22 Kasım 2024, Cuma Gazete Oksijen
30.04.2021 07:54

Köşe dönme umudu

Kripto para borsası ya da Çiftlik Bank dolandırıcısı olan bu genç çocukların bu işin tek failleri olması mümkün değil bence. Güvenlik güçlerinden korumaları, yargıdan koruyucuları, siyasetten ortakları olmadan bu tezgahlar kurulamaz da çalıştırılamaz da…

Son yıllarda hayatımıza hızlıca giren kripto para meselesinin daha ne olduğunu öğrenemeden dolandırıcılığını öğrendik. Kripto para borsası olduğu iddia edilen bir şirketin 2 milyar dolara yaklaştığı iddia edilen dolandırıcılığından sonra öğrendik ki kripto para piyasasında şu anda irili ufaklı 40 adet yerli borsa varmış. Bunların arasında günlük işlem hacmi milyar doları aşan varmış, 6 milyon aktif hesap olduğu söyleniyor. Bu 40 yerli borsadan üçünün geçen hafta battığını duyduk. Doğrusunu isterseniz 6 milyon alım satım yapan hesap ve günlük işlem hacmi milyar dolar gibi rakamlara temkinli yaklaşmak gerek. Çünkü bu şirketler, işlemler, hesaplar hiçbir şeffaf yönetime ve denetime, yasal düzenlemeye tabi olmadıkları için doğrusunun ne olduğunu da bilmiyoruz. Bu hikaye gündeme gelince bir dostum arayıp, çabuk ve kısa yoldan zengin olma hayalinin bu topraklarda bu denli yaygın olup olmadığını, varsa dürtülerinin ne olduğunu sordu.  Öyle ya, iki-üç yıl arayla tekrar tekrar yaşanan, küçük tasarrufçuların paralarının iç edilmesi deneyimi oldukça yüklü bir toplum burası. Herkes banker skandallarını hatırlıyor, yaşı yetmeyenler de geçen hafta muhtemelen yakın çevrelerinden dinlediler. Sonra yurt dışında çalışan işçilerin tasarruflarıyla oluşturulan sözde çok ortaklı şirketler vardı bir dönem. Hemen tümü battı, daha doğrusu işe önderlik edenler tarafından küçük ortaklar dolandırılarak batırıldılar. İnşaat müteahhitlerinin çalışanlarına, yakınlarına kurdurarak konut edinme hayali peşindeki insanların dolandırıldığı konut kooperatifleri yaşandı. Arada çılgın bankalar, bankacılar ve yine dolandırılan yüz binler gördük. Titan saadet zinciri derken Jet Fadıl’a geldik. Daha iki yıl önce Çiftlik Bank dolandırıcılığı. Şimdi de kripto para borsası şirketleri görünümlü teknolojik dolandırıcılık.

Titan zincirlerinin sonu gelmiyor

Tüm bu sistemli dolandırıcılıkların temel çalışma ilkesi aynı. Çılgın vaadlerle sisteme yeni katılımcı ve taze para eklenirken öncekilere vaadi yerine getirmek. İlk aşamada vaat edilen kazançlar gerçekleşiyor gibi göründükçe sistem kendi pazarlamasını, promosyonunu, reklamını yapıyor ve yeni katılımcı geliyor. Ama sistemin tıkanma noktası yeni gelenlerin taze paraları öncekilere vaat edileni karşılamaya yetmediği gün başlıyor ve sistem tıkanıyor. Kaldı ki sözü edilen bu girişimlerin neredeyse tamamı baştan küçük tasarrufçuyu dolandırma niyetiyle başlatılmış işler. Yani karşımızda organize bir dolandırıcılık var.  Bunca deneyime karşın aynı tuzağa nasıl düşülüyor? Öncekiler emeklilerdi bankerlere kandı, konut edinmek isteyenler genç evlilerdi, çok ortaklı şirketlere para yatıranlar faize karşı dindarlardı, eğitimsizlerdi vs. Bugün dolandırılanlar iddialara göre genç ve eğitimlilermiş. Buna dair de elimizde sağlam bir veri olmadığı için yine kuşkuyla karşılasam da teknolojiye yatkın olduklarından eminiz ve muhtemelen de ülke ortalamasından daha yüksek eğitimliler.   Yani bu tezgaha düşenlerin demografik farklılıklarına bakarak bir yorumda bulunmak doğru değil. Bu davranışın dürtülerindeki farklılaşmalar belki açıklayıcı olabilir. Bu insanların başlangıç dürtüsü yalnızca kolay para kazanmak değil. Kolay para kazanmak, hele köşe dönmek diye bir deyimin olduğu toplumda elbet ilk dürtülerden birisi. Ama bu dürtünün bir Alman’da ya da Fransız’da olmadığını söyleyebilir miyiz? Oralarda bu kadar rahatça çalışmayan dolandırıcı tezgahı nasıl oluyor da bu topraklarda bu kadar kolay kandıracak insan buluyor?

Kimseye güvenmeyenlerin ülkesi

Türkiye, insanların birbirlerine en az güven duyduğu ülkelerden birisi. ‘Başkalarına güvenir misiniz?’ sorusuna bu memleketin insanlarının yüzde 90’ı olumsuz yanıt veriyor. Bu oran 120 ülkelik örneklem arasında Türkiye’yi güven duygusunun en zayıf olduğu yedinci ülke yapıyor. Sosyal psikoloji, siyaset bilimi ve iktisat alanlarında yapılan araştırmalara göre güven, mutlu ve sağlıklı bir toplum için vazgeçilmezdir. Dünya çapında yapılan çeşitli araştırmalarda standart bir soru kullanılmaktadır: “Sizce genelde insanların çoğunluğuna güvenilebilir mi? Yoksa dikkatli olmak mı gerekir?” Türkiye toplumunun yüzde 6.3’ü “insanların çoğuna güvenilebilir” derken, yüzde 93.7 “dikkatli olmak gerekir” cevabını tercih ediyor.  Ama bu dolandırıcılar da aynı toplumda kandıracak yüzbinlerce insan bulabiliyor. Çünkü mesele bireysel güven meselesi değil, tam tersine sisteme, nizama güvenmemek ve kısa yoldan gemisini kurtarma çabasından besleniyor.   Muhtemelen bireysel naturalar da rol oynuyor. Risk almaya yatkın olmak ya da garantici olmak gibi bireysel karakterlerin de payı var. Ama bu açıklamalar hikayeyi anlamaya yetmiyor kanımca. O nedenle daha çok toplumsal düzene, toplumsal belleğe, toplumun ve zamanın ruhuna bakmak gerekiyor. Ve elbette devlet ve yönetim sistemi mekanizmasının çalışma biçimine… 

Devlete ve hukuka güven zayıf

Toplumda hukukun üstünlüğüne inanç ve devletin politika ve uygulamalarına olan güven eksildiği oranda bireyler bencilleşiyor ve lümpenleşiyor. Çünkü ortak değerler, ortak ufuk, ahlaki ve kültürel kodlamalar bu güvensizlik ortamında bozuluyor. Toplumun gelecek algısı kısalıyor örneğin. Türkiye’de toplumun yalnızca yüzde 22’sinin 10 yıldan fazla bir gelecek algısı var. Yüzde 24’ü gelecek dendiğinde 6-10 yıl, yüzde 21’i 3-5 yıl, yüzde 18’i 1-3 yıl sonrasını anlıyor. Yüzde 15’lik bir kesim ise gelecek denilince yalnızca bir yılı düşünebiliyor. Bu bulguya paralel olarak, verilerin ortalamasını aldığımızda Türkiye toplumunun genelinin, gelecek dendiğinde ortalama 10 yıl sonrasını düşündüğünü hesaplayabiliyoruz ki bu gelecek algısı 10 yıl önce ortalama 11 yıldı.  Gelecek algısı bu denli kısa, devlete ve hukuka güveni düşük, belirsizliğin esas olduğu ve enflasyonla yaşamı kaçınılmaz gören bir toplumun bireylerinin aceleci olmaları, telaşlı davranmaları doğal aslında. Öte yandan enflasyon gibi kayıt dışılığın da doğal hayatın bir parçası olması ani zenginleşmeleri de normalleştiriyor bir bakıma. Alın teriyle çalışmanın ve ahlaklı adam olmanın giderek enayilik sayılması, ahlaksızlığın gizlenen değil övünülen bir şey olması, hakedilmeyen görev ve makamlara ulaşmanın utanç duygusu üretmediği bir hayata doğru evrilen bir toplumsal hayatı analiz etmek zorundayız. Bu topraklarda uzun süredir büyükçe bir kesim için onur-haysiyet-şeref gibi kavramlar yalan söylemeyi, hakedilmeyen işleri-ihaleleri-makamları almayı, rüşvet almayı-vermeyi kapsamıyor artık. Ve farketmeliyiz ki artık bu memlekette ayrı sosyolojik kümelerin ayrı ayıp, günah, suç tanımları ve değer setleri var. Yani mesele, yalnızca bir demografik, sosyolojik, sınıfsal, siyasal bir kümenin değil tüm toplumun meselesi. 

Devlet ve siyaset kurumu suçlu

Toplumsal dokudaki bu olumsuzlukların normalleşmesinin, yaygınlaşmasının nedenlerine baktığımızda ben devleti ve siyaseti görüyorum ne yazık ki. İlki 1948 yılında olmak üzere 73 yılda çıkarılan 17 imar affı, orman arazilerinin işgal ve imarına yönelik af yasaları, gündelik hayatın her bir hücresinde karşımıza çıkan partizanlıklar, her zaman iktidarın tercihlerine göre çalışan yargı mekanizması, hayatı düzenleyen değil, denetleyen bir devlet mekanizması gibi tüm organlarıyla devletin ve siyasetin politika ve araçları bu dolandırıcılıklara imkan tanıyan bir toplumsal zihniyeti besliyor. Ve elbette siyasetin uzun süredir zenginleşme aracı haline dönüşmesi ve siyasetin kayıtdışı finansmanı bu dolandırıcılara imkan tanıyor. Muhtemelen Almanya ya da Fransa’da da böylesi dolandırıcılıkları planlayan, teşebbüs eden insanlar vardır. Kanacak Almanlar ya da Fransızlar da. Ama oralarda bu denli sık ve kolay yaşanmıyorsa; hukukun, denetim mekanizmalarının çalışıyor olmasından.  Çünkü tüm handikaplarına karşı bireyleri dolandırıcılardan koruyacak olan devlet ve hukuk. Eğer devlet gerekli düzenlemeleri ve denetlemeleri yapmıyorsa, eğer devlet dolandırıcıyı, hırsızı değil; siyasi muhalifleri kovalamayı asli iş edinmişse, eğer siyaset yasal düzenlemeleri yapmak yerine kendisi yasal düzenlemeleri bozuyorsa bireyleri, vatandaşı kim koruyacak? 

Tek başlarına yapmış olamazlar

Kripto para borsası ya da Çiftlik Bank dolandırıcısı olan bu genç çocukların bu işin tek failleri olması mümkün değil bence. Eğitimleri eksik, tüketim biçimlerine bakılınca hayat görgüleri geri bu genç çocuklar ne kadar zeki olursa olsunlar bu tezgahları kendi başlarına kuramazlar. Güvenlik güçlerinden korumaları, yargıdan koruyucuları, siyasetten ortakları olmadan bu tezgahlar kurulamaz da çalıştırılamaz da. O nedenle her zaman olduğu gibi ve kolayca toplumu suçlamak yerine kök problemleri konuşmamız, devleti, yargıyı ve elbette siyaseti nasıl yeniden yapılandıracağımızı tartışmamız lazım.