatanına dönecektir. Ve bu da uzun süredir ertelenen büyük bir ekonomik yıkımın fitilini ateşleyecektir.
Tam da bu sürecin ortasında, Trump dünyaya yeni gümrük tarifelerini ilan etti ve piyasalar son beş yılın en kötü haftasını yaşadı.
Dow Jones endeksi 2.231 puan (%5.5) düştü. S&P 500 %5.97, Nasdaq ise %5.82 değer kaybetti. Nasdaq, 2022’den bu yana ilk kez zirvesinden %20’nin üzerinde geriledi. Trump’ın göreve geldiği günden bu yana borsada 10 trilyon dolarlık bir kayıp yaşandı. Sadece bir günde, dünyanın en zengin milyarderleri 350 milyar dolar kaybetti.
İronik olan ise, bu saadet zincirinin potansiyel çöküşünü en iyi bilenlerin, zincirin en tepesindekiler olması. Bugün küresel servetin yaklaşık %40’ı bu küçük azınlığın elinde. Ve onlar da çok iyi biliyorlar ki, ellerindeki servet –dolarlar, hisseler, fonlar– artık üretime değil, ABD’ye olan güven beklentisine dayanıyor. Gerçek dünyada reel karşılığı olmayan devasa bir varlık balonunun üzerinde oturuyorlar.
Peki soru şu: Hem üretimi ülkeye geri çekmek hem de karşılıksız dolarların ABD’ye dönmesini engellemek mümkün mü? Böyle bir model mümkün mü?
Savaş çıkmaz
Bundan sonra yazdıklarım, artık tahminler ve olasılıklar dünyasına ait.
Birinci olasılık: Savaşlar ile mümkün. Ama bu kez bölgesel değil, küresel ölçekte bir savaş. Çünkü bu kadar karşılıksız parayı sistemde hareketli tutabilecek tek unsur, yıkılıp yeniden inşa edilmesi gereken bir dünya olabilir. Fakat Trump doğrudan savaştan yana değil. O bir tüccar; pazarlık, baskı ve zorlama yöntemleriyle çözüm üretmeye, istediğini almaya inanıyor. Üstelik dünya artık eski usul savaşları yürütemiyor. Bu ölçekte bir savaşın nükleer güçleri devreye sokmasıysa, insanlığın sonunu getirebilir. Kimse bu riski almak istemeyecektir. Evet, maalesef yerel savaşlar ve katliamlar hep olacak; ama küresel ölçekte bir savaşı pek olası görmüyorum.
Mega projeler
İkinci olasılık: Çılgın projeler. Ancak bugün dünyada, bu kadar büyük bir karşılıksız para yığınını yutabilecek çılgın projelerin sayısı on binlere ulaşırsa mümkün olur. Bu kadar sayıda çılgın projeyi zaten dünya iklimi kaldıramaz. %1’lik zümrenin sadece tarifelerde kaybettiği servet düşünüldüğünde, birkaç mega projenin bu para için denizde bir kum tanesi olacağı da aşikâr. Önümüzdeki dönemde bolca çılgın proje göreceksek de bunlar sistemin yapısal sorunlarını çözmeyecek, yalnızca yüzeysel pansuman işlevi görecektir.
Peki ilk iki olasılık, gerçekte pek de olası değilse, bu model nereye inşa edilecek?
Bunun yanıtını yine rakamlarda aramak lazım.
2024 itibarıyla ABD, yaklaşık 2 trilyon dolarlık fiziksel ürün ihraç ederken, 3.27 trilyon dolarlık ithalat yaptı. Yani yıllık ticaret açığı yaklaşık 1.3 trilyon dolar. Bu, 27 trilyon dolarlık ABD GSYİH’si içinde ciddi bir oran.
Bu yüzden “çılgın tarifeler” stratejisi, ABD’ye başta verdiği zarara rağmen aslında içinde bir mantık da taşımıyor değil. ABD, fiziksel ürün savaşını çoktan kaybettiğinin farkında. Çin gibi üretim devleri karşısında artık üstünlük kurması mümkün değil. Bu yüzden agresif korumacı politikalara yöneliyor. İthalatı sınırlamak, üretimi içeri almak istiyor. Kavga ediyor, tehdit ediyor, pazarlık masasında dirsek atıyor. Fiziksel ürün dünyasında artık kaybedecek bir şeyi kalmamış; zaten bu savaşı çoktan kaybetmiş durumda.
ABD’nin asıl ihracat gücü fiziksel ürünlerde değil, veride yatıyor. Bugün dijital altyapılar, sosyal medya uygulamaları, dizi platformları, tarayıcılar, reklam algoritmaları ve arama motorları üzerinden küresel ölçekte bir veri ihracatı yapılıyor. ABD, Netflix üzerinden içerik, Twitter üzerinden reklam, Google üzerinden ise sıralama satıyor. Veriyi yöneten, işleyen ve pazarlayan küresel lider konumunda. Bu nedenle ekonomik modelini de fiziksel ürünler üzerine değil, veri temelli bir hegemonya üzerine inşa etmek zorunda. Araba, çamaşır makinesi ya da yumurta değil; tartışmasız liderlik veride korunacak.
Yeni elitler
Tam da bu nedenle, Trump’ın başkanlık yemin töreni çok şey anlatıyordu. İlk kez geleneksel devlet protokolünün dışına çıkılmış, törenin en görünür alanlarına veri ekosisteminin devleri yerleştirilmişti. Oysa normalde bu koltuklar eski başkanlara, bakanlara ve üst düzey devlet yetkililerine ayrılırdı. Bu kez sahneye en yakın noktada dünyanın en zengin veri şirketlerinin CEO’ları oturuyordu.
Bu yalnızca bir oturma düzeni değişikliği değildi; gücün, temsilin ve meşruiyetin yeni aktörler üzerinden yeniden tanımlandığının sembolüydü. Eskiden siyasi elitlerin yönettiği geçiş töreni, artık dijital elitlerin görünürlüğüyle yeni bir kimlik kazanmıştı.
Yeni dönemin mimarları artık onlar.
Çok beklemeyiz
Önümüzdeki süreçte Trump, fiziksel üretim alanında daha agresif ve çatışmacı bir siyaset izleyecek. Burası onun savunmada olacağı ve masada çözüm arayacağı alan. Bu cephede diplomasi, siyaset ve pazarlık devreye girecek. Bu nedenle karşısındaki liderlerin de tek adam gücünde, kararlı ve bürokratik hantallığa takılmadan müzakere yürütebilecek nitelikte olması şart. Zira bu modelde pazarlık masada yapılmalı, karar da aynı masada alınmalı. İşte bu yüzden Avrupa Birliği gibi modeller bu tablo içinde önemli bir dezavantajla karşı karşıya.
Fiziksel ürünler alanında kavga sürerken, ABD esas savaşı dijital platformlar, algoritmalar ve kullanıcı davranışlarının kontrolü üzerinden kazanmak istiyor.
Bu aşamada en kritik soru şu: Yeni model, fiziksel üretim kavgası ve dijital hegemonya üzerine kurulurken, biz -hem bir ülke olarak hem de bu ülkenin bireyleri olarak- bu oyunun neresindeyiz? Yerimiz neresi olacak?
Şurası kesin; yanıtı öğrenmek için çok beklemeyeceğiz.
Yıkımdan önceki sessizlik sona ermek üzere…