07 Aralık 2024, Cumartesi Gazete Oksijen
24.09.2021 04:30

Çok dilli çocuklar hayatta daha avantajlı

Uşak’ın Karahallı ilçesinde doğuyor. Dilin işleyişi ve yaratıcılığı her zaman ilgisini çektiği için üniversitede İngilizce Öğretmenliği okuyor. İsveç Lund Üniversitesi’nde nörodilbilim üzerine yüksek lisansını yaptıktan sonra Stockholm Üniversitesi’nde doktorasını tamamlıyor, öğretim görevlisi ve araştırmacı olarak çalışmaya başlıyor. Bu hafta Gelderland’dayız. Konuğumuz İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi tarafından “Beyinde dil ve duygu gelişimi” alanında yaptığı araştırmalar nedeni ile İsveç Kraliyet Hanedanı ödülüne layık görülen ve ödülünü İsveç Kralı Carl 16. Gustaf’ın elinden alan Türk bilim kadını Dr. Hatice Zora. Zora ile ödül aldığı çalışmasını, dilin ve duyguların melodisini konuştuk. Uşak’ta nasıl bir ortamda büyüdünüz? 

Kendini en iyi ifade ettiği dilin Türkçe olduğunu söyleyen Zora “Ana dilde kendimizi daha yetkin ve samimi hissediyoruz. Yabancı dilde ifadelerimiz daha sıkı bir bilinç filtresinden geçiyor” diyor.
Kendini en iyi ifade ettiği dilin Türkçe olduğunu söyleyen Zora “Ana dilde kendimizi daha yetkin ve samimi hissediyoruz. Yabancı dilde ifadelerimiz daha sıkı bir bilinç filtresinden geçiyor” diyor.
Uşak’ın küçük ve şirin ilçesi Karahallı’da doğdum. Annem ev hanımı, babam emekli muhasebeci. İkisi de eğitime çok önem verirdi. İki erkek kardeşim ve ben orta okuldan sonra okumak için Karahallı’dan ayrıldık ve küçük yaşlarda sorumluluk almayı öğrendik.  Küçükken ne olmak isterdiniz? Sanatçı olmaya merakım vardı. Müzikle, resimle, tiyatroyla kıyısından köşesinden de olsa uğraşmışımdır. Özellikle müzikle daha çok ilgilenebilmeyi isterdim. Hayalini kurduğumuz şeyler bir şekilde hayatımıza dahil oluyor. Ben de şimdi dilin müzikal yönü üzerine araştırmalar yapıyorum. Dillere ilginiz ne zaman başladı? İnsanlar arasındaki iletişim, kelime seçimi, tonlamalar, vücut dili, kısaca dilin işleyişi ve yaratıcılığı her zaman ilgimi çekmiştir. Bu nedenle üniversitede dil okumak istedim ve Hacettepe Üniversitesi İngilizce Öğretmenliği bölümüne girdim. Eğitimimiz esnasında ise dilin kavranması, nörolojik temelleri, konuşma sırasında beynin hangi bölümlerinin daha aktif çalıştığını anlatan nörodilbilim dersleri çok ilgimi çekti ve bu alandaki master programlarını araştırmaya başladım.  Nereye gittiniz? Başka yerleri, ülkeleri keşfetme isteğim de olduğundan, Avrupa Birliği projeleri kapsamında, Danimarka’da bir yüksekokulda çalışmaya başladım. Bir yıl sonra İskandinav ülkelerinin karakterime uygun yerler olduğunu anladım ve İsveç Lund Üniversitesi’ne master başvurumu yaptım. İsveç’e gelmek hayatımda verdiğim en iyi kararlardan biri. 23 yaşında hiç yurt dışına çıkmamış birisi olarak, etrafımdan çok iyilik, yardım gördüm. Emeğin değer gördüğü, insanların hayal kurabildiği ve hayallerini gerçekleştirebildiği bir memleket İsveç.  Master konunuz neydi? Nörodilbilim üzerine master yaptım. Beyin görüntüleme teknikleriyle tanışıklığım da orada başladı. Beynin elektriksel aktivitesini ölçen bir teknik olan Elektroensefalografi (EEG) tekniği üzerine eğitim aldım. Bu teknik, dille ilişkili beyin fonksiyonlarını anlamamıza yardımcı oluyor.  Örnek verir misiniz? Katılımcılarımıza minik akustik farklılıkları olan kelimeler sunuyoruz ve bir farklılık duyup duymadıklarını soruyoruz. Misal “kitap” yerine “kitab” dense çok fark etmiyoruz. Ama o sırada beyin aktivitelerine baktığımızda, farklılıklar olduğunu görüyoruz. Yani bilinçli bir şekilde algılamadığımız sesleri bile, beynimiz kodlayıp, anlamlandırabiliyor. Master tezim de bunun üzerineydi. Burada edindiğim tecrübe bana Stockholm Üniversitesi’nde doktoranın kapılarını açtı.  İsveç Kraliyet Akademisi Ödülü’nü aldığınız, “Beyinde Dil ve Duygu Gelişimi” üzerine olan çalışmalarınızdan bahseder misiniz? İletişimin doğasını anlamak için duygu ve düşünce arasındaki ortak yaşamı çözmemiz gerekiyor. Ben bu sorunu “prozodi” de dediğimiz dilin melodik öğelerini yani tonlama, vurgu ve ritim gibi öğeleri kullanarak ele alıyorum. Prozodiyi hem duygularımızı aktarmak, hem de düşüncelerimizi ifade etmek için kullanıyoruz. Sadece tonlama ve vurguyu kullanarak aynı anda hem öfkeyi ve sevinci, hem de kelimeleri  birbirinden ayırt edebiliyoruz. Konuşmayı daha etkili, daha ahenkli, daha ilgi çekici hale getiriyoruz. Ben beynin bu iki işlevi, konuşma esnasında paralel olarak nasıl işlediğini ve en dıştan en içe beynin farklı bölgeleri arasındaki iletişimi araştırıyorum. Mesela kelime kullanmadan da, sadece tonlamalar ile bir bebeğe davranışını onaylayıp onaylamadığımızı gösterebiliriz. Tonlamayı dil için kullandığımızda tepki beynin üst bölgelerinde, tonlamayı duygular için kullandığımızda ise tepki beynin daha iç bölgelerinde oluşuyor. Şu ana kadar elde ettiğimiz veriler beynin bu iki işlevi, aynı akustik öğelere dayanmalarına rağmen, ayırt etmekle kalmayıp, etkili bir iletişim için birleştirdiği yönünde.  “Dillerin melodisi”, “Duyguların melodisi” tanımlarını kullanıyorsunuz. Açıklar mısınız? Duygu durumumuza göre, farkında olmadan farklı melodilerde konuşuyoruz. Mutluyken daha hızlı tempoda, yüksek tonda ve sesle konuşuyoruz mesela. Üzgün olduğumuzda ise bunun tam tersi. Robotik, monoton bir konuşmayı sıkıcı buluyoruz. Özellikle şu pandemi döneminde, maskeler yüzün büyük bir kısmını kapladığı için, karşımızdaki kişinin ruh halini anlamakta ses tonuna daha fazla güveniyoruz. Duygusal prozodinin evrensel olduğunu da söyleyebiliriz. Dilin melodik yapısı ise daha sonradan öğrendiğimiz bilişsel işlevleri kapsıyor. Karşımızdaki kişinin soru sorup sormadığını veya konuşmaya devam edip etmek istemediğini prozodi sayesinde anlıyoruz. Mesela İstanbul’un ilçesi olan ‘Bebek’ ve çocuk anlamındaki ‘bebek’ vurgu sayesinde birbirinden ayrılıyor. Bazı dillerde geçmiş zamanı gelecek zamandan prozodi sayesinde ayırt ediyoruz. Her dilin kendine özgü bir prozodisi bulunuyor ve biz buna daha anne karnında maruz kalıyoruz. Yeni doğmuş bebeklerin, sadece prozodiyi kullanarak farklı dilleri ayırt edebildiğini biliyoruz. 
Zora ödülünü İsveç Kralı Carl 16. Gustaf’ın elinden aldı.
Zora ödülünü İsveç Kralı Carl 16. Gustaf’ın elinden aldı.
Bu araştırma bitince hangi amaca hizmet edecek? İlk ve en önemli amaç dilin nasıl işlediğini ortaya koymak ancak dilsel ve duygusal iletişimin beyindeki karşılığını görmek birçok açıdan işimize yarayacaktır. Etkili bir iletişim hem duygusal hem de bilişsel yetilere dayanır. Yapılan çalışmalar bazı psikolojik ve psikiyatrik rahatsızlıklarda bu iki yetinin de kusurlu olduğunu gösteriyor. Şizofren ve sağlıklı bireyler üzerinde yaptığımız bir pilot araştırmada, şizofren bireylerin prozodi farklılıklarını algılamakta yetersiz kaldıklarını gördük. Duygu ve düşünce arasındaki ilişkinin anlaşılması, bu rahatsızlıkların doğasını anlamamızı sağlayacak ve dolayısıyla tedavi ve rehabilitasyon seçenekleri sunmamızı kolaylaşacaktır.   Göçmen çocukları en az iki hatta üç dilli büyüyor. Bunun avantajları ne? Çalışmalar çok dilli çocukların daha iyi dikkat ve konsantrasyon yeteneği gösterdiklerini, farklı durumlara daha iyi adapte olduklarını ve anlaşmazlıklarla daha iyi başa çıkabildiklerini gösteriyor. Ayrıca yeni perspektifler kazandıklarını ve kültürel farklılıkları daha iyi içselleştirdiklerini düşünüyorum. Siz kaç dil konuşuyorsunuz? Farklı diller konuşurken, kendinizle ilgili nasıl gözlemleriniz oluyor? İngilizce ve İsveççe. İngilizce öğrenmek İsveççe’den daha zordu açıkçası. Dil, sınıf ortamında öğrenildiğinde, bir amaç haline geliyor ve üzerimizde bir baskı oluşturuyor. Ancak, dili o kültürün ve yaşantının içinde öğrendiğimizde bir araç halini alıyor ve daha doğal öğreniliyor. Tabii ki hiçbir dilde, kendimi Türkçe’deki kadar iyi ifade edemiyorum. Ana dil, otomatik ve duygusal bir öğrenme süreci içerirken, sonradan öğrenilen dil daha analitik ve bilişsel bir şekilde işleniyor. O yüzden, özellikle duygularımızı ifade ederken, ana dilde kendimizi daha yetkin ve samimi hissediyoruz. Yabancı dilde ifadelerimiz daha sıkı bir bilinç filtresinden geçiyor. Tabii bunun faydaları da var. Mesela? Çalışmalar, yabancı dillerde duygusal ifadelere ani tepkiler vermediğimizi gösteriyor, ve bu da anlaşmazlıklarla daha iyi başa çıkmamızı sağlıyor. Tam da farklı dillerde farklı düşündüğümüzü söyleyecektim. Konuştuğumuz dilin düşünce şeklimizi etkilediğini gösteren çalışmalar mevcut. Mesela bazı diller nesnelerin konumunu tanımlamak için ‘sağ’ ve ‘sol’ terimleri yerine, ‘kuzey’ ve ‘güney’ gibi ana yönleri kullanıyor. Bu dilleri konuşan insanların daha iyi bir yön duygusuna sahip oldukları söyleniyor. Bazı dillerde nesneler cinsiyetlere ayrılıyor. ‘Anahtar’ kelimesi Almanca’da maskülen iken İspanyolca’da feminen olarak kategorize ediliyor. Bu kelimeyi tanımlarken Almanca konuşanların maskülen, İspanyolca konuşanların ise feminen sıfatları kullanma olasılıkları daha yüksek görülüyor. Tabii bu düşünce şeklinde kültür ve diğer bilişsel işlevlerin de payı var. Ödülünüzü İsveç Kralı’nın elinden aldığınızda ne hissettiniz? Çok mutlu ve gururluydum. Emeklerinizin karşılığını alabilmek, çalışmalarınızın takdir görmesi harika bir duygu. Tören sonrasında, Kral’la ve diğer kraliyet üyeleriyle birebir sohbet etme fırsatım da oldu. Çok sevecen ve doğal insanlar. Bilime ve bilim insanına değer veriyor, gerekli ilgi ve desteği gösteriyorlar. Şu an ne üzerinde çalışıyorsunuz? Hedefleriniz neler? Son zamanlarda Fonksiyonel Manyetik Rezonans Görüntüleme (fMRI) tekniği üzerine yoğunlaşıyoruz. Hedefimiz, beynin derinliklerine inip sözlü iletişimin evrimi üzerine deneysel çalışmalar yürütmek. “Dil tarih içerisine nasıl duygusal iletişimden, sözlü iletişime geçti ve bugün konuştuğumuz hale geldi?” sorusuna cevap arayacağız. Farklı dillerdeki tonlamalar üzerine, bir de kitap yayına hazırlıyoruz. Ayrıca yeteri kadar deneyim edindiğimde kendi laboratuvarımı kurmak istiyorum.