23 yaşında redaktör olarak başladığı Almanya’nın en büyük televiyon kanalı RTL’de 23 yıldır en çok izlenen şov programlarını sunuyor. 2011’de Bild’in Almanya’nın gelmiş geçmiş en etkili, en güzel 50 kadını listesine 14’üncü sıradan giriyor. Anne babasının hikayesini anlattığı kitabı ‘Guten Morgen Abendland’ (Günaydın Batı) Almanya’da aylarca çok satanlar listesinde yer alıyor. Temmuz 2021’de Ren Vestfalya Eyaleti (NRW) tarafından eğitim, mültecilik ve kanserin önlenmesi, kadın ve çocuklarla ilgili çalışmaları nedeniyle liyakat nişanına layık görülüyor.
Bu hafta Köln’deyiz. Konuğumuz Almanya’nın en ünlü sunucularından Nazan Eckes. Eckes ile küçük yaşta yaptığı hayat seçimlerini, yeni projelerini, babasının Alzheimer hastalığı nedeniyle ailece yaşadıkları zorlu süreci konuştuk.
Çocukluktan başlayalım mı?
Ailem 1960 yılında Köln’e misafir işçi programıyla göçmüş. Annem ve babam uyum sağlamanın önemine inanan insanlar olduğu için hemen Almanca öğrenmişler. Ben Köln’de doğdum ve okula gittim. Sınıfımdaki tek Türk çocuktum. Tüm arkadaşlarım Alman’dı ve anneleri çalışıyordu. Türk kadınlarının çoğunun sosyal hayata katılamadığını, ömürlerinin çocuk bakmakla, yemek pişirmekle geçtiğini fark ettim. Almanya’da nasıl algılanmak ve yaşamak istediğimin kararını çok erken yaşlarda verdim. Burada doğduğum için seçme şansım vardı. Başkalarının benim adıma karar vereceği bir hayatı değil, kendi kararlarımı kendim verebileceğim bir hayatı seçtim. Bunun da ilk yolunun dili aksansız ve bir Alman kadar iyi konuşmaktan geçtiğini yine çok küçük yaşlarda fark ettim ve çocukken çok kitap okudum.
Ailem fark yarattı
İki kültür arasında çok bocalamadınız o halde.
Ailem açık fikirli insanlar olduğu için diğer Türk çocuklarına göre çok daha az bocaladığımı söyleyebilirim. Ben Alman arkadaşlarımın evine gider, Noel’i kutlardım. Onlar bayramlarda bize gelir, adetlerimizi görürdü. Adaptasyonun, farklı bir ülkede gelecek kurmanın ilk şartı dili çok iyi konuşmaksa, ikincisi de kültürü öğrenmek. Biz Türkler bazen farklı kültürleri öğrenmeye, onlara saygı göstermeye kapalı oluyoruz. Ailem bize Türk kültürünü öğretti ama Alman kültürünü de öğrenmenin önemini vurguladı. Ufak tefek şeylere karışırlardı. Mesela akşam dışarı çıktığımızda benim arkadaşlarımdan daha erken eve dönmem gerekirdi.
Almanya’da Türklere genel yaklaşım nasıldı?
Ben yabancılık ve farklılık hiç hissetmedim. Ama bu benim karakterimle de alakalı. Herhangi bir ayrımcı tavır olduysa da üstüme hiç alınmazdım. Fakat çocuk deyip geçmeyelim, algıları çok açık olur. Etrafımda Türklerin sevilmediğini, dalga geçildiğini, dışlandığını duyardım. Babamın iş yerinde zorlandığını anlardım ve üzülürdüm. Sanırım bunların etkisiyle “Hayatta neyi yapacaksam, onu çok iyi, hatta en iyi yapmalıyım” duygusuyla büyüdüm.
İlk işiniz?
Stajyer olarak bir müzik kanalında başladım. İki yıl redaktör olarak çalıştıktan sonra müzik kanalından sıkıldım. Hem politika okumak üzere üniversiteye başvurdum, hem de Almanya’nın en büyük televizyon kanalı RTL’e... İkisinin de kabulü aynı gün geldi. RTL büyük fırsattı. Bir daha karşıma çıkmayabilirdi. “Bir-iki yıl deneyeyim, olmazsa yine üniversiteye başvururum” diyerek RTL’i kabul ettim. 23 yaşındaydım, 23 sene oldu.
İlk yayına çıktığınız günü hatırlıyor musunuz?
RTL’de altı ay sonra bir gün hava durumunu sunmam istendi. Yaz olduğu için annemler Türkiye’deydi. Kardeşlerim, arkadaşlarım herkes tatildeydi. İş için Düsseldorf’tan Hamburg’a taşınmıştım. Yapayalnız ve heyecan içinde o ilk programı sundum. Ertesi gün Bild gazetesine haber oldum. Bild Türkiye’de belli bayilerde satılıyordu ve hava durumunu sunduğum Türkiye’de duyuldu. Annem heyecanla aradı, “Kızım Türkiye’de haberin çıktı” diye. Babam ilk iki haftalık programları videoya çekmişti, hala saklar. Arada izleyip gülüyorum ben de. Allı pullu giysiler, abartılı bir makyaj... O ilk günler çok özel bir yolda yürümeye başladığımı anlamıştım ve kendimi bu yola adadım.
Alman medyasında bir Türk kızı olarak yükselmenizden rahatsız olanlar oldu mu?
Mutlaka olmuştur. Önemsemedim, üstüme almadım, engel olarak görmedim. Yükselebilmek için Türk olduğumu saklamak gibi bir strateji gütmedim. Almanya doğumlu olmama rağmen, Alman’ım demedim; Türk’üm ve Alman’ım dedim. Türklüğümü hep bir avantaj olarak gördüm. Egzotikliğime vurgu yaptım. Herkes sarışınken, ben kumrallığımla öne çıktım. Soyadımı ilk eşimle evlenene kadar Üngör olarak kullandım. Çok hırslı biriyim, öz güvenliyim. Yoluma devam ettim.
Almanya’da sokakta rahat yürüyor musunuz?
İlk yıllarda biraz zorlandım. İnsanların beni tanıması, iltifat etmesi çok güzel bir histi ama bir yandan da devamlı takip ediliyormuşum gibi geliyordu. Yıllar geçtikçe alıştım. Bir de Almanya Türkiye gibi değil. İnsanlar sokaklarda ünlü görmeye çok alışık oldukları için nadiren ve kibarca yaklaşıyorlar.
2011’de çıkan kitabınız ‘Guten Morgen Abendland’ (Günaydın Batı) Almanya’da aylarca en çok satanlar listesinde kalmıştı. Hikayesi neydi?
Gençken annemle babama çok soru sorardım “Niye Almanya’ya geldiniz, nasıl alıştınız, ailenizi özlemediniz mi?” diye. Babam herkesten çok çalışırdı, annem annesini senelerce görmedi. Karşılaştıkları tüm zorluklara rağmen burada bir hayat kurdular ve üç çocuk büyüttüler. Başarılı bir iş kadını olduğumda bu hikayeyi Almanlara anlatmak, onları bir Türk ailesinin oturma odasına davet etmek istedim. Çünkü bu sadece benim ailemin değil, Almanya’ya misafir işçi olarak gelen bir neslin hikayesiydi. “Türkler ülkemize hücum etti, tüm işleri kaptı” diye bakan, sokakta örtülü kadın görmekten hoşlanmayan Almanların kafalarındaki algıyı değiştirmek istedim. İşe yaradı da... Kitabım Almanya’da çok ses getirdi. Birçok programa kitabımı anlatmak üzere davet edildim.
Yeni kitap var mı?
2022’de iki yeni kitap geliyor. Biri çalışan annelere ev ve iş yaşam dengesini tutturabilmek için ipuçları sunuyor. Diğeri Türk yemekleri tarifleri... İkisi için de çok heyecanlıyım.
Medyanın durumunu nasıl görüyorsunuz?
Maalesef etrafımda medyaya inanmayan insan sayısı çoğaldı. İnsanların haberleri sosyal medyadan takip eder hale gelmesi, Facebook’a gazetelerden daha fazla inanmaları çok acı. Tam bir bilgi kirliliği var ortada. Özellikle Covid döneminde bu çok arttı. Medyanın halkın güvenini tekrar kazanması gerek.
İş hayatında gençlere tavsiyeleriniz?
Hiçbir engel tanımasınlar. Kendilerine güvensinler. O ülkenin vatandaşı bir çalışıyorsa, onlar iki çalışsınlar. En iyisi olmak için gayret etsinler.
Sonrası size kalmış
Çok çalışmaya vurgu yaptınız. Güzelliğiniz sayesinde başarılı olduğunuzu düşünenlere ne dersiniz?
Ekran önünde iyi duracağımı düşünerek gençlikte bana bir şans verilmiş olabilir. Tabii ki ekran önü işlerde güzellik, rahatlık önemli. Fakat sonrasını değerlendirmek size kalmış. Ben eğer çok çalışmasaydım, işime hakim olmasaydım, ekranda boş laflar etseydim, kimse bana 23 yıl boyunca ‘güzelim’ diye iş vermezdi. Tam tersi, kariyerimi güzelliğimle elde etmediğimi göstermek için ben herkesten iki kat fazla çalıştım. Hala da öyle. İki çocuğum olduğu halde tam bir işkoliğim. Çok şanslıyım ki seyirci de 23 yıldır beni ekranda görmekten bıkmadı. Şu anda pazartesi akşamları “Extra” isimli bir magazin programı sunuyorum ve yeni projeler için görüşmelerim var.
Babanızın Alzheimer olması nedeniyle yazın bir süreliğine RTL’e ara vermişsiniz, değil mi?
Evet, hayatımda ilk kez işe dört ay ara verdim ve bu süreyi aileme ayırdım. Çok zor bir süreç. Babam fiziksel olarak çok sağlıklı görünmesine rağmen her geçen gün bizden uzaklaştı. Önce hafif unutkanlık başladı. Sonra isimleri unutmaya başladı. Şu aşamada kendi dünyasında kaybolmuş durumda. Biz çocuklarını ve torunlarını tanımıyor. Hasta yakınları için kabullenmesi çok zor bir hastalık. Annem bakabildiği noktaya kadar kendi baktı ama şimdi profesyonel yardım alıyoruz. 55 yıldır Almanya’da yaşayan, yazları Türkiye’ye giden anne ve babam, doktorun da tavsiyesiyle artık memleketleri Eskişehir’de daha sık kalacak. Köyde çocukluğundan birçok anı buluyor. Türkçe konuşmak, Türk yemeği yemek onu mutlu ediyor. Türkçe müzikler dinlediğinde yüzü aydınlanıyor. Bizim de tek tesellimiz onu mutlu görebilmek.