Rengârenk, çok yönlü bir karakter Hayko Cepkin. Yaptığı o sert, biraz da karanlık tınlayan müziğinin ardında fazlasıyla aydınlık, son derece pozitif bir dünyası var. Bunda uzun yıllardır hayatını Ege’de hayvan dostlarıyla, mutluluk içerisinde sürdürüyor olmasının da payı var. İstanbul’dan erken kaçışının ardından huzuru doğada bulanlardan Cepkin. Gerçi sadece İstanbul’dan değil, dünyadan kaçmanın ve hayata meydan okumanın yollarını da arıyor. Gökyüzüne, paraşütlere, atlamaya olan tutkusu biraz da bu arayıştan geliyor. Onunla Kuşadası’nda geçirdiği hayatını, Fethiye’deki yamaç paraşütü girişimlerini, Beşiktaş tribünlerinde davul çaldığı yılları, pandemi döneminde yayınladığı Karantina Günlüğü albümünü konuştuk. Bir yandan müzik yapmaya devam ediyor, bir yandan da ekstrem sporlarla profesyonel olarak ilgileniyorsunuz. Hayatınızın nasıl bir dönemindesiniz? Yaptığım şeyler için “Bunlar karın doyurmayan hobiler, önce mesleğini seç” derlerdi. Tüm bunları mesleğe dönüştürdüğüm için çok şanslıyım. Müzisyen olarak endüstrinin en güzel dönemlerini deneyimledim. Pek çok insanın yapmaya cesaret edemeyeceği bir spor dalını, profesyonel olarak hayatıma ekledim. Şimdi bir de hava sporları şirketimiz var. Birine söylesen “Oğlum yapma” denilecek işlerdi hepsi. Tüm bu hayallerinizi gerçekleştirirken size ne yardımcı oldu? Hayallerimin hepsini gerçekleştirmiş bir insanım ben. Kimileri hayaline hiç ulaşamaz; istikrarlı, hırslı, dirençli değildir. Birçok sebepten dolayı, insanlar önlerindeki yol çatallaştığında, hayallerinden vazgeçip diğer yola sapabiliyor. Ama ben çok inatçı bir insanım. Başaramayacağım şeyleri hayal etmedim. İçinde olmak istemeyeceğim hiçbir şeye elime sürmedim. Bu dönem sizi nasıl etkiledi? Çok yorulduğumu fark ettim. 24 yıl oldu sahneye çıkalı. Milyonlar dinlenmiş şarkılarımız varken, aslında teliflerle hayatımızı idame ettirecek durumumuzun olması gerekiyor. Yorgunluk hissettiğimiz anda nadasa çekilme lüksümüz olmalıydı. Ama bu hiç olmadı. Beste yap, albüm yap, klip çek, konser ver, her şeyi aynı anda yaptık. İnsanların gözünde sanatsal konular basite indirgendiği için zannediliyor ki, bir tarafta sen konserleri yaparken, diğer tarafta besteler oluşuyor. Hem zihinsel, ben bedensel olarak bir tatil gibi geldi bana bu dönem. Benzer bir yorgunluk sizi yıllar önce İstanbul’dan uzaklaştırıp Ege’ye götürmüştü. Selçuk’a 2010 yılında geldim. Buranının yerlisiyim artık. Büyük şehirde başarabileceğimi umduğum hiçbir şeyi başaramayacağımı anlamıştım. Bir de bunalmıştım elbette. Sokağa çıktığımda kaldırımda bile yürüyemiyordun. Motorla trafiğe takıldığım gün, İstanbul’dan taşınmaya karar verdim. Bizim sektörde vardır; “Gidelim buradan” denir ama hep lafta kalır. Sanırım ben “Yeter” deyip gittim. Kuşadası’ndaki hayatınız nasıl? Şehir yorgunluğu, yaptığım koşturmaca zordu. Her şey zamanından çalıyor. Büyükşehirde uyanmak bile zor. En erken 11’de kalkıyordum. Gündüzü kullanmak olgunlaştıktan sonra çok önemli oluyor. Bütün işlerini göreceğin zaman o. Ergenlikte sabahlara kadar oturulur ya, çok tersmiş. Hiç hoşlanmıyorum artık. Kalkınca hayvanlarımı besler, bahçe işlerimi hallederim. Stüdyo hayatım ise hep aynı dört duvar arasında. Nerede olsa fark etmez. Kendimi bedensel ve zihinsel olarak çok iyi hissediyorum. Hayvan dostlarınız kimler? Altı köpek, üç kedi, bir eşekle birlikte hayatımızı sürdürüyoruz şu an. 20’lerimden bu yana evimde hep kedi, köpek vardı. Bahçede koşsunlar isterdim. O hayalimi gerçekleştirdim. Kişisel bağı en fazla bu sayıda hayvanla kurabiliyorsun. Hepsini evladın gibi seviyorsun. Barınak gibi fazla hayvan olsa aynı sevgiyi veremezsin. Bizimkiler ideal. Bu değişim, ruh haliniz müziğinize de yansımış. Son albümünüz Karantina Günlüğü kariyerinizdeki diğer çalışmalara göre farklı bir yerde duruyor. Bilinçli bir tercih miydi bu? Seyirci yeni çıkmış isimlere sahnede çok saygı göstermiyor. Bir uğultu sesi mutlaka olur konserde. Ben müziğe ilk başladığımda önce o uğultuyu bastırmak niyetindeydim. Konuşamayacakları kadar gürültülü bir müzik yapmak istiyordum. Bunu başardım. Şimdi o şarkıların ilk bestelendikleri ham hallerini sunmak istedim. Ben piyano eğitimi aldım. O şarkılar önce piyano ile kaydedildi. Müziğimin içerisinde tasavvufi bir kültür de vardır. Bu işin tasavvuf, mana tarafını öne çıkartmak istedim. Karantina Günlüğü’ndeki şarkılarla bunu yaptım. Müziğe dair neler planlıyorsunuz? Bir senedir evde, bunları düşündüğüm anlardayım. Çok vahşi de, çok dingin şeyler de geliyor aklıma. İçim müzik konusunda bipolar. Müzik sektörünün bir süre aksiyon alamayacağını düşündüğüm için “Yak ortalığı” diyorum içimden. Türkiye’deki müzik endüstrisinin durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Neyi bulursa onun suyunu çıkarma derdi olan bir endüstri. O yüzden gençlere hep derim ki; arkanızda duranlar, hızla çekilecektir. Pandemi sürecinde de anladık ki, biz “lüks tüketim” diye görülüyoruz. İnsanların yaşamaya güçleri varsa sizle ilgilenmeye başlıyorlar. Ama gözden kaçan şey, müzisyenler de aynı yaşam mücadelesi içerisinde. “Bu işler düzelince nasıl olsa birileri şarkı söyler” diye düşünüyor insanlar.
25.06.2021 04:30
Karantina Günlüğü’nün ardındaki hayat
Hayko Cepkin’i “vahşi” şeylerden bu “dingin” albüme getiren, 11 yıldır İstanbul’dan uzak olması. Uğraşması gereken bir bahçesi, altı köpeği, üç kedisi ve bir eşeği var. Ya gökte süzülüyor ya da stüdyosunda çalışıyor. Bu formülden ortaya huzur çıkıyor
2024'e damga vuran 20 yabancı albüm
20 Aralık 2024
Sürgündeki Ezhel’in derdi nedir
13 Aralık 2024
İyiliğin kazandığını hiç görmedik
06 Aralık 2024
Sezen Aksu'yla tanışmak isterim
29 Kasım 2024
Yaşamı anlamlandırmak için müzik yapıyorum
Tüm Yazıları
22 Kasım 2024