29 Mart 2024, Cuma
17.02.2023 04:30

10 soruda deprem

Depremden sonra uzmanlar ne anlatırsa anlatsın, komplo teorisyenlerinin sesleri de en az onlar kadar duyuluyor. Bu hafta 10 soruda depremin gerçekte ne olup ne olmadığını ve endişe yaratan iddiaların aslını anlatmak istedim

Depremin ilk şokunu atlattıkça, bir kez daha depremlerle ilgili ne kadar az şey bildiğimiz de ortaya çıkmaya başladı. Bu haftaki yazımda size depremlerle ilgili bilmeniz gereken, birçok kişinin aklına takıldığını gördüğüm soruları yanıtlamaya çalışacağım.

1- Deprem nedir?

Ayaklarınızın altındaki kayanın Dünya genelinde yekpare bir kabuk tabakası olduğunu düşünebilirsiniz; ama aslında hem bizim üzerinde yaşadığımız karaların altında, hem de okyanusların dibindeki toprağın altında “fay hattı” dediğimiz derin yarıklar bulunuyor. Bu yarıklar, Dünya’nın yüzeyinin bir yapboz gibi, birçok parçadan oluşmasına neden oluyor. Bu parçaların her birine “tektonik levha” diyoruz.
Bu levhaların altında “magma” adını verdiğimiz erimiş kayalar bulunuyor. Bu kayaların erime nedeni, Dünya’nın çekirdeğinin Güneş’in yüzeyi kadar sıcak olması. Ama bu sıcaklık her derinlikte aynı değil: Dünya’nın içlerine ne kadar çok ilerlerseniz, sıcaklık da o kadar artıyor. Ne kadar yüzeye giderseniz, o kadar düşüyor. Bu sıcaklık farkı nedeniyle, tıpkı ısınan havanın yükselmesi gibi magmanın da daha sıcak olan bölgeleri zamanla yükseliyor, yükseldikçe soğuyor, soğudukça tekrar batıyor. İşte magmanın bu devinimi sırasında, hemen üstünde bulunan levhalar da yavaş yavaş itiliyor ve her yıl birkaç santimetre düzeyinde, farklı yönlere doğru kayıyorlar.

Örneğin ülkemizde bu yıl depremin yaşandığı bölgeler, her yıl sadece 20 milimetre batıya doğru kayıyor. Bu, aşırı düşük bir hız; ancak hareket eden kütle o kadar büyük ki, taşıdığı enerji de devasa oluyor. Sorun şu ki, bu plakaların birbirine dokunduğu o fay hatlarında, kayalar çok girintili çıkıntılı olduğu için, bunlar bazen birbirine takılıp kalabiliyor. Ama arkalarından gelen plakalar onları itmeye devam ettikçe, bu kayalar üzerinde müthiş miktarda basınç birikiyor, birikiyor, birikiyor ve çat... Fazlasıyla gerilen bir lastik bandın kopması gibi, fay parçalanıyor ve etrafa o yıllarca biriktirdiği enerjiyi saçıyor. İşte o enerji yüzeye ulaştığında, biz bunu titreşimler olarak hissediyoruz ve buna “deprem” diyoruz.

2- Büyüklük, Şiddet ve enerjinin farkı nedir?

Deprem sırasında açığa çıkan enerjinin miktarı, depremin gücünü belirliyor. Ancak bu enerjiyi direkt olarak ölçmenin bir yolu bulunmuyor. Dolayısıyla biz de bir “vekil parametreye” başvuruyoruz; yani saçılan enerjiyi dolaylı yoldan ölçüyoruz. Bunu yapmak için depremin tanımını kullanıyoruz: Depremler yüzeyde hissedilen titreşimlerse ve deprem sırasında açığa çıkan enerjinin büyüklüğüne göre yüzeydeki titreşimlerin miktarı değişiyorsa, o zaman bu titreşimleri ölçerek depremin saçtığı enerjiyi hesaplayabiliriz. İşte “sismograf” dediğimiz titreşim-ölçerler yardımıyla, hepimizin bildiği, kalp atışına benzer çizgileri elde edebiliyoruz. Sonra bunların en uç noktaları arasındaki farkı mikron cinsinden ölçüp elde ettiğimiz sayıyı logaritma dediğimiz basit bir matematiksel işlemden geçirerek 6.7 veya 7.8 gibi sayıları elde ediyoruz. İşte bu sayılar, depremin “enerjisine” karşılık gelen “deprem büyüklüğünü” ifade ediyor, 0 ile 10 arasında değişiyor.

Hassan Ayadı / Getty Images

Ancak depremin insanlar için en önemli tarafı, yüzeyde ne düzeyde bir yıkım yarattığı. Sonuçta Tokyo’daki 7.5’lik bir depremle, Gaziantep’teki 7.5’lik bir deprem aynı etkiyi yaratmıyor. İşte bu nedenle, depremin yüzeyde yarattığı yıkıma bakarak, “şiddet” adını verdiğimiz 1-12 arasında değişen bir sayı atıyoruz. Depremin büyüklüğü, meydana geldiği derinlik, belli bir lokasyona uzaklığı, zemin nitelikleri, bina üretim kalitesi, deprem yönergelerine uygunluk, deprem saati gibi birçok değişken, depremin hissedilen şiddetini etkileyebiliyor. Şiddeti “depremin yıkım etkisi” olarak da düşünebilirsiniz. Maalesef sosyal medyada ve televizyonlarda “büyüklük” ve “şiddet” kavramları sürekli birbirine karıştırılıyor. Bunlar ilişkili ama ayrı kavramlar.

3-Kahramanmaraş depremi bekleniyor muydu?

Evet, böyle bir deprem bekleniyordu. Örneğin 2002’de Earth and Planetary Science Letters dergisinde yayımlanan makalelerinde Süleyman Nalbant, John McCloskey, Sandy Steacy ve Aykut Barka “Doğu Anadolu Fayı’ndaki bir sonraki büyük depreme en büyük aday Kahramanmaraş bölgesidir ve burada yaşanacak depremin en az 7.3 büyüklüğünde olması beklenmektedir” diye yazmışlardı. Bu, bölgede 7.5 civarında bir deprem olmasını öngören birçok çalışmadan sadece biriydi. Özetle olan, ülkemizden geçen iki büyük fay hattından biri olan Doğu Anadolu Fay Hattı’nda, yukarıda anlattığım plakalardan üçünün bir araya geldiği bir noktada, plakalardan birinin kayması sonucu diğer plakanın da hareket etmesine bağlı olarak, önce 7.8, sonra 7.5 büyüklüğünde iki depremin bir araya gelmesiydi.

Bu arada bu verdiğim deprem büyüklükleri logaritmik olarak arttığı için, ikisi arasında pek fark yokmuş gibi gelse de aslında epey büyük bir fark var. Mesela 7.8 sayısı 7.5 sayısından sadece yüzde 4 daha büyük gibi gelse de, aslında 7.8 büyüklüğündeki bir deprem sırasında saçılan enerji, 7.5 büyüklüğündeki bir deprem sırasında saçılan enerjiden 2.8 kat daha fazla: Yani bir deprem, diğerinin neredeyse 3 tanesine bedel!

4-Depremin süresi neden net değil?

Depremi deneyimleyenler ve video görüntüler yaklaşık 90 saniyelik bir sallanmadan söz ediyor olsa da, gerçekte depremin süresi bundan daha kısa olabilir (örneğin 45 saniye veya 60 saniye). Çünkü zemin yapısına bağlı olarak, yer altındaki sarsıntılar dursa bile yer üstündeki sarsıntılar, özellikle de titreşimleri düzgün sönümlenmeyen binalar sallanmaya devam edebilirler. Benzer şekilde depremler, insanlar onu henüz hissetmeye başlamadan önce de başlayabilirler. Dolayısıyla halk arasında popüler bir sayı olsa da, deprem süresini objektif olarak ölçmesi epey zor; o nedenle de bilimsel anlamda pek işlevsel bir metrik olarak görülmüyor ve resmi olarak da pek fazla raporlanmıyor.

5-Derinlik sonucu nasıl etkiledi?

Ayaklarımızın altındaki yer kabuğu en fazla 100 kilometre derinliğe sahip; ortalamadaysa kalınlığı sadece 30 kilometre kadar. Ancak depremler, yerin 800 kilometre altına kadar, yani hem manto hem kabuk tabakalarını kapsayan bir derinlikte meydana gelebiliyor. İnsanların hissettiği depremlerin çoğu, yerin birkaç on kilometre altından itibaren yeryüzüne kadar olan depremler. Bir deprem yüzeye ne kadar yakınsa, etkileri de (yani “şiddeti de”) genellikle o kadar yüksek oluyor. 6 Şubat depremlerini yıkıcı yapan faktörlerden biri, yüzeye oldukça yakın bir deprem olmasıydı..

6- Bu depremi önleme imkanı var mıydı?

Depremin kendisi önlenemezdi ancak yarattığı yıkım büyük oranda engellenebilirdi. Türkiye’nin bir deprem ülkesi olduğu ve depremde etkilenen illerimizin de fay hattı üzerinde bulunduğu bilindiği için, binalar düzgün inşa edilseydi bu yıkımın yüzde 99’una yakınını önleyebilirdik. Bir örnek: 2011 yılında Tokyo’nun 400 kilometre kuzeyindeki Tohoku’da meydana gelen 9.1 büyüklüğündeki deprem, gündeme Fukushima Nükleer Santrali’ndeki erimeyle gelmiş olsa da, aslında bizim bu yıl deneyimlediğimiz 7.8’lik depremin büyüklük bakımından 20, enerji bakımından 63 katı, devasa bir depremdi! Üstelik 90 saniye değil, 6 dakika boyunca sürdü. Deprem derinlikleri benzerdi: Bizdeki gibi 17.9 kilometre değil, 29 kilometre derinlikteydi. Öte yandan deprem, bizdeki gibi sabaha karşı 4’te değil, öğleden sonra 3’te yaşandı.

Bu devasa deprem sonunda Dünya’nın yörüngesi 17 santim kaydı, 121 bin bina yıkıldı, 1 milyon bina hasar gördü. Buna rağmen çöken binalar altında ezilerek ölen kişi sayısı sadece 667 idi. Gerçi oluşan 41 metrelik tsunami dalgaları 14 bin kişiyi boğarak öldürdü. Ama depremin büyüklüğüne ve yıkılan bina sayısına karşılık ezilerek ölen sayısının azlığı, büyük afetlerde, “sıfır ölüm” belki imkansızsa bile, doğru hazırlıklar sayesinde en azından binalar altında ezilerek ölen on binlerce canı korumanın mümkün olduğunu gösteriyor.

7-Depremler ses çıkarır mı?

Deprem olarak hissettiğimiz titreşimlerin ezici çoğunluğu, insanın duyabileceği frekans aralığının çok altında, dolayısıyla depremin kendisini duyamazsınız. Sadece büyüklüğü 2.5’in altında olan ve aynı zamanda çok sığ olan bazı depremler, ortam gürültüsü de düşükse ve zemin şartları uygunsa bir miktar işitilebilir sesler çıkarabilir. Ama bunun haricinde “deprem sesi” olarak algılanan seslerin ezici çoğunluğu gerçekte depremin kendi sesi değil; daha ziyade şehir ortamından kaynaklanıyor.

8-Deprem anında görüldüğü iddia edilen ışıklar gerçek mi?

Bu konuda henüz bir görüş birliği bulunmuyor. Birçok uzman deprem ışıklarının gerçek olmadığı kanaatinde. Bunlara göre “deprem ışığı” olarak algılanan parlamaların önemli bir bölümü, deprem sırasında kopan elektrik tellerinin saçtığı yüksek voltajlı atımların puslu gökyüzünde yarattığı yansımalardan ibaret. Ama bazı uzmanlar elektrik tellerinin bulunmadığı yerlerde de deprem ışıklarının görülebileceğini düşünüyor. Bunun olası birçok açıklaması var; ama ikisi öne çıkıyor: İlki, piezoelektrik etki dediğimiz bir olay. Piezoelektrik malzemeler, üzerlerine basınç uygulandığında elektrik saçan, elektrik uyguladığınızdaysa kuvvet üreten, çok ilginç bir malzeme grubu ve toprakta bol bulunan kuartz kristalleri bu tür piezoelektrik özelliklere sahip. Dolayısıyla depremlerde sıkışan toprak, kendi elektriğini üreterek bulutlu havalarda elektrik atımlarına sebep oluyor olabilir. Bir diğer olasılıksa, titreşimler sırasında oluşan devasa miktardaki statik elektriğin anlık olarak boşalması. Bu konuda tartışmalar devam ediyor; fakat bu ışıklar gerçekse bile, bazılarının ima ettiği gibi bunun doğaüstü veya komplo niteliği bulunmuyor.
İnsan eliyle

9-İnsan eliyle bir deprem yaratılabilir mi?

Evet ama çok küçük depremler. Yer altında patlatılan çok güçlü termonükleer bombalar yardımıyla çok küçük depremler tetiklenebilir. Şöyle düşünün: Tipik bir nükleer bomba patlaması 2-50 kiloton enerji açığa çıkarırken, örneğin Mayıs 1988’de Afganistan’da yaşanan 6.5 büyüklüğündeki deprem 2 bin kiloton enerji açığa çıkarmıştır. Benzer şekilde petrol firmalarının kayaları kırması sırasında da ufak depremler tespit edilebilir; fakat bunların büyüklüğü neredeyse her zaman 1’den küçüktür (fakat 2018’de Teksas’ta, 2016’da Oklahoma’da olduğu gibi insanların yer altı faaliyetleri çok nadiren de olsa 4-6 arasında depremleri tetikleyebilir).

Bu arada “deprem tetikleme” derken dikkatli olunmalı: Her fayın halihazırda biriktirdiği bir enerji var. İnsanların faaliyetleri, bardağı taşıran son damla olabilir ve bir depremi tetikleyebilir. Fakat orada insan müdahalesi olmasaydı da, doğal jeolojik nedenlerle zaten kısa bir süre içinde deprem olurdu.

10-HAARP gibi teknolojilerle deprem tetiklenir mi?

Hayır. HAARP, antik bir atmosfer araştırma tesisinden ibaret; depremlerle hiçbir alakası yok. HAARP ile deprem tetiklenemez. HAARP’ı “HAARP” yapan şey, 180 antenden oluşan İyonosfer Araştırma Enstrümanı diye bir ağ. Bu antenlerin toplam iletim gücü 3.5 MW’tan ibaret. Dolayısıyla 7 bin 500 kilometre uzakta ve denizin sadece 50 metre altındaki bir cismi 1 santigrat derece ısıtmak için HAARP’ın maksimum güçte 420 bin katrilyon yıl boyunca çalışması gerekiyor (Unutmayın: cismin sıcaklığı, titreşim frekansıyla doğrudan ilişkili). Bu, Evren’in toplam yaşı olan 13.8 milyar yıldan 30 milyar kat fazla! Bu bakımdan HAARP ile cisimlerin sıcaklıkları veya fiziksel özellikleri üzerinde değişim yaratmak pratik olarak imkânsız. Benzer şekilde savaş gemilerine konulacak herhangi bir ekipmanla da başka sensörler tarafından kolayca algılanamayacak şekilde deprem tetiklemek imkânsız. Binlerce atom bombası bile bir depremden çok çok zayıfken, HAARP gibi antik teknolojilerin deprem tetikleyebileceğini iddia etmek bir hayalden ibaret.