22 Aralık 2024, Pazar Gazete Oksijen
24.09.2021 04:30

Aşkın kimyasını yazsam yeniden

Aşk için şu ikisi de söylenebilir: 1- Aşk iyileştirir. 2- Aşk hasta eder. Bu iki sonuca da varabilen aşk duygusunu, felsefi, toplumsal açıdan değil, biyokimyasal açıdan inceleyelim. Aşk, bu iki olasılığı içinde aynı anda nasıl taşıyor, görelim. Öncelikle aşkı, karşınızdaki kişiden bağımsız, kanınızdaki hormonlar olarak ele alacağımızı belirtelim. İşin içinde hormonlar ve nörotransmiter peptidler var. Aşk duygusunun bir takım hormonlara bağlı oluşması evrimsel bir gereklilikti. Doğru eş ile çiftleşip, yavru için doğru büyüme ortamı yaratabilmek için bu gerekliydi. Ayrıca aşk duygusunu oluşturan hormonlar sadece iki kişi arasındaki durumu belirlemekle kalmaz, bireylerin sosyal interaksiyonlarını da belirler. Yine evrimsel olarak canlılar, kendi türleriyle bir arada olmak durumundaydılar. Toplumsal devamlılık için benzerlerine yakınlık ve koruma duygusu hissetmek zorundaydılar. Milyonlarca yıl geçti ancak hala ilkel zaman hormonlarımızın etkisini, belki daha ince ayarlı olarak ama yine aynı şekilde yaşıyoruz. Bu hormonlar ve nöropeptidlerden birkaçından bahsetmem gerek. Hepsinin üzerimizde yarattığı duygu farklı çünkü. Aşkı evrelere ayırarak başlayalım.

Aşkın şehvet evresi

Aşkın başlangıç evresinde şehvet ve çekim var öyle değil mi? Bunları bizde yaratmayan birine aşk duygusu beslememiz zor. Şehvetten bahsedince libidoyu kastederiz. Libidonun temelini her iki cinste de testosteron oluşturuyor. Çiftleşme arzusu yaratan hormon. Kadınlarda östrojen de libidoya etkili. Kadınların yumurtlama dönemlerindeki artan libidoları bunun sonucudur. Bu iki hormon aşk işinin en ilkel kısmıdır diyelim.

Aşkın çekim evresi

Çekim aşamasına gelince orada dopaminden ve noradrenalinden söz etmeliyim. Bu ikisi de oldukça ‘başı belaya sokucu’ hormonlar. Noradrenalin, içinde adrenalin kelimesi geçmesinden anlayacağınız gibi bir hareket arzusu, bir iç kıpırdaması, yerinde duramama hali yaratır. İstediğinizi almak için sizi harekete geçirir. Ben noradrenaline pek kızmıyorum, onu stres hormonu kortizolün daha yapıcı kuzeni olarak görüyorum. Gelgelelim dopamini sevsek mi kızsak mı belli değil. Dopamin bağımlılığın hormonudur. Beyindeki ‘ödül’ merkezi dopamin ile çok ilişkilidir. Bir şeyi tekrar tekrar, giderek artan dozda istiyorsanız orada bir dopamin durumunuz olabilir. Dopaminin beyinde yaptığı etki, ilaç bağımlılarının veya kumarbazların beyinlerinde olan duruma benzer. Elbette bu aşkta çok daha makul dozlardadır. Ancak dopamin olmadan çekim duyup o ‘ödülün’ peşinde koşmak zor.  Ödüle değeceğini düşündüren şey, o ödülü elde etme fikrinin bizde yarattığı dopamin seviyesi. Zaten ‘kara sevdalar’ bu hormonun başının altından çıkar. O yüzden ‘kavuşamama’ durumu en çok da dopamini besler. Nazım Hikmet’in aşkları meşhurdur, ancak kavuşamamak teması hep vardır. Yani dopamin hormonu, ödül ile aranızda engel varsa sürekli yüksek kalır. Normal şartlarda aşkın ilk zamanları geçince dopamin ‘reseptörleriniz’ doygunluğa ulaşır. Artık o kadar yüksek dozda ödül hazzı hissetmezsiniz. Buraya kadar normal bir aşk sıralaması. Ancak siz dopamini daima yüksek isterseniz, yolunda giden ilişkinizi baltalayarak, ‘engeller’ yaratıp tekrar barışmalarla dopamininizi dolaylı olarak önce azaltıp sonra yükseltirsiniz. Esasında bir sürü on-off ilişkiler, bir başlayıp bir bitenler buna örnektir. Çitfler dopamin peşindedir. Yalandan kavgalarla ayrılıp barıştıkça, hakikaten ‘eşeğini kaybedip de tekrar bulmuş’ hallerine girerler. Dopamin ödülü anlattığı için, bu tür ilişkilerin bitiminde ödül elden gidince başka bağımlılık davranışları, obsesif takıntılar olabilir. Aşkta olması gereken, dopaminden sonra sırayı serotoninin almasıdır. Serotonin bizim sakin-tatminli-şükürlü ruh halimizi temsil eder. Huzuru içine alan, birbirinin yanında rahat ettiren hormondur. Fazlası işi arkadaşlığa taşıyabilir ama gereksiz gerginliklerin olmaması ve ilişkinin sürebilmesi için gereklidir. Geldik ilişkilerin sürüp sürmemesini neyin belirlediğine. İşte şimdi iki adet, güzel ve uzun ilişki için gerekli hormonuza geldik: Oksitosin ve vasopresin.

Aşkın bağlılık evresi

Önce vasopresini anlatalım. Vasopresin uzun ve ‘bağlı’ ilişkilerde daha çok erkek tarafından üretilen hormondur. Aileyi koruma, kol kanat germe içgüdüsü verir. Hayvanların erkek olanları, dış tehlikelere karşı bölgelerini işaretlemek ve ailelerini korumak için bu hormonun etkilerinden yararlanır. Oksitosin ise her iki cinste de olmakla beraber dişilerde daha bol üretilir. Neden biliyor musunuz; çocuklarımız bizi onları sevmeye mecbur bırakmak için bize oksitosin ürettirirler. Doğum anı, emzirme, kucaklama, bunlar bebeklerin annelerini kendilerini koşulsuz aşkla sevmeye zorlama yöntemleridir. Çiftlerde de sarılma, ten teması, orgazm, göz bebeklerine uzun bakma, meme ucu stimülasyonu oksitosini her iki tarafta da artırır. Oksitosin karşıklıksız ve saf sevgi manasında olduğu için evrensel aşkı daha çok anlatır. Diğer hormonlar biraz daha ilkel yönlerimizi ortaya çıkarırken, oksitosinin varlığı bizi, tüm toplumu ve yaşayan her şeyi sevme duygusuna vardırır. Oksitosin şefkatin ve aidiyet hissinin hormonudur. Yapılan çalışmalarda görülmüş ki; eğer bebekler küçükken süt emmemişlerse, onlara sarılan temas eden yakınları olmamışsa, ileri yaşamlarında bağlılık duygusunu geliştirmekte zorlanıyorlar. Hatta otizmli çocukların tedavilerine onlara daha güvenli hissettirebilmek, sosyal bağlar kurabilmelerini sağlamak için oksitosin verilerek olumlu sonuçlar alınmıştır. Gerçekten de ne kendimize ne topluma ne karşıdaki kişiye hiç zarar vermeden sevebilmek yeteneği bol oksitosinden geçiyor gibi görünür. Oksitosin burun spreyleri ile Kaliforniya hapishanelerindeki kavga sıklığının azaldığını gösteren çalışmalar bile var. "Aşk iyileştirir" maddemizi sağlayan hormonumuzdur oksitosin. Oksitosin, nitrik oksiti artırmak yoluyla kan dolaşımını hızlandırır. Anti-inflamatuar ve anti-oksidan etkileri vardır. Vücudu parasempatik sisteme sokar ki bu sistemin aktif olması her türlü iyileşme için gereklidir. Oksitosin az ise ‘kırık kalp sendromu’ denen durum ortaya çıkıyor. Sevdiğiniz birinin vefatı veya ondan ayrılmanız oksitoninizi hızlı düşürüyor. Oksitosinin kalp hücrelerine giden kanı artıran etkisini azaltıyor. Oksitosin kalp hücrecileri olan kardiomiyositlerin yenilenmesini sağlayacak  kalp kök hücrelerini dahi artıran bir hormon. Olmadığında demek ki kalpteki sızı biraz da biyokimyasal.

Epigenetik programlama

Bu yazımda aşk duygusuna anlam yükleyen onca sanatçı, edebiyatçı, filozof yanında çorbada biyokimyasal tuzum olsun istedim. Aşk zaten bir hormonlar çorbası. Bazen tuzu, şekeri bazen acısı fazla kaçabiliyor. Genlerimizde ne yazarsa yazsın, hangi hormonun reseptörleri bizde az veya çok olursa olsun, biz epigenetik programlama diyebileceğim şekilde bu düzensizliklere müdahale edebiliriz. Burada elbette çözüm önerileri yazmam gerekir. Belki şöyle sıralayabiliriz: 1- Sağlıklı hücreler ve hücre zarları yoksa, hormonlarınız yeterli olsa da hedefe etki edemeyebilir. Sağlıklı hücre için neler yapmamız gerektini defalarca okudunuz. Konu hücre zarları ise hemen omega 3 yağlarını aklımıza getirmeliyiz. 2- Nörotransmitterlerimizin işlerini iyi yapmaları için iletken bir sinir sistemimiz olmalı, B12, folik asit ve diğer B’ler akla gelmeli. 3- Hormon üretim yerlerinin başında gelen ikinci beyin bağırsaklar işin içine girmeli: Probiyotikler, lifli beslenme, işlenmiş ürün tüketmeme, bağırsak nöronları da yenilenebilsin diye geceleri yememek yapılması gerekenler. 4- Kan beyin bariyerinden beyne sızan maddeler nöroinflamasyon yaparak hormonları üretmenize engel olabilir. Kan beyin bariyerini sıvamak da aynı bağırsak sızdırmasını azaltmak gibidir: Glutensiz, sütsüz, işlenmiş ürünler olmaksızın beslenilmeli. Bu mukozaları korumak için de gereklidir. Kan beyin bariyeri hücreleri de bağırsak mukoza hücreleri de benzer besinlerin yarattığı inflamasyondan olumsuz etkilenirler. 5- Beynin günlük metabolik artıklarından kurtulması için iyi bir uyku şarttır. 6- Hormonların hepsi sirkadiyen ayarlama ile üretilir. Aşk söz konusu olduğunda bahsettimiz dopamin, serotonin, noradrenalin sabah gün ışığıyla beraber artmaya başlar. Sabah gün doğuşunu kaçırmamak gerekir. Konunuz aşk olmasa da sabah gün ışığını görmek antideprasan etkisi yapacaktır. 7- Son madde olarak da hormonların bir kere üretilince sürekli kanda kalmayacaklarını, sonsuz zaman kanda dolaşamayacaklarını hatırlatalım. Hepsinin belli bir yarı ömrü var. Mesela sinirlendiğinizde, üzüldüğünüzde ortaya çıkan kortizol, siz üzüntüye devam etmemeyi seçerseniz 72 saatte kandan kaybolacak, normal seviyelere inecek. Yani aşk duygusu bizlerde olumlu hormonlar yerine olumsuz olanları ürettiriyorsa, sakince o hormonun kandan çekilmesini beklemek mantıklı bir yaklaşım olabilir. O hormonun üzerinizdeki olumsuz etkisi zamanla geçecektir. Aşk üzerine benim buradaki katkım hakikaten aşk çorbasına küçük bir tuz. Aşk hormon çorbanızın tadı-tuzu-şeker-acısı dengeli olsun.