Dört kadın odadaki dört sandalye ve ortasında duran yuvarlak ahşap sehpaya doğru ilerler. Sandalyelerin kılıflarını çıkartıp üstlerine giyer, iskeletini katlayıp bavul haline getirirler. Biri sehpanın orta kısmını çıkarır, içine girer, yukarı çekip beline etek olarak sabitler. Seyirciler çılgınca alkışlarken kadınlar odadan çıkar. Odada hiçbir eşya kalmamıştır. Bundan 21 yıl önceydi ve seyirciler moda tarihinin en ufuk açan anlarından birine tanık olmuştu. Bu hafta Londra’dayız. Konuğumuz kendisini “farklı disiplinlerde göçmen” olarak tanımlayan, köksüzlük, kültür farklılıkları, hareket gibi kavramlardan yola çıkarak bizleri “kavramsal moda” ile tanıştıran, İngiltere’de iki kere yılın modacısı seçilen, TIME dergisi tarafından dünyanın en önemli 100 modacısından biri ilan edilen, tasarımları New York Met, Moma gibi müzelerde sergilenen Kıbrıs Lefkoşa doğumlu Hüseyin Çağlayan. Çağlayan ile yaratıcılığını besleyen kavramları, Covid-19’dan nasıl etkilendiğini, Karaca için tasarladığı yemek takımlarının felsefesini konuştuk. Çocukluğunuzdan, modaya olan ilginizden başlamak istiyorum. Kıbrıs’ta doğdum, hayatımın büyük bir bölümünü Londra’da geçirdim. Annemle babam ben çok küçükken boşandığı için kadınlar arasında büyüdüm ve kadın gücünden çok etkilendim. Öte yandan çocukluğumda teknolojiye özellikle uçak teknolojisine çok ilgiliydim. Bir de hikaye anlatmaya meraklıydım ve hikayelerimin merkezinde hep insan bedeni vardı. İleriki yıllarda bu üç unsur birleşti ve moda okumaya karar verdim. Londra Saint Martins Sanat Koleji’ne girdim. Mimar da olabilirdiniz diyecektim. Modayı, iyi giyinmeyi seviyordum ancak moda okusam bile disiplinler arası bir iş yapacağımı biliyordum. İnsan kültürümüzün merkezi. Varoluşumuzu geliştirmek ve başka boyutlara götürmekti amacım. İngiltere’de büyümek de tasarım mantığınızı etkiledi değil mi? Tabii. Küçük yaşta anneden ayrılmak, özlem, iki ülke arasında uçak yolculukları, farklı kültürler arasında kalmak, bunun zorlukları ve zenginlikleri hep yaratıcılığımı geliştirdi. Elimde olan ve olmayan ne varsa kreasyonlarıma aktardım. Bizim yetiştiğimiz coğrafyada el yeteneği, işçilik gelişmiştir. Ailemde de böyle çok yetenekli insanlar var. Fakat İngiltere’de yaratıcılık izole bir durum değil, tüm dallarla bağlantılı. Müziğe, sanata, yemeye içmeye olan ilgim Londra’da beslendi ve tasarım konusunda ufkumu açtı. Ben bu işi asla Kıbrıs’ta yapamazdım, hatta o yılların Türkiye’sinde de yapamazdım. Saint Martins yıllarını biraz anlatır mısınız? Öğrenciyken parasızdım. Elimdeki imkanlarla tasarlar, üretirdim. Sonradan parasızlığın ufkumu çok açtığını anladım. Şimdiki öğrenciler üniversitelerde müşteri muamelesi görürken, parasız öğrenciler halen daha yaratıcı çözümler buluyorlar. Kendim de Berlin’de profesörlük yaptığım için biliyorum. Saint Martins o yıllarda Soho’nun ortasındaydı. Soho hem tehlikeli, pis bir yerdi, hem de heyecan vericiydi. Ucuz makarna yerken önümüzden Tilda Swinton geçerdi. Ardından bakakalırdık. Mezuniyet koleksiyonunuz Brown’s mağazaları tarafından satın alınmış. Bu nasıl oldu? Benden 10 yıl önce Browns vitrini John Galliano’ya verilmişti. 10 yıl sonra yeni mezun bir öğrenciye verilmesi İngiltere’de bütün dikkatleri üzerime çekti. Koleksiyon mekanik dünya bakışı ile doğu felsefesini kıyaslıyordu. O kıyafetler sanki orada yaşamış ve bir hayatları olmuş gibi bir hikaye yaratmıştım. Giyilebilen kağıt elbiseler yırtılıyor, diğer parçalara gömülüyor, toprakta kökleniyor, yerine başka elbiseler çıkıyordu. Şiirsel bir koleksiyondu. Bir anda basında yer almaya başladım. Tasarımlarımı Bjork konserlerinde giymeye başladı.
22.10.2021 04:30
Göçmen kimliğimi, ayrılığı tasarımlarıma aktardım
TIME Dergisi’nin dünyanın en önemli 100 modacısından biri seçtiği Hüseyin Çağlayan Oksijen'e konuştu
Bir sabah uyandınız ve hiç koku almıyorsunuz…
08 Aralık 2023
Pişirdiklerimi yiyen duygusallaşıyor
28 Nisan 2023
Türkiye’de yaşarken de göçmendim
27 Ocak 2023
Güzel bir film izlerken akan gözyaşı iyileştirir
Tüm Yazıları
04 Kasım 2022