22 Aralık 2024, Pazar Gazete Oksijen
05.11.2021 04:30

Aramıza yeni katılan en eski insan!

“Homo bodoensis” geçen hafta “Yeni bir insan türü bulundu” başlıklarıyla her yerde haber oldu. Ama gerçek tam da öyle değil, aslında keşfedilen yeni bir insan yok. Bu tanım sadece yeni bir sınıflandırmaya ait

Geçtiğimiz haftanın en önemli antropoloji olaylarından biri, Homo bodoensis isimli “yeni” bir insan türünün “keşfiydi”. Bunları tırnak içinde yazıyorum, çünkü aslında yeni bir fosil bulunmadı, dolayısıyla yeni bir insan türü de keşfedilmedi. Daha ziyade olan, bugüne kadar keşfedilmiş ve daha önceden Homo heidelbergensis (Heidelberg İnsanları) ve Homo rhodesiensis (Rodezya İnsanları) olarak isimlendirilen fosilleri, Homo bodoensis isimli yeni bir tür altında birleştirme önerisi yapan yeni bir makaleydi.  Yine de bu, bilim camiasında ve insan evrimiyle ilgilenen halk arasında bazı tartışmalara neden oldu. Çünkü bu öneri, biz modern insanlar ile yaşamış (ama artık var olmayan) en yakın kuzenlerimiz olan Neandertaller’in son ortak atası olarak görülen ve 700 bin ilâ 200 bin yıl öncesi yaşamış olan Homo heidelbergensis’i yeniden sınıflandırmak demekti. Böylesi büyük bir değişim, çok iyi bir gerekçeye dayandırılmalıdır. Yeni ismi öneren araştırmacılara göre bu, özellikle de günümüzden 700 bin ilâ 400 bin yıl öncesine ait bir grup fosilin yarattığı taksonomik karışıklıkları çözecektir. Çünkü şu anda var olan evrimsel tabloya göre H. heidelbergensis türü, H. sapiens ve H. neanderthalensis türlerine evrimleşmiştir (ve tabii Denisovalılar gibi yeni keşfedilmiş diğer türlere de). Ancak giderek daha eski tarihlere ait (mesela 609 bin yıllık) fosillerin Neandertaller’e ait özellikler sergilemesi, “torunun atadan önce gelmesi” gibi çelişkili durumlara sebep olmaya başladı. Araştırmacılara göre bunun nedeni, H. heidelbergensis türünün çok muğlak ve geniş bir şekilde tanımlanmış olmasıdır. Örneğin Afrika’dan, Avrupa’dan ve Asya’dan çıkarılan ve çok geniş bir zaman aralığına yayılmış çok sayıda insansı fosil, H. heidelbergensis türü altında sınıflandırılmaktadır. Halbuki bunların tek bir türe ait olması pek olası gözükmemektedir. Burada anlaşılması gereken en kritik nokta şudur: Evrim tarihi, bizim onun nasıl ve ne şekilde yaşandığını çözüp anlamamızdan bağımsız olarak yaşanmış bir gerçek. Biz, cinayet mahalline gelen dedektifler gibiyiz. Henüz olayı çözememiş olsak da, bol miktarda kanıt sağa sola saçılmış hâlde. Asıl iş, bunları birbirine doğru bir şekilde bağlayıp doğru olay akışını tespit edebilmekte.

Hepsi bir arada çözülmeli

Ancak evrimsel biyologların işini kriminal dedektiflerden bir kademe zorlaştıran ufak bir sorun var: Bir dedektif genelde aynı anda sadece 1 olayın nasıl yaşandığını çözmeye çalışırken, evrimsel biyologlar on binlerce bireyden oluşan onlarca farklı türün, yüz binlerce yıl boyunca Dünya genelindeki hareketlerini ve kademeli dönüşümlerini anlayıp hepsini bir arada çözmeye çalışırlar. Üstelik bu, genelde bir cinayet gibi tek ve düzgün bir zaman akışını da takip etmez. Yani evrim tarihine yönelik anlatımlar genelde “A türü B türünden evrimleşti, sonra da ondan C türü evrimleşti.” gibi muntazam bir akışı yansıtsa da, gerçekte olan; A, B ve C türlerinin çok sayıda alt popülasyonu olması, bunların çok farklı yaşam alanlarıyla yüzleşmiş olması, dolayısıyla bu alt popülasyonların farklı yönlerde adaptasyonlar edinmiş olması, bunların bazı coğrafyalarda bir arada yaşamış olması, çiftleşerek yavrular vermiş olması (dolayısıyla edindikleri karakterleri birbirlerine aktarmış olması), kimi alt popülasyonların kimi zaman kimi yerde izole olması, bazılarının bir süre yok olmanın eşiğine gelip sonra yeniden var oluşa tutunması gibi karmakarışık ve birbiriyle girişik bir örüntüden geçmiş olmalarıdır.  Bu karmaşıklığa bir de günümüzde elde edilen fosillerin, bu girift olaylar silsilesinin rastgele noktalarından sadece anlık kesitler sunabildiği gerçeğini ekleyin. Mesela bir evrimsel süreç, 700 bin ilâ 400 bin yıl öncesi 300 bin yıllık bir zaman dilimine yayılıyor olabilir. Ancak sizin bulduğunuz bir fosil, 475 bin yıl öncesine aitse, o fosil sadece o anda, tek bir popülasyon içindeki bir bireyin özelliklerini yansıtacaktır. 

Bir fotoğraf yetmez

Elbette her fosil, az çok kendi türünün özelliklerini yansıtır; örneğin bugün toprağa verilen insanlardan rastgele birini seçsek, insanların genel özelliklerinden çok farklı bir anatomiyi yansıtmasını beklemezdik. (veya çıkarılan bir insansı fosilin aslında kanatlı bir hayvana ait olmasını beklemeyiz). Dolayısıyla bulunan fosilin o dönemki türün özelliklerini az çok yansıtacağını varsaymak, çok da büyük bir varsayım değildir (kimi nadir durumda, hastalıklar veya izole varyantlar dolayısıyla hatalı sonuçlara neden olabilse de – bunlar, yine bilimsel araştırmalar ve yeni fosiller/analizler sayesinde düzeltilir). Ama az önce anlattığım kadar karmaşık bir olaylar silsilesinde, sadece bir ânı yansıtan bir fotoğrafa sahip olmak, filmin tamamını çözmek için değerli bir ipucu olmaktan öteye geçemez. Bilim insanına düşen, bunun gibi daha fazla kare toplamak ve dolayısıyla “evrim tarihi” adlı bu videoya dair daha çok parçayı bir araya getirmektir. İşte bunu yapabilmek istiyorsak, bugüne kadar keşfettiğimiz fosilleri düzgün sınıflandırmamız ve herkesin kabul ettiği isimlerle adlandırmamız gerekir – ki yeni gelen verileri bu temele göre şekillendirebilelim; birbirinden çok farklı gözüken fosilleri tek bir tür olarak sınıflandırmayalım (yani kendi kendimize karmaşa yaratmayalım). İşte yeni araştırma, son birkaç on yılda insan evriminin bir kesiti hakkında bir isimlendirme karmaşası yaratıldığını iddia etmektedir. Önerdikleri çözümse, H. heidelbergensis ve H. rhodesiensis’i tamamen bir kenara bırakıp; Neandertaller, biz moden insanlar ve Denisovalıların ortak atasının henüz keşfedilmediğini varsaymamızı ve o (henüz bilinmeyen) ortak atadan Homo sapiens’e kadar olan bütün fosil bulgularımızı Homo bodoensis olarak yeni bir tür adıyla isimlendirmektir. Bunun insan evriminin karmaşasını çözeceğine herkes ikna olmuş değil. Örneğin Wisconsin Üniversitesi’nin ünlü antropoloğu John Hawks, “Daha fazla isme değil, daha fazla fosile ihtiyacımız var” diyor. Bence haklı da... Asıl önemli olan, spesifik bir fosile vereceğimiz isimden ziyade, geride bıraktığımız birkaç yüz bin yıl içinde yaşanan dallı budaklı evrimi daha net görmemizi sağlayacak, daha geniş coğrafyalardan ve zaman dilimlerinden elde edilmiş daha çok fosili gün ışığına çıkarmak. Çünkü “örgü saç” (veya Hawks’un tanımıyla “örülü bir nehir”) gibi birbirine dolanarak akan evrimsel geçmiş, bizim onu düzgün deşifre etme yeteneğimizden bağımsız olarak yaşandı. Bizim o sürece yapıştırdığımız isimler, sadece bir yere kadar anlamlı. Önemli olan, süreci çözebilmek, süreci isimlendirebilmek değil.

Hala çok uzaktayız

İletişim kolaylığı için daha düzgün isimlendirmelerin önemini anlıyorum. Ama bugüne kadar insan evrimiyle ilgili keşfettiğimiz yığınla bulguya ve kat edilen müthiş mesafelere rağmen, bütün paleoantropoloji ve evrimsel biyoloji cemiyeti son 6 milyon yıllık insan evriminin karmaşıklığı ve bu karmaşanın net bir tablosunu çıkarmaktan halen uzak olduğumuzda hâlihazırda hemfikirken, tür isimlerine gereğinden fazla takılarak eldeki belirsizliği yeni isimlerle farklı şekillerde ifade etmenin çok büyük bir katkı olduğu muğlak.  Sanıyorum bu gizem perdesini aralamak, daha çok ülkenin paleoantropoloji araştırmalarına daha çok kaynak ayırması, daha çok fosil arama çabası ve sonsuza kadar tarihin karanlığında kalma riski altında olan fosillerin gün yüzüne daha hızlı çıkarılması ile mümkün olacak. Çünkü videonun yeterince kesitine sahip değilseniz, cinayete dair yeterince veriye sahip değilseniz, izlediğiniz filme veya çözmeye çalıştığınız cinayete ne ad verirseniz verin, sonucu değiştirmeyecektir.
Çağrı Mert Bakırcı
Çağrı Mert Bakırcı
[email protected]