29 Mart 2024, Cuma
29.01.2021 08:00

Türk restoranında caz söyleyen kızın yükselişi

Amsterdam’da doğdu. Piyanoya 7, şarkı söylemeye 14 yaşında başladı. Konservatuvara giremedi ama dünyaca ünlü North Sea Caz Festivali’nde sahneye çıktı. Hollanda’nın en prestijli müzik ödülü Edison’u kazandı. Türkçe şarkılara cover yapmaya bayılıyor. Kendi besteleri var. Genç yaşına rağmen 35’ten fazla ülkede konser verdi, Carnegie Hall’da tam üç kez sahne aldı. Bu hafta Amsterdam’dayız. Karsu’nun öyküsünü dinliyoruz
Ailenizden bahsedebilir misiniz? Annem, 8 yaşındayken, ailesiyle birlikte bir VW minibüse atlayıp Hollanda’ya göç etmek üzere yola çıkıyor. Kolera salgını nedeniyle Bulgaristan sınırındaki mülteci kampında, buz gibi havada üç hafta bekledikten sonra Amsterdam’a varıyorlar. Babam, 1980 darbesinden sonra, henüz 20 yaşındayken politik mülteci olarak Hollanda’ya göçüyor. Her ikisi de Hatay’ın Karsu köyünden... Babamın memleket özlemi çok olurdu, ben küçükken. Annem eğitim uzmanı, son 10 yıldır menajerliğimi yapıyor. Babam sosyal hizmetler uzmanı ve uzun yıllar Amsterdam’ın ünlü Türk restoranı Kilim’i işletti.  Amsterdam’da Türk çocuğu olarak büyümek nasıldı? Amsterdam’da harika bir çocukluk geçirdim. Her kültürden, etnik kökenden insanla birlikte büyümenin müziğime katkısı büyüktür. Ufak tefek şeyler yaşadım ama bu tür hikayeleri Hollandalılar da yaşıyor.

“Bir Türk iyi Hollandaca konuşamaz” diyorlardı

Fotoğraf: Selçuk Danyıldız
Fotoğraf: Selçuk Danyıldız
İlkokulda çok iyi hazırlandığım bir ödevimden beklediğim notu alamayınca öğretmenime nedenini sormuştum. “Senin Türk çocuğu olarak ileri seviyede Hollandaca kelimeler kullanman mümkün değil.” demişti. Bu tür hikayelerin bugün olmak istediğim kişi olmamda katkısı büyüktür. Annemle babam bizi “Göçmen çocukları olarak başarmak için herkesten çok çalışmalısınız. Ne yaparsanız yapın, en iyisini yapın” diyerek büyüttü. Biz de öyle yaptık.  Müziğe nasıl başladınız? 7 yaşında piyanoya, 14 yaşında şarkı söylemeye ve beste yapmaya başladım. Açıkçası şarkı söyleyebildiğimi bilmiyordum. Pedagog olmak istiyordum. Sahneye ilk çıkışınız babanızın restoranında mı oldu? 16 yaşındayken babamın restoranında hem garsonluk yapıyordum, hem de orada bulunan piyanoyu çalıyordum. Bir gün bir müşteri, “Bize de çal” dedi. Zamanla o çalmalar, hafta sonu konserlerine dönüştü. Bu konserler bana cesaret verdi, farklı kitleler önünde şarkı söylemeyi öğretti. Eşsiz bir deneyimdi.

Ünlü yönetmen restoranda keşfetti

Ünlenmenizi sağlayan olay rejisör Mercedes Stalenhoef’un babanızın restoranında sizi dinleyip, belgeselinizi çekmesiyle mi oldu? Türk restoranında, caz söyleyen bir kız olduğu Amsterdam’da kulaktan kulağa yayıldı. Malum, ilginç bir kombinasyon. Plak yapımcıları, müzisyenler, menajerler restorana gelmeye başladı. Bir gün Mercedes geldi. Ben de masasına servis yapıyorum. “Az önce çalan albüm kime ait?” diye sordu. Az önce çalanın ben olduğumu söyledim. Anlamadı, ısrarla “Sen garsonsun, ben albümü soruyorum.” dedi. Birkaç hafta sonra geri geldi ve belgeselimi çekmek istediğini söyledi. Ne hissettiniz? Çok önemsemedim. Yaşlandığımda iyi bir anı olacağını düşündüm. Çekimler beş yıl sürdü. Birlikte New York’tan, Karsu Köyü’ne kadar gittik.  Sonra kariyeriniz nasıl ilerledi? Müzik okumaya New York’a gittim. Carnegie Hall’da üç konser verdim. Medyanın dikkatini çektim. Babamın restoranı dolup taşınca, 1000 kişilik büyük bir konser vermeye karar verdik. Biletler bir haftada tükendi ve yeni teklifler geldi. Pedagoji eğitimini rafa kaldırıp, konservatuvara girmeye karar verdim.

“Köyde herkesin çayını içiyorum”

Hayat siz planlar yaparken, başınıza gelenler, olmuş. Evet ama konservatuvara giremedim. Yine de, kariyerime müzik alanında devam ettim. Bugün, kendi plak markam, yarısı kadınlardan oluşan harika bir ekibim, dört albümüm var. Kendi şarkılarımı, prodüksiyonlarımı yapıyorum. Dünya turnelerine çıkıyorum.  Konservatuvara giremeyince ne hissettiniz? Çok büyük hayal kırıklığı yaşadım. Öz güvenim kırıldı. Daha çok çalıştım. Birkaç yıl sonra North Sea Caz Festivali’nde binlerce kişinin önünde şarkı söylerken, beni kabul etmeyen doçentlerden biri en ön sıradan onaylayarak izliyordu. Mutlu oldum. 2016’da Edison Ödülü’nü kazanınca kendime güvenim tekrar geldi. İsminizi Hatay’ın Karsu köyünden alıyorsunuz. Bağınız nasıl orayla? Karsu’nun müthiş bir doğası var. İncir ağaçları, zeytin ağaçları... Küçükken her yaz gider, televizyonsuz, internetsiz hayatın keyfini çıkartır, şahane yemekler yerdik. Artık Hatay çevresinde tanınıyorum. Sokağa çıktığımda, selamlaştığım herkesin bir çayını içiyorum. 

“Öldüğümü sandıkları feci trafik kazası...”

19 yaşında geçirdiğiniz kaza hayatınızı nasıl değiştirdi? Amsterdam’da kuzenimin düğünü vardı. Dışarıda müzisyenleri görüp onlara katılmak istedim. Evden darbukayı almak için arabaya atladım. Yolda telefonum çaldı. Ve büyük bir kaza. Ağaca çarpmışım. Herkes öldüğümü sanmış. Bu olaydan öğrendiğim, hayatın çok kısa olduğu ve kendim için yaşamam gerektiği... Hayatı ciddiye almıyorum. Pandemi döneminde bile pozitif duygulara ve onun öğrettiklerine odaklanıyorum. Ne öğretiyor size? En zorlandığım şeyi, sabırlı olmayı... Hayatımdaki birçok şeyin kontrolü elimdeyken, artık değil. Özellikle müzisyenler için çok zor zamanlar. Seyircilerimizle canlı müziğin büyüsünde buluşmayı sabırsızlıkla bekliyoruz. 

Hollanda’da yemek yazarlığı da yapıyor

Son albümünüzde “Sana ne!” diye bir şarkınız var. Öyküsünü anlatır mısınız? “Elalem ne der?”e karşı tepkim bu şarkı. Bizim Türk kültüründe en özel sorular rahatlıkla soruluyor: “Ne zaman evleneceksin, ne zaman çocuk yapacaksın?” gibi... Bir de, insanlar çok yalnız ve sosyal medyada durmadan birilerini eleştiriyorlar. “Niye o elbiseyi giydin, niye o makyajı yaptın?” Şarkıda dediğim gibi; “Hayat benim hayatım! Sana ne!” Şahane yemekler yapıyorsunuz gördüğüm kadarıyla...  Yemek en büyük tutkularımdan biri! Yakın zamanda buranın en iyi yemek dergilerinden birinde köşe yazarı oldum. İkinci hobimi de işe çevirmeyi başardım. Tepsi kebabı, sarma, katıklı ekmek, künefe... Her tür yemeği yapmayı seviyorum.