19 Nisan 2024, Cuma
10.03.2023 04:41

Siyasal deprem felaketten çok umudu çoğalttı

Muhalefet yüzde 60’ı aşan potansiyelden 51’e ulaşmaya çalışıyor, iktidar yüzde 35-40 aralığına gerilemiş desteğini 51’e ulaştırmaya çalışıyor. Yine de siyasal depremin şokunun coşkuya ve çoğalmaya dönüşerek aşılması ile iktidarın kazanma olasılığının oldukça azaldığını söyleyebiliriz

Depremin artçıları bitmemiş, yasımızı daha tutamamışken siyasi depreme yakalandık. İYİ Parti’nin iç dinamikleriyle tetiklenen kriz, altılı masanın yeniden düzenlenerek mutabakatın yenilenmesiyle sonuçlandı. Kim ne dedi, ne yaptı şeklinde bakış ve aktörler üzerinden analizleri doğru bulmuyor, güncel mecbur bırakmadıkça aktörleri anlamaya, analiz etmeye, yazmaya çalışmıyorum. Benim önceliğim toplum ve meseleler, aktörler değil.

Yaşanan üç günün magazinel hikayesini hepimiz öğrendik. Şehvetli dedikodulara dayalı haberler, komplo teorilerine bağlanan açıklamalar eşliğinde bir bakıma reçelin köpüğü geçti gitti. Ama yaşanan krizin zihni ve duygusal nedenlerini, varılan yeni mutabakatı anlamaya çalışmak gerekiyor.
Krizin üç zemini var. Birincisi siyasi kriz desek de aslında olan ilişki, iş birliği ve süreç yönetimine dair eksiklikler. İkincisi partilerin yapısal sorunları. Üçüncüsü de hayat ve toplumun gereksinimleri ile siyaset arasındaki yarılma.

Başından beri altılı masanın işleyişi, kritik konularda beraberce karar ve pozisyon alma ve asıl önemlisi de süreç yönetimi konusunda eksiklikler vardı. Yakın zamanda başörtüsü anayasa teklifi meselesindeki farklı pozisyonlar yeterince ipucu vermişti. Siyasi gündem de kendi parti içi gündemleri de cumhurbaşkanı adaylığı konusu dışına taşınamadı.

İkinci zemin, krizi tetikleyen dürtü ve durum siyasi aktörlerin yapısal bir sorununa işaret ediyor, ki bu yapısal sorun iktidarıyla muhalefetiyle tüm siyasi aktörlerde farklı ton ve yoğunlukta ama benzer biçimde yaşanıyor. Parti dediğimiz organizmanın üç katmanı var. Liderlik, kurumsal-örgütsel doku ve seçmen. Hemen her partinin bu üç katmanı arasında uyumsuzluk var.

Liderler partilerine hakim, çok dar bir siyasi veya danışman ekiple çalışıyorlar. Neyi, ne zaman, nasıl söyleyeceklerine, yapacaklarına o dar ekiple beraber karar veriyorlar. Ekiplerinde de çok seslilik değil lideri kutsama duygusu hakim. Aday listelerini, seçilmiş organları gerektiğinde görevden alma, değiştirme, yenisini atama yetkileriyle partilerini istedikleri gibi şekillendirebiliyorlar. Zaten başta siyasi partiler kanunu olmak üzere siyaseti düzenleyen yasal çerçeve liderleri karakterlerinden, tarzlarından bağımsız olarak onlara bu imkanı tanıyor, onlar da bu imkanı sonuna kadar kullanabiliyorlar.

Hiçbir partide parti içi demokrasiden söz etmek mümkün değil. Kurula danışmak, istişare etmek, onay almak, kongre yapmak falan da işin vitrini aslında. Tüm o kurul, komite ve süreçler sonunda liderin istediğini onaylamak, lidere itaati tekrarlamak esası üzerine kurulu hale dönüşmüş durumda.

Güç savaşları

Örgütsel dokular biraz daha farklı. Örgütlerde farklı kümeler, aidiyetler, fikri ve ideolojik farklılıkları üzerinden ayrılıklar ve parti içi rekabet var. Ama günün sonunda asıl olan meselelere bakış ve fikirler değil gruplar, klikler, kümeler arası iş birlikleri, güç savaşları ya da alt küçük ve geçici ittifaklar. Hiçbir örgüt kongre ve kurulunda artık fikri tartışma yok, kişiler ve gruplar arası çekişmeler ya da geçici ittifaklar ve isim listeleri var.

Partilerin oy tabanları ise monolitik değil. Her partinin sadık, partisinin kimliğine, ideolojisine, liderine güvenen çekirdek seçmenleri, bir de sempatizan dediğimiz daha gevşek ilişkileri olan seçmenleri var.
Parti içi demokrasi olmadığı gibi bu üç katman arasında da zaman zaman farklı duruşlar, tercihler, duyarlılıklar yaşanıyor. Tabanın ve geniş perspektifte toplumun ihtiyaç ve taleplerinden beslenen, aşağıdan yukarıya doğru gelişen stratejiler değil yukarıdan aşağıya doğru kurgulanan strateji ve taktikler geçerli. Üç katman arasındaki uyumsuzluklara karşın dışarıya verilen görüntü çoğunlukla liderin tercihine göre hizalanmalardan kaynaklanıyor. Bazen de örgüt içi kümelenmelerin ağırlıklarına bağlı olarak lideri yeni pozisyonlara zorluyor.

Son kriz İYİ Parti’deki bu yapısal sorundan kaynaklandı. İYİ Parti MHP içi gerilimden tetiklenen ve yeni kurulan bir parti. Doğal olarak hızlı örgütlenme kapasitesi MHP'li, ülkücü ve milliyetçi kişilerle mümkün oldu. Fakat tüm kutuplaşmış zeminde barajı aşacak biçimde var olabilmesi sonradan eklemlenen metropollü, geleneksel sağ ama yeni siyaset arayışında olan yeni yüzlerle mümkün oldu. Örgütsel doku içinde ağırlığı olan “ülkücü abiler” kurdukları baskı ile Akşener’i başka bir pozisyona zorladılar. Öte yandan Akşener çok uzun süredir altılı masa adına oluşan aday tercihini riskli bulduğunu, yeterince endişesini dillendirdiğini ama dikkate alınmadığını düşünerek oldukça duygusal ve sert bir tepki verdi.

Hesaba katılmayan ve pozisyonu bir kez daha değiştirmeyi zorunlu hale getiren unsur seçmen profili ile örgütsel doku arasındaki farklılıktı. İYİ Parti seçmeni partinin de yaşının genç, örgütünün henüz yerleşmemiş olması nedeniyle partisine sadakati yeterince güçlenmemiş olan bir seçmen kitlesi. İYİ Parti’nin tabanı henüz ağırlıklı olarak sempatizan seçmenlerden oluşuyor, çekirdek seçmeni diğer partilere kıyasla çok düşük. İYİ Parti seçmenleri ağırlıklı olarak metropollü ve kentli, seküler ve seküler dünya ile iç içe, geleneksel ve milliyetçi refleksleri yüksek, sol fikriyatla mesafeli seçmenler. Daha da önemlisi hem naturaları hem de güncel siyasete bakışları nedeniyle bu iktidara keskin bir karşı pozisyonları var. Bu nedenle partinin kararına bağlı olarak tercih ve pozisyon değiştirmeleri çok büyük bir kısmı için söz konusu değildi.

Yaşanan kriz yalnızca İYİ Parti için değil altılı masa için de varoluşsal meseleye dönüştü. Çünkü iktidar kanadının koalisyonlara karşı istikrar söylemine sağlam bir gerekçe oluşurken, özellikle gençlerin ve İYİ Parti seçmeninin umutsuzluğa kapılacağı, siyasete güvensizliğin öne çıkacağı ve seçime katılımın düşeceği bir durumun gerçekleşme olasılığı yükseldi. Daha da önemlisi altılı masaya temkinli ve eleştirel bakanlar da altılı masa içindeki rekabeti öne koyarak düşünenler de birdenbire iktidarın devam edebileceği gerçeğiyle karşılaştı. Sonuçta cuma akşamı yaşanan endişe ve öfke oldu.

Toplumun ihtiyaç ve talepleri, ülkenin karşı karşıya olduğu riskler ve fırsatlar bu noktada oldukça önemliydi. Çünkü toplum ortak ufkunu kaybetmiş, biz duygusu parçalanmış durumda. Çaresizlik, geleceksizlik, umutsuzluk ve öfke her yaşanan depremde, siyasi ve ekonomik krizde daha da büyüyor. Kamu düzeni ve merkezi yönetimin tüm kurumları ağır hasarlı, kurallar kalmamış, keyfi, merkeziyetçi, otoriter bir iktidarla karşı karşıyayız.

İktidar değişmeli

Ülkenin Kürt meselesi, laikliğin aşınması, eğitim sisteminin çağdışılığı, hukukun üstünlüğüne inancın son derece düşmesi, ortak yaşama iradesinin aşınması gibi kadim meselelerin yanı sıra iklim değişikliği, küresel bölüşüm kavgası gibi yeni meselelerle uğraşabilmek için yeni ve toplumun tüm kesimlerinin dahil olduğu bir toplumsal mutabakata ihtiyaç var. Güçler ayrılığının sağlanması, kamu yönetiminin ve neredeyse tüm kurumların yeniden inşası gerek. Üstelik bu sorunların bir kısmının kaynağı, bir kısmının çoğaltıcısı bizatihi iktidarın tercihleri. O nedenle gidişatın değiştirilmesi için öncelikle iktidarın değiştirilmesi gerekiyor. Tüm bunları başarabilmenin tek ve biricik yolu da siyaset ve siyasi aktörlerin marifeti.

Hayatın ülkeye ve topluma dayattıkları, ihtiyaç ve talepler ile siyasi kültür ve siyasi aktörler arasında bir yarılma var. Toplum ve hayatın ruhu siyasi aktörlerin yapıları ve öncelikleri arasında büyük bir kopukluk yaşanıyor. Toplumun üçte ikisi gidişattan rahatsız iken bu oranlar siyasi tercihlere yansıyamıyor. Bir bakıma muhalefet yüzde 60’ı aşan potansiyelden 51’e ulaşmaya çalışıyor, iktidar yüzde 35-40 aralığına gerilemiş desteğini 51’e ulaştırmaya çalışıyor. Üstelik de siyasi aktörler yapısal bir sorunun içine sıkışmış durumdalar. Ama geleceğin anahtarı onların ellerinde ve marifetlerinde. Öncelikli mesele ve çıkışın, yeni inşa sürecinin birinci anahtarı da bu seçimlerde iktidarı değiştirebilmek.

Hayatın ve meselelerin dayattığı gerçeklik ile siyasetin sıkışmışlığı karşısında toplum, özellikle de etkilenenleri etkileme kapasitesi olan kamuoyu yaşananlara karşı üç farklı eksende üç farklı pozisyon geliştiriyor.

Birinci eksen iktidar yandaşlığı ve karşıtlığı ekseninden pozisyon almak. Altılı masa şimdiye dek yazdıklarıyla değil ama söylemleri ve öncelikleriyle bu zeminde hareket üretiyor. Siyasi gündemi bu eksen belirliyor. Neredeyse hiçbir öneri, eleştiri dikkate alınmadan, seçimler sonrasına dair serinkanlı tartışmalar yapılmadan yeter ki seçimde cumhurbaşkanının değiştirelim anlayışı her şeyin önüne geçiyor, her tartışmayı ertelemenin, perdelemenin, geçiştirmenin gerekçesi oluyor. Farklı kimliklerden altı partinin bir araya gelişlerinin anlamını çoğaltmak, iktidara karşı yeri geldiğinde çok daha güçlü muhalefet üretmek, yazılanları toplumsallaştırmaya çalışmak yerine, yeter ki seçime ulaşalım ve kazanalım anlayışı baskın oluyor.

Bu eksenden bakanlar için siyasal depremin ilk sonucu müthiş bir panik ve İYİ Parti’ye karşı öfke oldu. İYİ Parti’nin iktidar karşıtı pozisyondan ayrılması seçmeninin tümünün de pozisyon değiştirmesi sonucu üretmezdi ama seçimlere katılım düşer, iktidarın istikrar söylemi daha sağlam bir gerekçe bulur, istikrar ve güvenlik söyleminin daha fazla alıcısı olabilirdi.

İkinci eksen geleneksel sol-sağ siyaset ekseninden pozisyon almak. Bu eksenin geleneksel sol kanadı başından beri İYİ Parti’ye kuşkuyla yaklaştı, İYİ Parti yerine CHP, HDP ve sol partilerle bir ittifakın daha doğru ve gerekli olduğunu savundu. Bu eksendekilerin bir kısmı Akşener ve kadrolarının geçmişini hatırlatarak baştan beri altılı masaya kuşkuyla yaklaştı. Bir kısmı da seçimler ve anketlerdeki oy oranları üzerinden mühendislik hesaplarına başladı. Halbuki sorulduğunda seçmenin yüzde 15-17’si kendini solda, yüzde 35-38’i kendini sağda ve geri kalan yarıya yakın seçmen ise kendini merkezde konumluyor. Yani seçim süreci yalnızca bu eksenden yaşanır, partilerin ve seçmenlerin pozisyonlanmaları bu eksenden vücut bulursa seçimi kazanmak oldukça zor.

Üstelik kutuplaşmanın aşk, sadakat duyguları zayıflıyor olsa da hâlâ her bir kutbun, kimliğin, siyasi tercihin öbür tarafa olan karşıt, olumsuz ve hatta bazen nefret duyguları geçerli ve diri olarak yaşıyor. Bu nedenle iktidar yandaşı ve karşıtı bloklar arasında büyük kaymalar henüz gerçekleşmiş değil, o nedenle örneğin CHP bir türlü kayda değer oy sıçraması yapamıyor, HDP bir türlü Türkiyelileşemiyor. İmamoğlu ve Yavaş’ı bu denli gündemde tutan başarılarından daha çok karşı tarafı ajite edecek, birleştirecek söylemlerden uzak duruyor oluşları.

Bir de üçüncü eksen var, meseleye demokrasi üzerinden bakarak pozisyon almak. Hedef durum olarak demokrasiyi kurmayı, herkesin onurlu yaşam hakkını ve her bir farklılığın varoluşunu teminat altına almayı, ortak ve iç içe hayatın ortak kurum ve kurallarını inşa etmeyi hedeflemek. O hedef durum içinde de sol-sağ ekseninden de var olsalar, kimliklerden de hareket etseler her bir fikrin, aidiyetin örgütlenebilmesini ve siyasi rekabetin özgürce ve demokratik koşullarda yaşanmasını sağlamak.

Demokrasi inşası

Altılı masanın fırsatı ve imkanları da bu eksenden kendisini konumlandırmasındaydı aslında. Bu noktadan bakarak Türk milliyetçileri ile Kürtler, muhafazakarlar ile sekülerler, solcular ile sağcılar o hedef durum olan demokrasinin inşası için ortak siyaset üretebilirler. Bu noktadan yola çıkarak altılı masa bir demokrasi hareketine dönüşebilir, kadın hareketinden yeşil harekete, sendikalardan gönüllü sivil topluma daha büyük bir enerjiden beslenebilir. Büyük toplumsal uzlaşma bu hareketten sağlanabilir. Böyle bir hareket toplumda ve özellikle de gençlerde tutku, heyecan ve coşku üretebilir.

Ülkenin geleceğinde herkesin var olacağı, her kimliğin, her sosyolojik ve sınıfsal kümenin bir aradalığı ve ihtiyaçları, talepleri üzerinden örgütlü siyasi rekabeti ancak böyle bir hedef durum içinde sağlanabilir. Ne yazık ki altılı masa demokrasiyi inşa iddiasından daha çok Erdoğan ile mücadeleyi, düzene muhalefet yerine Erdoğan’a muhalefeti seçti. Birinci anahtar iktidarı değiştirmek olduğu için de diğer her şey doğal olarak bu mücadele içine sıkıştı.

Şimdi altılı masanın yeniden kurulması, aynı saatlerde HDP’nin ılımlı ve anlamlı mesajları ile öncesinden de daha büyük bir coşku üreterek kriz aşılmış görünüyor. Daha da önemlisi yüzde 60’ı aşan muhalefetin potansiyelini tek hedefe doğru yöneltmek mümkün görünüyor. Öte yandan hem partilerin yapısal sorunları hem de siyasetin yanlış eksen üzerinden biçimlenişi nedeniyle örneğin aday listeleri düzenlenirken yeni krizlere hazırlıklı olmak gerekiyor.

Seçime dair kesin yasal süreç başlamamış, seçmen kütüklerinin güncellenmesi, seçim ve sandık güvenliğinin sağlanması için hâlâ hiçbir adım atılmamış; iktidarın elindeki sınırsız imkanlara OHAL yetkileri de eklenmişken siyasi gerilimin daha da tırmanacağını öngörebiliriz.

Yine de depremde yükselmiş hayata müdahale arzusu, gençlerin ve sivil toplumun önlenemez gayreti, siyasal depremin şokunun coşkuya ve çoğalmaya dönüşerek aşılmış olması ile iktidarın bu kez kazanma olasılığı oldukça azalmış, muhalefetin kazanma olasılığı da oldukça yükselmiş durumda diyebiliriz.