27 Aralık 2024, Cuma Gazete Oksijen
12.03.2021 06:00

Çoğulcu seçim sistemi şart

Seçim sistemi tartışması yararlı ve gereklidir. Tabii amaç çoğunluk sağlamak değil, çoğulculuk olmalıdır. İktidar, seçmenini artıramayacağı gerçeği üzerine plan kurduğu için, yeni seçim sistemiyle her durumda kazanacağı koşulları inşa etmeye çalışıyor

İktidar bloğunun açıkladığı insan hakları eylem planı da yeni sivil anayasa önerisi de beklenen heyecanı yaratmadı henüz. Nasıl yaratsın ki, iktidar yandaşı tartışma görünümlü propaganda programlarında bile konu olamadığına göre… Çünkü bu söylemlerin içeriklerinden çok arkasındaki iradenin samimiyet ve reform arzusu tartışmalı. Asıl beklenen, yeni seçim sistemine dair öneriler. İktidarın seçimlere kadarki süredeki gerçek oyun planı mart sonuna kadar oluşacak olan Ak Parti ve MHP yeni yönetim kadrolarında ve seçim sistemindeki değişiklik önerisinde vücut bulacak.  Şimdiye kadar seçim sistemine dair iktidar ortaklarının çalışmalarından basına yansıyan birkaç başlık var. Önemli başlıklardan birisi seçim barajına dair. Barajın yüzde 7’ye düşürüleceği ve bu oranın ittifaklar açısından da geçerli olacağı dillendiriliyor. Bir diğer önemli başlık da seçimlere girebilme yeterliliğine ilişkin olacağı söylenen değişiklik. Seçimlere girmek için Meclis’te grup kurma seçeneğinin kaldırılacağı, illerin yarısından fazlasında örgütlenme ve büyük kongre yapmanın tek yeter koşul olacağından bahsediliyor. Bir de partilere hazine yardımının koşullarının zorlaştırılması meselesi var ki bu önerinin doğrudan HDP’nin hayat damarlarını kesmeye çalışan bir dizi politikanın devamı olduğu anlaşılıyor. Ama kanaatim değişikliklerin bunlardan ibaret olmayacağı. Sandık ve seçim kurullarının oluşumu ve çalışma usulleri gibi, YSK’nın görevleri ve işlemleri dahil seçim sürecinin yönetimine dair bir dizi değişikliğin olmasını bekliyorum. Çünkü iktidar bloku, seçmenini artıramayacağı gerçeği üzerine plan kuruyor ve kutuplaşma nedeniyle elinde olduğunu varsaydığı 25 milyon seçmenle seçimi nasıl kazanacağına dair senaryolar arıyor gibi görünüyor. Pandemi ve ekonomik buhran tarafında çözüme dair hiçbir ışığın görünmediği bir ortamda çözülme, eksilme olasılığına karşı güvenlikçi politikalarla korku temelli söylemlere ve şoven, dinci hamasete yükleniyor. Bu politikaların ne sonuç verebileceği ayrı bahis ama aynı zamanda seçim sistemiyle de oynayarak her durumda kazanacağı koşulları inşa etmeye çalışıyor.  Seçim sisteminde kamuoyunun da en sık dillendirdiği konu baraj oranı. Kamuoyu ağırlıklı olarak baraj meselesini ve ittifak usullerini konuşuyor olsa da seçim sisteminde ve sürecin yönetiminde sonucu doğrudan etkileyecek çok fazla detay var. Önce seçim sistemleri üzerine tartışmaya başlarken temel ilkeleri belirleyelim. Seçim sisteminden beklenen üç sonuç var: Birincisi, sistemin “temsil adaletini” sağlaması. Yani toplumdaki farklı görüşleri temsil eden her bir partinin aldığı oy oranına yakın oranlarda parlamentoda sandalye sahibi olması. İkincisi, sistemin “yönetimde istikrar” sağlaması. Yani seçimin ardından hükümet kurulabilecek çoğunlukları ya da koalisyon kombinasyonlarını sağlaması. Ki başkanlık istemi değişikliği ve yüzde 50+1 oyla seçilecek Cumhurbaşkanı ile bu ilkenin karşılandığını varsayabiliriz.  Üçüncüsü de; sistem, seçmen-seçilen-siyaset ilişkisi üzerinden toplumun ihtiyaç ve talepleri doğrultusunda yasa yapma ve karar süreçlerine katılımına olanak tanımalı.  

Var olan sistem ve sorunları

Varolan sistemin ve özellikle de yüzde 10 barajının olası en olumsuz sonucu 2002 seçimlerinde ortaya çıkmıştı. 2002’de Ak Parti yüzde 34.3 oranında oy almış fakat seçimde barajı yalnızca iki parti geçebilmişti. O seçimde 41.4 milyon seçmenin 32.7 milyonu oy kullandı, Ak Parti 10.8 milyon oy aldı. Barajı geçebilen Ak Parti ve CHP’nin oy toplamı 16.9 milyondu. Yani 32.7 milyon oyun yalnızca yüzde 54’ü parlamentoda temsil edilme fırsatı kazandı. Bu durumda da Ak Parti yüzde 34.3 oy ile Meclis’teki milletvekilliklerinin yüzde yüzde 66’sını kazandı.   2011 seçimlerinden itibaren ise genel olarak parlamentoda temsil edilen oylar yüzde 95 mertebesine geldiği için seçmenin, sonuçların adaletsizliğini düzelttiğini söyleyebiliriz. Şimdi Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi denen aslında başkanlık sistemi olan sistem nedeniyle yüzde 50 oyu oluşturma hedefli ittifaklar oluşturmak kaçınılmaz hale geldi. Birkaç seçim sonra (eğer başkanlık sistemi devam ederse) siyasi partiler konsolide olacak ve belki de 3 veya 4 partiye inecek. Bugüne dönersek, kritik meselelerden birisi, ittifakları oluştururken ittifak oylarının ve ittifak içindeki parti oylarının hesaplamalarında barajın nasıl uygulanacağı. Önceki seçimde ittifakın toplam oyunun barajı geçmesi yeterli idi. Şimdi anlaşılıyor ki iktidar, ittifak içinde olsalar bile her partinin ayrı ayrı barajı aşmasını gerekli kılan bir değişikliği tartışıyor. Bunu da seçim barajını 10’dan 7’ye düşürerek demokratikleşme yolunda bir adım gibi sunmayı tasarlıyor. Yine de bu tartışmayı temkinli karşılamak lazım. Çünkü iktidar bloğundaki MHP, arzuladığı oy oranına ulaşamıyor. Ak Parti’den çözülen seçmenin alternatif adresi olma arzusu, iktidarı dengeleyen değil daha da sert politikalara iten ve daha öfkeli bir yol tutturulunca bu arzu seçmende karşılık bulmuyor. İktidar bloğu içindeki bir dizi siyasi ve duygusal farklılık nedeniyle de Ak Parti son anda HDP gerekçesine de sarılarak barajı indirme hamlesinden vazgeçebilir ve bu çok da şaşırtıcı olmaz. Nitekim 18 yıldır hemen her seçim öncesinde Ak Parti bu söylemleri dillendirmiş ama hayata geçirmemişti. 

İllerin milletvekili sayıları

Var olan sistemin bir matematik sorunu daha var. Ülkede iç göç hala yoğun biçimde sürüyor ve sürecek. Nüfus ve seçmen batıdaki metropollere doğru yığılmaya devam ediyor. Sistemimize göre milletvekillerinin illere dağılımı hesaplanırken önce her birine bir milletvekilliği veriliyor. Sonra geri kalan milletvekillikleri illerin toplam içindeki seçmen oranlarına göre dağıtılıyor. Ama bir şartla, oran ne olursa olsun her bir ile bir milletvekilliği daha ekleniyor. Sonuçta şöyle bir tablo ortaya çıkıyor, bazı illerde 30 bin seçmene bir milletvekilliği düşerken metropollerde 110 bin seçmene bir milletvekilliği düşüyor.  Bu durum yalnızca matematik değil siyasi sorun da üretiyor. Örneğin İstanbul’da ne seçilen seçmenini ne de seçmen seçtiğini tanıyor, ilişki kurabiliyor. Böyle olunca da milletvekilleri seçmenin hizmetkarı olmak yerine partilerinin neferi haline geliyor. Ama buna dair bir değişiklik beklenmez. Çünkü iktidar bloku güçlü olduğu Orta Anadolu, Karadeniz ve Doğu illerinde lehine olan bu matematiği değiştirmeyecektir. Muhalefet ise bu meselelerle pek meşgul değil gibi görünüyor.

Dağılımı hesaplama

Yine bugünkü sistemin işleyişi hakkında dikkate alınması gereken bir bilgi de milletvekili dağılımının nasıl hesaplandığı.  Bir seçim çevresinde veya ilde toplam 1000 seçmen olduğunu kabul edip geçerli oyların partilere dağılımına dair bir varsayımda bulunalım. Barajı geçen üç partinin her birinin oylarını önce 1’e, sonra 2’ye, sonra 3’e bölerek sıralıyoruz. O ilin veya seçim çevresinin milletvekili sayısına kadar işlemi tekrarlıyoruz. Varsayalım ki 10 milletvekilliği dağıtacağız. Yukarıdaki hesaplamayı oy sayılarına göre en yüksekten en düşüğe doğru sıralıyoruz. Milletvekili toplam sayısına ulaşana kadar partilere milletvekilliği vermeye başlıyoruz.  Bu hesaplama yöntemi şimdi ittifaklar nedeniyle biraz daha karmaşık ve iki aşamalı hale gelmiş durumda. İttifakın kazandığı milletvekillikleri için ittifak partilerinin birbirlerinin oyları oranında partilere dağıtılacak ikinci bir hesaplama yapılıyor. 

İhtiyacımız olan ne? 

Var olan sistem bir yandan baraj gibi siyasi sonuçları, öte yandan göçle beraber değişen demografik yapı gibi teknik nedenlerle artık sürdürülemez durumda. Daha da önemlisi sistemin bugün karşı karşıya olduğumuz karmaşık ve kronikleşmiş meselelerimizi çözecek siyasi sonuçları ve farklılıkları temsil olanağını üretmesi de mümkün görünmüyor.  Daraltılmış bölge konuşulurken genellikle 5 milletvekilliği bazen de 7 milletvekilliği olan seçim çevreleri önerisi sıkça dillendiriliyor. Bu sistemin de nasıl tanımlandığı bilinmediği için şimdilik bir analiz yapmak mümkün görünmüyor.  Seçim sistemi tartışması yararlı ve gereklidir. Ama siyasi ve teknik yönleri birbirine karıştırılmadan tartışılmalıdır. Bugün ülkenin geldiği noktada var olan sistem aynen sürdürülmemelidir. Seçim sistemini tartışacaksak yalnızca baraj ve bölge tanımından ayrı seçmen kütüklerinin hazırlanması ve güncellenmesinden, Yüksek Seçim Kurulu’ndan başlayarak seçimlerin yürütülmesi ve yönetilmesine kadar bir dizi tartışılması gereken mesele kapsam dışında tutulmamalı, hepsinde birden yeninin ne olması gerektiği tartışılmalıdır. İhtiyacımız olan seçim sisteminin üreteceği sonuç çoğunluk sağlamak değil, çoğulculuğun temsili ve katılımın sağlaması olmalıdır. Yeniden “biz” olabilmek, bir üst değerler manzumesi oluşturabilmek, yeni bir uzlaşma üretebilmek birinin diğerine baskın çıkmasıyla değil hep beraber yeni bir uzlaşmayla olur çünkü.