29 Mart 2024, Cuma
18.03.2022 04:30

Küçük görünen ama siyasi sonuçları büyük hamle

İktidar seçim yasası değişiklik tasarısını Meclis’e sundu. Seçim barajını yüzde 7’ye indiren değişiklik teklifi, tasarının kamuoyuna ‘demokratikleşme’ olarak sunulacak havucu

İktidar kanadı çok uzun süreden beri gündemde tuttuğu seçim yasası değişiklik önerilerini nihayet Meclis’e sundu. İki hafta önce Anayasa Mahkemesi’ndeki son üye atamasının ardından artık bu yasa değişikliğinin gündeme gelmesini beklediğimi yazmıştım. Anayasa Mahkemesi’nden bozma kararı çıkar mı tereddüdü olmadan iktidar bu değişiklikleri gerçekleştireceği bir Meclis çoğunluğuna sahip. Şimdiden şunu kabul edebiliriz ki bu yasa iktidarın istediği gibi çıkacak.

Tam da bu nedenle, arzulanan değişikliklerin bu taslaktan ibaret olmadığı gibi bir vehme sahibim ben. Meclis’te bu yasa tartışılırken iktidar milletvekilleri önerileriyle nelerin, hangi değişikliklerin son dakikada ekleneceğini görmemiz gerek. Turpun büyüğü heybede olabilir. Çünkü siyasi tarihimiz iktidarların seçimlere giderken seçim yasasını eğip bükmek konusundaki çabalarının mümtaz örnekleriyle dolu. Üstelik bu iktidarın, öncekilere oranla kaybedecek daha çok şeyi var. O nedenle yasa tasarısını Meclis’ten geçtiği ana kadar izlemeye devam etmek gerekiyor.

Barajın daha fazla düşmesi gerekirdi

Yine de şimdilik, bu yasa tasarısının neler getirdiğine odaklanalım. Tasarı 15 maddeden oluşuyor, son iki maddesi yürürlüğe girmesiyle ilgili. Değişiklikleri içeren 13 maddede ise temel olarak; seçim barajı, ittifak oy hesabı, il seçim kurulu oluşumu ve sandık gözlemciliğine dair 4 değişiklik var. 

İlk olarak seçim barajı yüzde 7’ye düşürülüyor. Kamuoyunda ‘Baraj MHP için yüzde 7’ye düşürülüyor’ gibi bir yaygın kanaat olsa da asıl meramın değişikliklerin ardındaki asıl amacı gizlemek olduğunu sanıyorum ben. Aslında barajın çok daha düşük seviyelere düşürülmesi gerekir. Yani baraj meselesinde çok da siyasi sonuçları olacak bir değişiklik yapmaya çalışmıyorlar.

Her parti kendi oyu kadar vekillik alacak

İkinci değişiklik ittifaklar, ittifak partileri ve milletvekili dağılımı hesaplaması yönteminde. İşte asıl bu değişiklik, bugün kamuoyunun ilk tepkiyle tartıştığı olası sonuçlardan daha büyük siyasi sonuçlar üretecek bence…  

Önceki sistemde ittifakların oyları üzerinden milletvekili dağılımı yapılıyor, sonra o milletvekillikleri ittifakı oluşturan partilerin ittifak içindeki ağırlıklarına göre ikinci hesaplamayla partilere dağıtılıyordu. Bu sayede yüzde 1 oy ile ittifakta yer alan parti, o yüzde 1 oyla değil, ittifakın toplam oyu üzerinden milletvekilliği kazanıyordu. 

Şimdiki değişiklikle her parti kendi oyu ile milletvekilliği kazanacak. İttifak toplamı sayesinde baraj geçilmiş olsa bile her ilde her parti, yüzde 7’yi geçemeden milletvekilliği kazanamayacak. Seçim aritmetiğinin doğal sonucu olarak yüzde 7’nin altında kalan partilerin oylarının ittifakın kazanacağı milletvekilliklerine hiçbir etkisi olmayacak. 

2018 genel seçim sonuçları üzerinden yapılan simülasyonlara göre bu kural uygulandığında Millet İttifakı’nın 8 ile 20 arasında milletvekili eksik çıkaracağı hesaplanıyor. Ama asıl mesele sayının kaç olacağı değil. Gelin, değişikliğin ne üreteceğine, 28 Şubat’ta mutabakatlarını ilan etmiş altı parti üzerinden bakalım. 

Vekil sayısı açısından ittifak anlamsız

Saadet Partisi ve Demokrat Parti’nin oy oranları bugüne kadar aldıkları seçim sonuçları bakımından belli bir çizginin altında. Deva ve Gelecek ise yeni kurulmuş, gerçek ağırlıkları sınanmamış olsa da araştırmalarda henüz yüzde 3 mertebesini bile yakalayamamış olan iki parti. Bugünden sonra elbette değişimler olabilir ama bugünkü tablo bu. Milletvekili seçimleri ve kazanılacak milletvekillikleri bakımından bu dört partinin CHP ve İyi Parti ile ittifak oluşturmalarının kendilerine bir katkısı olmayacak. Elbette CHP ve İyi Parti de bir şey kazanmayacak. Eğer meseleye yalnızca milletvekili kazanımı, oluşacak Meclis’in kombinasyonu üzerinden bakarsak seçim ittifakının bu altı partiye de bir getirisi olmayacağını söyleyebiliriz. Doğal olarak bu kazançsızlık hali muhalefetin siyaset stratejisini zorlayacaktır. Çünkü altı aktörün de birbirlerinden beklentilerinin, birbirlerine ihtiyaçlarının aritmetik zemini değişiyor, bunun da zihniyetlerine ve siyaset tarzlarına yansıması kaçınılmaz olacaktır. 

Küçükler büyüklerin listesinde olur mu?

Muhalefetin seçeneklerinden birisi, küçük partilerin adaylarının bir kısmının büyük iki partinin listelerinden aday gösterilmeleri elbette. Bunun pratikte bizim siyasi kültürümüzdeki karşılığı sayı pazarlığı yapmaktır ki bunun ne denli zorlu bir iş olduğu ayrı bahis. Örneğin CHP, diğer partilere kaç kontenjan ayırabilir, kendi örgütündeki aday adaylarından kaçını yerlerini vermeye ikna edebilir, bu süreçte örgüt içi kaç kriz yaşanır, bu krizler seçim sürecine nasıl yansır, vb. onlarca soru yazabiliriz. Kaldı ki CHP’ye duygusal ambargosu olan örneğin muhafazakar seçmen kümeleri adaylarının adı o listede yazıyor diye CHP’ye oy verir mi gibi soruların cevapları da apayrı bahis. 

Aslında iktidar, muhalefetin oluşturmaya çalıştığı geniş ittifakın aktörleri arasına dinamit atarak oyunun gidişatını doğrudan etkileyecek bir hamle yapmış oldu. Bir bakıma milletvekili seçimi bakımından ittifakı gereksiz ve anlamsız hale getirdi denebilir. 

Cumhurbaşkanlığı için değişiklik yok

Elbette bu değişiklik Cumhurbaşkanlığı seçimi bakımından bir sonuç üretmiyor. Cumhurbaşkanlığı seçimi için yüzde 50 artı 1 oya ihtiyaç olduğu için o noktada ittifakların önündeki süreç ve hedef aynı. Eğer muhalefetin iki büyük partisi arasında Cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunda farklı bakış olsaydı sorun olabilirdi. Ama Meral Akşener aylar öncesinden aday olmayacağını ve Kılıçdaroğlu’nun göstereceği kendi veya başka bir ismin adaylığını destekleyeceklerini söyleyerek bu konudaki riski çok önceden ortadan kaldırmıştı. 

Bu değişiklikle beraber, bir bakıma, altı parti açısından ortak Cumhurbaşkanı adayını desteklemek dışında geniş ittifakı oluşturma zorunluluğu ve hatta gerekliliği ortadan kalkmış olacak. İşte iktidarın mayın döşediği alan da tam bu. İktidar muhalefette en geniş ittifakın oluşmasını engellemek için HDP’yi kriminalize etmek, Saadet Partisi’ne çengel atmak gibi hamlelerden bir adım öteye giderek doğrudan geleneksel siyaset tarzlarına yöneliyor ve duyarlılıklarını kaşıyor.

Muhalefet bu hamleye nasıl karşılık verecek?

Kendileri ne kadar farkındalar bilmem ama muhalefet blokunun öncelikli sorunu ortak Cumhurbaşkanı adayı bulmak değil. Sorun, kaos ve karmaşa yaşanmadan hem iktidar hem sistem değişikliğinin olabileceğine dair toplumsal güveni tesis etmek. Toplumun yarıya yakınının, 30 yaş altı seçmenin de üçte ikisinin siyaset marifetiyle gidişatın değişebileceği yönünde bir umudu yok. Muhalefet blokunun hem seçimi kazanacağına dair hem de kazanırsa sistemi değiştirecek, sorunları yönetecek kapasiteye ve maharete sahip olduklarına dair güven hala düşük. 

Bu güvensizlik ortamında bir arada durma zorunluluğu ortadan kalkmış partilerin yalnızca ortak Cumhurbaşkanı adayını desteklemeleri, kendi bildikleri ve tercih edecekleri dil ve tarzla seçim süreçlerini sürdürmeleri kazanmaya yetmeyecektir. 

Meclis’te yasa yapacak çoğunluk çok kritik

İktidarın oyun planı açık ve net. Muhalefette geniş mutabakatın oluşmasını engellerken kutuplaşmayı, kimlik siyasetini körüklemek ve seçmeni yine kimlikleri üzerinden oy tercihine zorlamak. 

İktidar parlamento seçimlerindeki kaybını şimdiden öngörüyor, kabullenmiş ve bir savunma stratejisi kuruyor. Var olan seçim aritmetiği yöntemi ve bu değişikliklerle bugünkü araştırmalarda gözlenen durum devam eder ve seçim gecesi bugünkü durum sayılara dönüşürse, altı partili blok Meclis’te yasa yapacak çoğunluğa ulaşamayabilir.

Cumhurbaşkanlığı kazanılsa bile Meclis’te yasa yapamayacak bir tablo ile ülkenin sorunları çözülemez. İktidarın belki de savunma stratejisi, kaybetse bile yönetilemeyecek bir ülke bırakmak ve ülkeyi bir kez daha yeniden seçime gitme zorunluluğuyla karşı karşıya bırakmak da olabilir.  

Asıl kritik mesele, muhalefetin bu değişikliğe nasıl cevap üreteceği? Yine bu köşeden birçok kez yazdım. Muhalefet seçimi Erdoğan’a karşı Ahmet, Mehmet seçimi değil gidişatı değiştirme seçimine çevirmek zorunda. İkincisi, her bir muhalefet aktörü, farklı kimliklerden, duyarlılıklardan, tercihlerden ve ideolojilerden beslenseler de hedefleri olan demokrasiyi inşa etmek, denge denetleme mekanizmalarını kurmak, katılımcılığı, şeffaflığı, yerel yönetimleri güçlendirmek hedefinde birleşmek zorunda. Bir bakıma 28 Şubat’ta ilan edilen ilkeler manzumesi bu. Ama şimdi her bir partinin ve partilinin o ilkeleri içselleştirmek, sahiplenmek ve toplumsallaştırmak gibi bir ödevi var önlerinde. 

Bu samimiyeti ve sahiciliği üretmeden, geleneksel siyaset ve particilik alışkanlıklarıyla devam ederlerse, zorunluluğun da kalmadığı bir ortamda muhalefetteki ittifakın önünde zorlu günler var demektir. 

Liyakattan bir kez daha vazgeçiliyor

Diğer bir değişiklik ise şu; il ve ilçe seçim kurulları başkanları eskiden o il ve ilçedeki en kıdemli yargıç iken şimdi kura yöntemine geçiliyor. Yani bir kez daha liyakat önemsiz kılınıyor. Eğer vehmettiğim gibi Meclis’te son dakika değişiklikleriyle karşılaşacaksak, onlar muhtemelen seçim sürecinin yönetimine dair konularda olacaktır. İktidar giderek seçim sürecinin yönetimini yargıçlardan bürokratlara doğru çevirmeye çalışıyor. Bunun üreteceği riskleri ise yazmaya bile gerek yok.

Şunu söylemek mümkün; bu değişikliklerin arkasındaki ruh, iktidarın kaybetmeye yakın olduğu bir seçimi geriye bükme arayış ve çabası. Bir de muhtemelen hala Erdoğan’ın sahneye çıktığı andan itibaren seçmeniyle kurduğu, kuracağı ilişkiye güveniyorlar. 

Ama özellikle iktidar başta olmak üzere HDP de dahil tüm muhalefet partilerinin önce Türkiye’yi ve dünyayı yeniden düşünmeleri gerek. Çünkü partilerin tahayyül ve anlamlandırmalarından farklı olarak ülke, toplum, dünya değişiyor ve değişti de. 

Kimliklere, kutuplaşmalara dayalı siyasetlerin sonuna geliniyor. Aynı zamanda otoriter, keyfi, tek bir kimliğe dayalı popülist siyasetlerin neler ürettiğini dünya da Türkiye de yeterince deneyimledi. En azından neyin olamayacağını yeterince yaşadı. Siyaset, partiler bu değişime uygun zihni değişiklik yapamazlar, yeni siyaset tarzları geliştiremezlerse, bu seçimde değil ama ardından gelecek seçimde oyun dışında kalacaklar. Çünkü toplum “kar biriktiriyor”. Bu seçimde başaramaz ise sonraki seçimde oluşacak fırtına ve tipi bu siyaset tarzını yok edecek.