26 Aralık 2024, Perşembe Gazete Oksijen
23.04.2021 06:00

Devlet ve toplum

Bugün yönetim sistemi değişikliğiyle oluşan, denge denetleme mekanizmaları tümüyle yok olmuş, merkeziyetçi ve keyfi kararlarla davranan devlet bir kez daha toplumsal dönüşümü baskılama aracına dönüştü. Tümüyle sınır güvenliğine odaklanmış devlet, vatandaşın sağlık güvenliğini, ekonomik güvenliğini, toplumsal güvenliğini bir kenara itti

Pandemi sonrası küresel ölçekte önemli tartışma konularından biri, devletin rolü meselesi etrafında olacak. Özelikle 20’nci yüzyılın sonlarında eğitim ve sağlık hizmetlerini tümüyle özel sermayeye devretmiş devletlerin pandemi sürecinde yaşadıkları yeni bir tartışmayı ateşleyecek. Refah seviyesi yüksek Batı ülkelerinde bile pandemi sürecinde eğitim ve sağlık hizmetlerine ulaşım, kalite problemleri ve bilinenden daha da yoğun olan sınıfsal farkların gözle görünür olması, özellikle sosyal devlet kavramı etrafında yeni tartışma ve arayışlara neden olacak.  Elbette küresel ölçekte yaşanan popülist, otoriter, şoven, keyfi lider ve hareketlerin yükselişine karşı arayışlar da bu tartışmalara enerji sağlayacak. Çoğunlukçuluğa dayalı temsili demokrasilerin ürettiği siyasal sonuçlar ve bunlardan doğan problemler ulus devletlerin yenilenmesini kaçınılmaz kılacak. Bir yandan popülist liderlerin bizatihi kaynağı olduğu siyasal gerilimler, diğer yandan küresel yeni siyasi bölüşüm kavgalarının tıkanmışlığı gibi unsurlar da bu değişime güç sağlayacak. Öte yandan bitcoin gibi sanal paralar, blockchain gibi uygulamalar, teknoloji şirketlerinin devletler üstü güce ulaşmış olmaları gibi yeni hayatın gelişmeleri sanayi toplumunun geleneksel ulus devletini değişime zorlamaya devam edecek.

Orta vadede yenilenme kaçınılmaz

Elbette bu değişim bir anda olmayacak. Ama yeni tartışmalar, sosyal bilimlerde üretilen yeni bilgiler ve teoriler bu tartışmalara malzeme ve yeni açılım fırsatları üretecek. Orta vadede de kaçınılmaz olarak yeni anlayışlar kurum ve kurallarda yenilenmeleri getirecek. Bizde de devlete bakış, devletin yeniden yapılanması zorunluluğu küresel olanla benzer ve birbirini tetikleyen katmanlarıyla küresel çıkıştan etkilenecek elbette. Yine de Türkiye’de devleti yeniden düşünme zorunluluğunu üreten küresel dinamiklerin yanı sıra kendi devlet meselemizin özgün katmanları ve dinamikleri var.  Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ile tüm handikaplarına karşın bildiğimiz devlet bile çalışamaz durumda. Ne yönetim tekniği açısından ne siyasal açıdan hiçbir tasarımı olmayan bir merkeziyetçiliğe ve keyfiliğe geçişle beraber tüm mekanizma afallamış durumda, bocalıyor. Hangi sürecin, hangi karar mekanizmalarının, nasıl çalıştığına dair hiçbir fikrimiz yok. Pandemi sürecinin yönetimi ve açıklanan verilerinden, İstatistik Kurumunun açıkladığı enflasyon veya işsizlik istatistik ve hesaplamaların güvenilirliğine kadar bir dizi sorun ortada. Bir bakan ve ekibinin kararlarıyla kaybedilmiş Merkez Bankası rezervleri meselesi de devlet mekanizmasının ne halde olduğunu gösteriyor.  

Devlet ama hangi devlet?

Belirsizliğin ve karmaşıklığın esas olduğu bir gündelik hayat ritminin ürettiği değişim dayatması, küresel ölçekteki sorunlar ve gerilimlerin yanı sıra kendi iç meselelerimiz nedeniyle de devleti yeniden tanımlamak ve yapılandırmak zorundayız. Dünya da biz de karşı karşıya olduğumuz tüm bu sorunlar yumağıyla uğraşacak devlet dışında bir mekanizmaya sahip değil. Ama hangi devlet? Geleceği tartışırken “adalet” kavramını esas alarak yeniden düşünmek durumundayız. Yukarıda not etmeye çalıştığım nedenlerle, bir başka düşünmemiz ve tartışmamız gereken kavram da “devlet” olmak zorunda. Cumhuriyetle beraber devletin iki önemli rolü oldu; ekonomik kalkınma ve toplumsal dönüşüme öncülük. Elbette devlet kalkınmayı arzular ancak kendi anladığı biçimde ve kendi öncü rolünü kimseye kaptırmaksızın, kuruluş aşamasında zorunluluktan atfedilen rolü kimseyle paylaşmaya yanaşmaksızın tariflenen bir kalkınma anlayışıdır bu. Devletin ekonomik kalkınmaya yaklaşımıyla, toplumsal dönüşüme yaklaşımı paraleldir, değişimin toplumun rızasına uygun olarak değil, kendi talep ve öncelikleri baz alınarak gerçekleşmesini ister ve toplumsal alanı tamamen domine etme refleksi değişmez. Devlet denetleyici rolünü kimseyle paylaşmak istemez; tüm yaşam alanlarında tek yetki ve denetim mercii olarak kalma eğilimindedir, gücünü kimseyle paylaşmadığı gibi herhangi bir imtiyazından feragat etmez. Etme zorunluluğu hissettiğinde de güce başvurur. Cumhuriyet’in kuruluşunda koşullar gereği devlete atfedilen lokomotiflik misyonu, tamamen bir kontrol ve denetim misyonuna dönüşmüş durumdadır.  Makbul vatandaşı, makbul sermayeyi, makbul değişim ve dönüşüm hamlelerini devlet belirler. Örtük veya açık askeri darbeler tarihi bu yetki alanının sınırsız genişlemesini talep eden devletle dönüşüm eğilimi gösteren toplumsal güçlerin çatışmasının tarihidir aynı zamanda. Bu kesintiler, askeri darbeler, devletin kendi yetki alanını daima genişletme eğiliminde olması, kalkınma ve modernleşmeyi, toplumsal tahayyüllerin tamamını ve hatta aydınları bile devlet eksenli düşünmeye, hareket etmeye yöneltti. Böylelikle Türkiye, değişimle devletin otoritesi arasında sıkışıp kalarak belli eşikleri atlayamamış bir ülke konumunda bilgi çağına geçiş sancılarını da yüklendi.  Bugün de yönetim sistemi değişikliğiyle oluşan, denge denetleme mekanizmaları tümüyle yok olmuş, merkeziyetçi ve keyfi kararlarla davranan devlet bir kez daha toplumsal dönüşümü baskılama aracına dönüştü. Devlet vatanın bekasını düşünürken vatandaşı unuttu. Tümüyle sınır güvenliğine odaklanmış devlet, vatandaşın sağlık güvenliğini, ekonomik güvenliğini, toplumsal güvenliğini bir kenara itti. 

Devlet mi öncelikli, birey mi?

Devlet kavramını düşünürken elbette evrensel tartışmalardan besleneceğiz. Ama aynı zamanda toplumun devlet algısının ve talebinin ne olduğuna da bakmalıyız.  Kasım 2020 araştırmamızda “Ülke için aşağıdakilerden birisini tercih etmek durumunda olsaydınız, hangisini tercih ederdiniz” sorusuna yüzde 38 “güçlü devlet”, yüzde 31 “istikrarlı ekonomi”, yüzde 31 de “insancıl toplum” cevabı verilmiş. 2012’de yaptığımız bir araştırmada da aynı oranlarda cevaplar almışız. Kritik ve üzerinde durulması gereken toplumun güçlü devlet kavramından ne anladığı. Toplum güçlü devlet derken yalnızca askeri güç kastetmiyor. Meselelere hakim, meseleleri yöneten daha da önemlisi güvenilir bir devlet bekleniyor. Pandemiyle uğraşan, işsizlik ve enflasyon meselelerini dert edinen, vatandaşın eğitim, sağlık, geçim dertleriyle meşgul olan ve çözme kapasitesi olan bir devletten söz ediliyor. Yani vatan kadar vatandaşı dert edinen devlet arzulanıyor. Nitekim Ocak 2021’de yaptığımız bir araştırmada “devletin itibarı ve çıkarı söz konusu olduğunda yargı bireyin karşısında devletin tarafını tutabilmelidir” önermesine yüzde 54 insan karşı çıkmış ki bu oran Eylül 2012’de yüzde 38 oranındaymış. O araştırmada devleti önceleyen bakış yüzde 45 oranındayken şimdi yüzde 31’e gerilemiş. Aradaki 9 yılda vatandaşı önceleyen bakış 16 puan daha artmış. Yani toplum giderek daha ağırlıklı olarak devlet birey dengesinde bireyden yana düşünür olmuş.   Toplum her şeyi yapan ve denetleyen devlet anlayışından giderek uzaklaşıyor. Son on yılda bu konudaki değişime dair birçok bulgudan söz etmek mümkün.  Cumhuriyet’in 100’üncü yılına yaklaşırken siyasetin özellikle de muhalefetin sorunu, meseleyi yalnızca başkanlık ya da parlamenter sistem meselesine sıkıştırmadan devleti yeniden yapılandırma hedefini ve bu yapılandırmayı hangi ilkeleri esas alarak yapacağını topluma anlatmak olmalı.